2014'ün feminizme göz kırpan dizileri

Tüm sezon kadınlık, erkeklik, kadın ve erkek rollerinden çokça konuştuk, eleştirdik. 2014'ün bitmesine günler kala düşünelim: Peki bu sezon feminizme göz kırpan dizi hiç mi olmadı? Türkiye’deki diziler açısından buna cevap “kesin” olmasa da hayır. Ancak yabancı diziler arasında öne çıkan iki yapım var: Orphan Black ve The Fall.

Orphan Black: Benden sadece bir tane var!

Bir tek kadın olma hali mi vardır? Yoksa farklı kadınlar ve kadınlık halleri olabilir mi? Orphan Black’te Sarah ve klonları bize bir kadının içerisinde farklı kadın kimlikleri olabileceğini gösterdiği gibi toplumda da birbirinden farklı kadın deneyimleri olduğunu anlatır. Sarah ve klonları bu anlamda çok başarılı bir şekilde kurgulanmıştır. Eril söylem, Sarah ve klonlara bakıldığında aynı yüzün görülmesi gibi, kadınlara baktığında da tek bir kadın görür. Sanki bir tek kadın doğası varmış ve sadece bir tek ve değişmeyen kadın olma hali varmış gibi. Sarah ve klonları deneyimleri ile dizi boyunca durmadan şu gerçeklikle karşılaşırız: “kadın fıtratı denen bir şey yoktur”

Orphan Black’teki kadın klonlar genetik olarak özdeş olmalarına rağmen aslında karakter, kimlik ve benlik olarak tamamen farklı kadınlar. Klonlar gibi tıpatıp birbirine benzeyen kadınlar olmasa(k) da sanki her kadında verili ve temel “kadın” karakteri, aşkı, cinselliği, anneliği varmış gibi davranılır, eğitilir ve kadınlardan bu hale uygun davranmaları beklenir. Bu verili kabul edilen kadınlık hali dışına çıkanlar da ‘namussuz’, ‘cadı’, ‘yollu’, ‘deli’ vs. diye damgalanır. Bu söylem dizilerde ve filmlerde de genellikle böyle devam etmiştir. Fakat Orphan Black’teki klonlarda birbirinden farklı kadınlık halleri görürüz. Örneğin, Allison Hendrix heteroseksüel bir kadın, anne ve ev kadını iken, Cosima, queer bir bilim kadınıdır.

Aynı zamanda dizinin temel iddiası kadınların bireyselliğidir. Dizinin temelini oluşturan  “kadın, biyolojisine/cinsiyetine indirgenemez” fikrinin en önemli metaforlarından biri olarak da klonlar genetik olarak özdeş, görünüş olarak aynı olmalarına rağmen DNA’ları açısından farklıdır. Dizi bize ne kültürel ne de biyolojik olarak tek bir kadın yoktur der.

Bunu dizide yansıtan en güzel replik ise Sarah’dan gelir. “Yani, senden dokuz tane daha var?” sorusuna Sarah’nın verdiği cevap dizinin feminist bir manifesto olduğunun kanıtı gibidir: “Hayır, benden sadece bir tane var.”

The Fall: Buradayım, alışın!

X-Files ile bağrımıza bastığımız Gillian Anderson (Stella) bir İngiliz serisi olan The Fall ile geri döndü. The Fall’ı feminist bir dizi yapan ise yalnızca polisiye bir dizide esas karakterin kadın bir dedektif olması değil, aynı zamanda bu kadın dedektifin üzerinden dizinin mobbing, kadına şiddet ve kadın cinselliği gibi konulara farklı bir perspektiften eleştirel bakması.

Stella, seri cinayetleri çözmesi için Belfast polis teşkilatına atanır. Ancak teşkilata adımını attığı andan itibaren erkek üzerine kurulu bir mekâna girdiğini görürüz. Stella sürekli bir erkek yargılaması ile karşılaşır. Yalnızca kendi ile ilgili değil, teşkilattaki diğer kadın polislere karşı da erkeklerin tavrı da açıkça mobbing içerir ve biz Stella özelinde bunun eleştirisini izleriz.

Diğer polisiye dizilerinden farklı olarak kadın kurbanların bedenleri sadece birer nesne değildir. Pek çok dizide rastladığımız gibi kamera bizim gözümüz olup kadın bedenlerini dikizlemez. Aynı zamanda bazen uzun sahneler de olsa bu kadınların şiddete uğramadan önceki günlük hayatları da verilir. Bu sayede şiddetin kadınların hak ettiği bir şey olmadığı ve her an her kadının başına gelebileceği vurgulanır.

Son olarak da Stella eril ahlaka kafa tutar. Ve canı istediği için canı istediği erkekle tek gecelik ilişkiler yaşar ve bu ilişkilerin hiçbirini bir sevgili ilişkisine çevirmez, çünkü sevgili olmak gibi şeyler ona göre değildir. Bu nedenle de hem polis teşkilatı hem arkadaşları tarafından sürekli sorgulanır. Stella karakteri ile hem cinselliğin eril yapısı hem de kadın cinselliği adına normal sayılan algıyı sorgularız.

Sonuç olarak iki dizi de kadını bir yan karakter olarak ele almaz; bunun yerine kadını ve kadın deneyimini merkeze alarak farklı bir bakış açısı sunarlar bize. Kadınların bu zamana kadar cinsiyetçi bir dille anlatılan ya da esas erkek etrafında kurgulanan deneyimlerini görünür kılarlar. Dertleri ve dert edindikleri şeylerin merkezinde kadınların toplumda karşılaştıkları sorunlar vardır. Güçlü kadın karakterlere sahiptirler ve bunların hiç biri “erkek gibi” kadın değillerdir. Kendi bireyselliklerinin ve cinselliklerinin farkında kadınlardır. Her iki dizi de tek bir kadın doğası (evli, eş, anne, vs.) sunmazlar; farklı kadınları, kadınlıkları da ekrana yansıtırlar. Umarım 2015’te bu minvalde ilerleyen yerli diziler de görebiliriz.



Yazar Hakkında