Birçok davayla ve yoğun eleştirilerle karşı karşıya olan Büyükdere Surp Hripsimyants Kilisesi Vakfı'nın başkanı Murat Süme'ye tartışmalı bütün meseleleri sorduk.
Eskiden İstanbul’un en uzak semtlerinden biri olan Sarıyer ilçesi, Boğaz hattındaki en uç noktadaki Büyükdere Surp Hripsimyants Kilisesi’ni içinde barındırıyor. Giderek kalabalıklaşan Sarıyer bölgesinde bugün, birbirlerinden uzak da olsalar, sayıları beş bine yaklaşan bir Ermeni topluluğu ikamet ediyor. Eskiden gözlerden uzak olan Büyükdere Surp Hıripsimyants Kilisesi, kalabalıklaşıp büyüyen Sarıyer ilçesine nazire edercesine, son on yıldır, yönetimi konusundaki tartışmalarla Ermeni toplumunun gündemini meşgul ediyor. Bundan önceki yönetimin, kilisenin bahçesini çay bahçesi olarak bir şahsa kiralaması, büyük tepki uyandırmış; sonrasında yönetim, bu kira kontratını iptal ettirmek için şahısla mahkemelik olmuştu. Yeni yönetim ise, özellikle başkanı Murat Süme’nin attığı çeşitli adımlarla, iki yıldır tartışmaların merkezinde yer alıyor. Birçok davayla birlikte yoğun eleştirilerle karşı karşıya olan Süme’ye, tartışmalı bütün meseleleri sorduk. İlgili konularda söyleyecek sözü ve belgesi olanlara, sayfalarımızın açık olduğunu da ayrıca hatırlatmak isteriz.
‘Yönetimi tehdit ettiler’
Yönetime geldiği dönemde baskılara maruz kaldığını söyleyen Süme, şu ayrıntıları verdi: “Çay bahçesi için dava açan şahıs, yönetim kurulu odamız ve kilisenin salonunun bulunduğu parsele haciz koydurmuştu. Satış için buraya değer tespiti yaptırmaya dahi geldiler. İşin arka planını araştırdığımda, o şahsın başka bir vakıf başkanımızdan destek aldığını gördüm. Bana ‘Yönetimi bırak, yoksa kilisenin o binaları satılacak’ dediler. Sonra, ‘Şu dört kişiyi al, yönetimine koy’ dediler. Kimi, kimin evinden kovuyorlar? Ben seçilmiş bir başkanım. Son seçimi İstanbul genelinde yaptım ve kazandım. Önümüzdeki seçimi de İstanbul genelinde yapacağız.”
‘Haczimi kaldırtmadım’
Murat Süme’ye ilişkin en büyük tartışmalardan biri, sattığı, vakfa ait arsadan aldığı parayla kendi haczini sildirdiği iddiası. Süme, bu konuda şunları söyledi: “VADİP toplantısında bu iftirayı dile getirdiler. Bu yüzden hakaret davası açtım; dava şu an Yargıtay aşamasında. İnsanları sıkıştırmamak için fazla üzerine gitmesem de davadan vazgeçmiyorum, çünkü insanlar ağızlarından çıkanın sorumluluğunu taşımak zorunda. Sözde hacizde olan evimi kurtarmak için bu mülkü satmışım, oradan aldığım 60 bin TL ile haciz bedelini ödemişim. 20 küsur metrekare bir yerim vardı, hacizden satıldı gitti, tek bir kuruş bile ödemedim. Bununla ilgili tüm evrakı savcılığa bildirdim. Bu iddianın üzerinden uzun süre geçti; böyle bir durum olsaydı bugüne dek kanuni bir sonucu olurdu.”
‘İhale bize kaldı’
Murat Süme’nin çok eleştirilen bir diğer hareketi ise, yönetime geldiğinde, vakfa ait parayı bankadan çekmesi ve bu konuda kimseye danışmamasıydı. Süme bu konuda, kendisini şöyle savundu: “Yönetime geldiğimiz dönemde, o güne kadar ismini duymadığım, Şişli’de ofisi olan avukat Uygur Bey ‘Vakfınızın avukatıyım, kilise görevlisinin eski yönetime karşı beş sene önce açtığı bir dava vardı, davayı kazanmış, akşama kadar 2 bin TL yatırmazsanız, temyize gidemezsiniz, tazminatı ödemek zorunda kalırsınız’ dedi. Aram Sırpazan’a anlattım, ‘Zaten bahçe için uğraşıyoruz, bir çare bulun’ dedim. ‘Eski yönetimi mahkemeye ver’ dedi. Avukatlara danıştım, ‘Mahkemeye vermen bir şey değiştirmez, o parayı ödemek zorundasın’ dediler. Bunu anlattığımda Aram Sırpazan, ‘bakarız’ dedi ve öyle de kaldı. Yardım ricasıyla başvurduğumuz Sırpazan bize 1000 lira bile bulamadı. Sonuçta bizim yönetimimizin değil, eski yönetimin suçu. Vakıflar Kanunu’na göre, bir yönetici vakfını zarara uğratıyorsa, sorumlu kendisidir. Sanki bu böyle değilmiş gibi, ihale bize kaldı. Bana gelip bunları sorduklarında tek tek bütün evrakları gösterip anlatıyorum.”
‘Yardımcı olmadılar’
Süme, toplumda büyük infial uyandıran, vakfa ait mülk satışının zorunluluktan kaynaklandığı iddiasında: “Göreve başladığımız dönemde, arka bahçedeki kiracımız vakfımızın mülklerine haciz koydurmuştu. Bunu ödeyebilmek için o dönemde herkesten 14 bin TL istedim ama o meblağı bulamadık. Sonra, o arsayı 200 bin TL’ye sattık. Arsanın belediye rayiç bedeli 158 bin TL. Bu satıştan dolayı herkes bizi kınadı. Ben de mülk satışının güzel bir şey olduğunu düşünmüyorum. Keşke imkânımız olsaydı da satmasaydık. Satıştan kalan parayla kilisemize yeni bir mülk satın aldık. Bu insanlar bizi kötülemek için o kadar gözlerini karartmış ki, her yolu deniyorlar. Büyükdere’de ikamet eden, J.M. adlı yaşlı bir şahsa okumadığı bir kâğıdı imzalatarak, bizi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne (VGM) şikâyet ettirmişler. Bu nedenle kapsamlı bir denetimden geçirildik. Müfettiş, şahsın işyerine gidip şikâyetini sormuş. Şahıs, ‘Ben okumadan imzaladım, bahsi geçen konular hakkında hiçbir bilgim yok’ demiş.”
Kilisenin pazar ayinlerinin dolu geçmesinin de kimi kesimlerde haset yarattığını öne süren Süme, sözlerini şöyle noktaladı: “Badaraklarımıza gelen kalabalık da sıkıntı oldu insanlara. Neymiş, yemek veriyormuşuz... İnsanlar buraya gelmek için sabah sekizde yerinden kalkıyor, Sarıyer Belediyesi’nin bizim için tahsis ettiği araca biniyor. Yerimiz bir Feriköy veya Samatya gibi yakın değil ki... O insanın evine dönmesi öğleden sonra ikiyi buluyor. Yaşlısı var, şekeri olan var, ben o insanları aç gönderemem... Diyorlar ki, ‘Yemek için geliyorlar’. Ne için isterlerse gelsinler, yeter ki gelsinler.”
‘Avukatlara çalışıyoruz’
Süme, kilisenin mülklerinin üzerindeki hacizler ve yılan hikâyesine dönen davalara ilişkin olarak şunları söylüyor: “Tapu’ya gidip hacizleri tek tek kaldırtmamış olabiliriz ama davaları kazandık ve hacizlerin hiçbir hükmü yok. İlk davayı kazandık, karşı taraf temyize gitti. Temyizi kazandık, bu kez duruşmalı temyiz istedi, duruşmalara gittik, onu da kazandık. Davacı şahsın kilisemize kira borcu vardı; bu nedenle mallarına haciz koydurduk. O da buna karşılık, kiraladığı yere yaptığı masrafı ve orada bıraktıklarını geri almak üzere bir dava açtı. Bu dava yeni başladı. Bu dava bizim koydurduğumuz haczi etkilemez. Burada, eski yönetimin kilisemize koydurduğu hacizleri de temizliyoruz. Eski zangoçun kilisemize karşı iş mahkemesine açtığı davaya, yönetime geldiğimizde, temyiz aşamasında müdahil olduk. Onu da oradan çevirdik ve kazandık. Sonra Yargıtay’a götürdü, orada da kazandık. Şimdi başka bir mahkemeye başvurmuş. Mahkemeler maalesef bitmiyor, biz de avukatlara çalışıyoruz.”