İnsan hakları savunucusu, felsefe ve sosyoloji doktoru Barones Caroline Cox, bugüne kadar 85 kere ziyaret ettiği, hayatının en büyük tutkusuna dönüşen Karabağ 'ı anlatıyor.
İnsan hakları savunucusu, felsefe ve sosyoloji doktoru Barones Caroline Cox, Karabağ’a ilk kez Mayıs 1991’de geldi. O yılın başlarında Moskova’da bir toplantıya katılan Cox’un insan hakları konulu tebliğinden sonra, Ermenistan’ın ünlü yazarlarından Zori Balayan ayağa kalkmış ve “Benim ülkemde insanlar öldürülüyor, sizin haberiniz yok; konuştuklarınız ve barış sadece teoriden ibaret!” demişti. Cox ve Balayan, bu konferans sırasında tanıştılar. Cox, Karabağ’a gelip ne olup bittiğini anlamak istediğini söyledikten sonra, bu doğrultuda çalışmaya başladılar. Gorbaçov’dan yazılı ziyaret iznini aldıktan hemen sonra Cox, Karabağ’a uçakla geçebilmek için Ermenistan’a geldi. Barones Cox’un hayatının en büyük tutkusuna dönüşen Karabağ macerası, böylece başlamış oldu.
Barones, o günden bu yana Karabağ’ı 85 kez ziyaret etti. Her ziyaretinde beraberinde doktorlar, hemşireler, yardımseverler, mayın uzmanları getirdi. Yurt dışından gelen bu insanlar harap haldeki şehirleri, hastaneleri, okulları yeniden inşa etmeye çalıştı; ailesini kaybeden çocuklar ve kadınlar için sığınma evleri kurdu.
Barones Cox’un bu zorlu yolculuğunda, ilk günlerden beri yanında olan genç bir kadın vardı: Artemis Grigorian. İranlı bir Ermeni olan Artemis, grupların hem tercümanı, hem asistanı, hem de en büyük yardımcıları olmuştu. Artemis, bugün Karabağ’da yaşıyor ve hâlâ Cox’un bu ülkedeki en büyük yardımcısı.
Siz, Karabağ’ın macerasını takip edenlerin yakından tanıdığı bir isimsiniz. Karabağ’a gelmeye nasıl ve neden karar verdiniz?
Ben Tahranlıyım, orada doğdum, ailem soykırımdan sonra İran’a gelmiş. 7 yaşındayken Avusturalya’ya, Sydney’e geldik. Henüz gençtim, 80’li yılların sonunda bir arkadaşımla Ermenistan’a geldik. Bağımsız Ermenistan fikriyle büyülenmiştik. Ermenistan’a tam alışmadan Karabağ gündeme geldi; meydanlarda büyük mitingler yapılıyordu, biz de katıldık. Karabağ, kendi kaderini tayin etme hakkından yararlanmalı dedik; işte o günlerde benden bir ricada bulundular. İngiltere’den çok önemli misafirler gelecek, onlara tercümanlık yapacak iyi İngilizce bilen birileri gerekiyor dediler. Kabul ettim. Karşıma bir Barones çıkacağından tabii ki haberim yoktu.
İlk karşılaşmanız Karabağ’da mı gerçekleşti?
Hayır. Uçakta. Ermenistan’dan uçakla Karabağ’a gidecektik. 1992 yılıydı, en kötü yıllardan biri. Ben ve bir kız arkadaşım beraber uçağa binmeye gittik. Merhaba dedik Cox’a, uçağa geçtik. Koltuk yok, yer yok, pencere yok... Bir sürü kutu var. Cox, bir kenara geçip kutuların birinin üzerine yerleşti. Onun 11. ziyaretiydi Karabağ’a. Öğrenmişti, alışmıştı koşullara. Biz birbirimize baktık. Utandık. Çok geçmeden uçak sallanmaya başladı, bir sağa bir sola savruluyorduk, meraklı gözlerle bakarken, Cox, “Korkmayın, ateş açıyorlar, düşmemek için böyle yapıyor pilot, birazdan inmiş oluruz” dedi. Ne diyeceğimizi şaşırdık, savaşın ne demek olduğunu, sanıyorum uçağa binerken anlamamıştık.
Zihninizdeki Karabağ ile gördükleriniz birbirlerine benziyor muydu?
Bunu düşünmeye hiç vaktim olmadı desem, inanır mısınız? Geldik ve her şey hızla gelişti. Savaş, top ve baruttan ibaret değil. Geride kalanların durumu çok daha özen gerektiriyor. Hastaneler doluydu, yetimler vardı, yardım edecek çok insan vardı ama her şey kısıtlıydı. Cox’un getirdiği doktorlarla çalıştık, yardımları dağıttık, yardımların gerçek sahiplerini bulmaları için uğraştık. Ben bugün hâlâ süt tozu denildiğinde tuhaf bir şekilde rahatsız oluyorum. Her yerde yokluk ve süt bekleyen çocuklar vardı. Dağıtacak bir şey olmadığı zaman bile hastalarla konuşmak, ellerini tutmak sevindiriyordu onları.
O günden bu yana Karabağ’da mısınız?
Hayır, aralarda çok gittim geldim. Ailem, Sydney’de yaşıyor hâlâ. Ama o günlerden sonra evim burası oldu. 2002 yılında, İranlı bir Ermeni olan eşimle evlendik. İki çocuğumuz var.
Karabağ’ı zor yapan ne? Hâlâ kaderinin tayin olmaması mı?
Karabağ’ın kaderi en azından bizim, buradaki halk için çok net. Bizim aklımızda hiçbir soru işareti yok. Buradaki sıkıntı, Ermenistan’daki ile aynı. Ekonomik bir kalkınma planı yapılamıyor. İnsanlar işsiz, gençler bırakıp gidiyor. Çöpçülere, hasta bakıcılara bakın, hep yaşlılar, neden? Çünkü o maaşlar ile ailenizi geçindiremezsiniz. Bir yerden sonra yardım yetmiyor. Orta sınıfın gelişmesini destekleyen iyi politikalara ihtiyacımız var.