Karabağ’dan on binlerce Ermeni, 10 ay süren abluka ve açlıktan sonra bölgeden tahliye edildi. ‘Tahliye’ denen de, sahip olduğu her şeyi bırakıp kendisini ilk otobüse, arabaya, kamyona atıp koca belirsizliğe gitmekti. Bu senaryonun aynısı 1980’lerin sonunda da yaşanmıştı. Yine binlerce Ermeni, yüzyıllarca yaşadıkları toprakları bırakıp bir yorgan bile almadan kaçmak zorunda kalmıştı. Aynı şeyi yıkılmakta olan Sovyetler Birliği’nin içinde olan Sovyet Ermenistanı sınırları içerisinde yaşayan Azeri nüfus da yaşamıştı. Azerbaycan’ın Karabağ’daki Ermeni halkına yaptıklarını, uluslararası kamuoyunun kayıtsızlığını izledik. Ancak burada, Bakü doğumlu olup yaklaşık 30 yıl önce Ermenistan’a göç etmek zorunda kalan gazeteci Yuri Manvelyan’ın içeriden bir eleştirisini aktaracağız.
Manvelyan ile Azerbaycan’ın neler yaptığından çok, Ermenistan’ın ve Karabağ’daki Ermeni hükümetinin son 30 yılda yaptıklarını ve yapmadıklarını, yaşanan sistematik sorunları, Ermenistan’a zorunlu göç eden Karabağlı Ermenileri nelerin beklediğini, kısaca konuşulmayanları konuştuk.
Bakü’den Karabağ’a, oradan Yerevan’a
Yuri Manvelyan, Karabağlı Ermenilerin Ermenistan’a doğru yol aldığı ilk saatlerde gelen halkın karşılandığı ve isteyenleri geçici süreyle yakın bölgelere yerleştirdikleri operasyonların yürütüldüğü Goris şehrine gitmişti. Şehre her ne kadar gazeteci kimliğiyle, durumu gözlemlemek için gitmiş olsa da, gelenler arasında eniştesi de vardı. Yuri, daha soru sormadan hikâyeyi anlatmaya başlıyor ve ardından konu, savaştan sonra Azerbaycan’ın Karabağ’da Ermenilerin yaşamasını istemediği o kadar belliyken bu sürecin nasıl bu kadar kötü yönetildiğine bağlanıyor: “Ailem Azerbaycan’dan Karabağ Martakert’e, oradan Şuşi’ye, ardından Stepanakert’e göç etti. Şimdi de Yerevan’a. Ablam 2020 yılında savaştan sonra Yerevan’a geldi. Kocası Karabağ’a döndü ve ablukadayken oradan çıkamadı. Abluka devam ederken kocası ablama, “Stepanakert’e gel, ev veriyorlar” diyordu. Dört çocuğuyla Yerevan’a göçmüş ablam bunu ciddi ciddi düşünüyordu. Halk bu denli kandırılmış durumdaydı.
2020’den beri Azerbaycan’ın Karabağ’daki Ermenileri sürdüğü, kovduğu ortadaydı. 1990’larda yaşanan etnik temizliğin son adasıydı Karabağ. Şimdi ne olursa olsun, bu durum kurtarılamaz. Barış süreci başlasa bile bu, insanların deneyimlerini hiçe sayan bir süreç olacak. Öyle bir süreç başlayacak mı, bu da muamma. 1990’larda olan da şimdi yaşanan da en hafif tabirle ayıp. Buna karşı bir direniş yok. 30 yılda örgütlü bir şekilde buna karşı çıkan bir siyasi parti veya güç olmadı. Olanları da Azerbaycan’da tutukluyorlar. Bakü veya Yerevan halkının tamamının sokağa çıkması lazım bu duruma karşı. Bunun yerine Ermenistan’da ‘içimizdeki Türk’ tabiriyle birbirini yaftaladıkları ve aşağıladıkları günler yaşıyoruz. Tüm Azeri halkı ülkeden attıktan sonra kendi aralarında Türk bulma günleri. Rezalet bir durum.”
‘Komşularla doğrudan iletişim kurmak yasak’
Yuri ile sohbet, Karabağ’da günümüzde yaşanan zorunlu göçle yaklaşık 30 yıl önce Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan zorunlu göç arasında gidip geliyor. Yura’nın, bu iki konuda birinden diğerine aynı meseleymiş gibi atlamasından bile günümüzde yaşananların henüz yakın geçmişte olanları ne denli tetiklediği çıplak gözle görülüyor. Yuri Manvelyan, Ermenilerle Azerilerin komşu olmalarına rağmen birebir temas kuramadıklarına değiniyor: “Bağımsız Ermenistan’da ne zaman bu bağımsızlık gerçeğe dönüşme eşiğinde olsa ülkenin kafasına vurup yerine oturtuyorlar. Hem Azerbaycan hem Ermenistan’ın bu sözde bağımsızlığının temelleri, kendi yurttaşlarını ülkeden sürdüklerini gizleme ve temize çıkarma politikasına dayanıyor. 30 yıldır devlet, medya, üniversite, sosyal bilimlerin olası bütün kanallarla bunun normal olduğu anlatıldı. Anlatı bu: “Sumgayit’te bizimkileri (o bizimkiler her kimse) katlettiler, biz de onları sürdük.” İki ülkenin de bu göçmenleri hiç umursamadığını, kendi çıkarları için kullandığını gördük. Bölgemizde olanlar çok acı ve çok absürt.
Bizi yıllarca Artsakh Cumhuriyeti’nin varlığına inandırdılar. Meğer dünyanın bundan hiç haberi yokmuş. Ablukanın başında Azerbaycan güçleriyle diyaloğa geçme teşebbüsleri oldu. Bazı aktivistler doğrudan iletişim kurmaya çalıştı. Bu insanların inisiyatifi engellendi. Tarihte hep olduğu gibi, bize komşularla doğrudan iletişim kurmak yasak. Bu iletişimde illa bir aracı olmalı. Bunu atlatmak lazım.
Karabağlı Ermenilerden daha çok Rusya yanlısı birini tanımadım. Ama bu bölgede bu kadar somut bir şekilde Rus askerini görmemişlerdi, bu sefer görünce nasıl berbat durumda olduklarını anlamış oldular. Eniştem de Rusya yanlısı biriydi hep. Şimdi Karabağ halkını tahliye eden otobüslerin şoförlerinden. Geldi, sorduğumda ‘Her şeyi onlar yaptı. Bizi kandırıp buraya yığdılar ve bizden canlı kalkan yaptılar’ diyor.”
‘Bölgemiz oligarşinin pençelerinde kaldı’
İkinci Karabağ Savaşı sonrası ve özellikle tahliyeden önce yaşanan 10 aylık ablukada Ermenistan’da çıkış noktası iktidar kavgası olan eylemler devam etti. Yuri’ye bu soruyu yönelttiğimde işaret ettiği yer Karabağ’ın belirsizliğini kullanarak zengin olan, halkı talan eden oligarşi oldu: “Karadeniz ve Hazar Denizi ortasında sıkışmış bir bölgede yaşıyoruz. Bu ufacık bölgede sınırlar olmamalı. Ben arabamla çıkıp her yer, dolaşmalıyım. Ermenistan’ın bağımsızlığı demek dört duvar arasında sıkışıp kalmak demek olmamalı. Bölge içinde mikro sınırların kaldırılması gerek. Arabama bindiğimde binlerce kilometre sınır görmeden seyahat edebilmeliyim. Oysa şimdi mikro sınırlar çizerek bölgeyi askerileştirdiler. Bölgemiz oligarşinin pençelerinde kaldı.
Gelelim şu an sokaklarda eylem yapanlara... Orada eminim naif duygularla bulunanlar var; iyi öğrenciler, Ermenistan eğitim sisteminden çıkan tarih uzmanları var. Fakat temelde bu eylemlerin arkasında duran kişilere olan tiksinti ve korku, mevcut hükümete karşı hissedilen hayal kırıklığından çok daha güçlü. Cumhurbaşkanı olduğu dönemde servetini dizmiş eski cumhurbaşkanları, halkı talan edip zenginleşen oligarşi. Günümüzde bile ülkede ekonomi ve medyanın büyük kısmını kendileri kontrol ediyor. İstediklerini yapamadıkları için sokaktalar.
İnsanlar Goris’teki tiyatro binasına getirildi. Goris ve yakın civarda geçici barınma ayarlanıyor. Karabağ’dan gelenlerin hepsi perişan halde ve o esnada bir grup insan yanda hoparlör ve megafonlarla eylem yapıyor; ‘Savaş kaçınılmaz. Bu hükümeti savunsanız bile bir hafta sonra siz de bu insanlar gibi evsiz kalacaksınız, yurdunuzdan kovulacaksınız’ diyorlar. Sokaklarda eylem yapanların gerçek yüzü bundan ibaret.”
Azerisiz Karabağ’dan Ermenisiz Karabağ’a
Sovyetler Birliği dağılmaya yakınken yükselen Karabağ meselesinde geçen onlarca yılda milliyetçiliğin körüklendiğine parmak basıyor Yuri. Şu an Azerbaycan’ın ‘Ermenisiz Karabağ’ politikasının benzerinin 30 yıl boyunca Ermenistan tarafından yürütüldüğüne değiniyor: “Yıllarca ‘Ermeni Karabağ’ dendi. Bunun alt metni ‘Azerisiz Karabağ’ demekti. Kamusal alandaki tartışma 30 yıl boyunca bunun etrafında döndü. Bundan farklı bir fikir, naratif olmaması için her şey yapıldı. İnsanlar yıllardır milliyetçiliklerini, militarizmlerini ve kana susamışlıklarını yarıştırıyor. Bu yaratılan durum tam bir facia. Şimdi Azerbaycan’ı suçlamak kolay, durum ortada. Kazananların ne kadar tiksinç olabileceğini gördük. Yapılanların hiçbir açıklaması olamaz. Azerbaycan’ı biliyoruz. Zamanında zaferin sarhoşluğuyla bu zafer üzerine kariyer kuran Koçaryan’ları, generalleri de gördük, biliyoruz. Oturup her şeyi Azerbaycan’a atmak işin kolayına kaçmak oluyor.”
‘Asıl zararı Karabağ halkı gördü’
Karabağ halkının 10 ay boyunca temel gıdaya, tıbbi yardıma erişimi olmadan yaşadığı ablukayı tartışan birçok ses duyuluyor. Ne yazık ki Azerbaycan’da birçok kişinin, ablukanın gerçek olmadığına inandığını görüyoruz, yapılan paylaşımlarla en azından okuyoruz. Abluka, besin alamadığı için açlıktan ölen veya ekmek kuyruklarında bayılan insanlar kadar gerçekti. Ancak abluka, herkesi eşit şekilde etkilemedi; ağır şartlarda yaşamını sürdürmek zorunda kalan Karabağ’ın halkı oldu: “10 ay süren abluka gerçekten bir ablukaydı ve halk bunu çok ağır deneyimledi. Ancak Karabağ hükümeti temsilcilerinin çoğu için bu bir abluka değildi. Karabağlıların sosyal medyada yazdıklarından buna bir tepki olduğunu gördük. Karabağlılar, daha önce olmadığı kadar açık bir şekilde ifade ediyordu kendini. İnsanlar ekmek krizinin herkesi eşit şekilde etkilemediğini ifade ediyordu. Öte yandan Rus askerlerinin gıda getirip çok pahalıya sattığını biliyorduk. Ancak bunu da herkes alamıyordu.
Karabağ hükümetinin önüne koyduğu tek hedef mevcut durumu olabildiğince uzatmaktı. Halk bunu görüyordu bence. Bunu, Ruslara yakın duran hükümet üyeleri aynı Rus gücünün desteğiyle yaptı. Abluka ortasında ailesiyle Maldivler’e tatile giden memurun hikâyesi duyulmuştu. Hükümette farklı pozisyonları olan insanlar ara ara Moskova’da görülüyor, sonra dönüyorlardı. Bunları duyduk, bunlar duyuruldu. Seçilmemiş, halkı temsil etmeyen hükümet vardı. Asıl zararı Karabağ halkı gördü.”
‘Eleştirince ‘Türk’ oluyorsun’
Karabağ halkının isteğine dair sorunun cevabı dolaylı ve zor oldu. Halkın ne istediğini 30 yıl boyunca sormadığımızdan, anlamadığımızdan belki de. Yuri, Karabağ halkının isteklerinden ziyade zorunlu olarak mahkûm edildiği durumdan ve yaşanan yolsuzluklardan bahsediyor: “Karabağ halkı istediklerinden bağımsız olarak belli bir duruma mahkûm edilmişti. Daha az sorun yaşamak ve görece kolay bir yaşam istiyordu. Fakat yaşadıklarını şu an olduğu gibi yıllardır gerek Ermenistan’dan gerek Karabağ’dan yaşanan göç göz önüne seriyor. Nüfus sayıları askerî sır niteliği taşıyor. Ermenistan’da üç milyon insan olmadığı gibi Karabağ’da da 120 bin kişinin olmadığını herkes bilir. Tamam, askerî gücün varmış gibi göstermek istiyorsun, ama bu bir illüzyon. Bu nüfus sayısı politikasının en önemli yüzü, yolsuzluk. Nüfusu fazla gösterince devletten yardım alınıyor. Bu bilgileri biliyoruz ancak çoğu zaman bunlarla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Eleştirdiğinde ‘Türk’ oluyorsun. Eleştirmediğinde elinde bu bilgi ile kalakalıyorsun.”
‘Günlük hayatta da baskı var’
‘Dış düşman’ korkusuyla onlarca yıl yönetilen Karabağ halkı, 30 sene boyunca yaşadığı sorunlara dair ses çıkaramadı. Son yılların belirsizliği ve sıkışmışlığı, siyasi olarak terk edilmişliğinden dolayı halk itirazlarını dile getirmeye başladı. Karabağ halkının hak arayışı, ayrımcılıklarla karşılaşmaları Ermenistan’da devam eder mi? Yuri bu konuda çok iyimser değil: “Karabağ halkının tahliye öncesi Stepanakert meydanında toplanıp şikâyetlerini ve taleplerini yüksek sesle dile getirmesi önemliydi. Gecikmiş bir hamleydi bu elbette ama önemliydi. Bu insanların, Ermenistan’a yerleştikten sonra da konuşmaya, seslerini yükseltmeye devam edeceklerini düşünmek istiyorum ancak yaşadıkları baskıda bunun mümkün olmayacağını da tahmin ediyoruz. Ablam, Karabağ aksanıyla konuştuğu için taksiden indirilmişti. ‘Karabağlıları taşımıyorum’ diyen taksici, ablamı gece yarısında yol ortasında indiriyor. Ben de otobüste yaşanan bir olaya bizzat şahit oldum: Karabağ aksanıyla konuşan yaşlı bir çift vardı. Ağızlarına geleni söylediler: ‘Çocuklarımız sizin için savaştı. Türklerinizin yanına dönün.’ Bunun ne boyutlara çıkacağını tahmin etmek bile istemiyorum. Bunun yanında elbette dayanışan insanlar da var. Umarım bu kişilerin sayısı artar. Ama önümüzdeki süreç Karabağlı Ermeniler için çok zor olacak.”