Kumkapı Balık Hali kente veda ederken
Fotoğraflar: Berge Arabian / Metin: Fatih Gökhan Dİler
Balıkçı köyünden balık haline, Kumkapı
Yıl 1552. Prens Doria’nın kaptanı olduğu imparatorluk gemisi, Cenova’dan Napoli’ye gitmekteyken Ponza Adası açıklarında bekleyen Osmanlı donanması tarafından kıstırılır ve Kanuni Sultan Süleyman hükmündeki Osmanlı İmparatorluğu’na esir düşer. Gemidekiler arasında, okumuş yazmış bir İspanyol da vardır. Adı, Pedro’dur.
Esir düştükten sonra kendini bir anda sularla çevrili bir kıyı şehri olan imparatorluk başkenti İstanbul'a mecburi bir seyahat yapmak durumunda bulan İspanyol, gemide kendisine hünerlerinin ne olduğu sorulduğunda yalan söyleyerek hekim olduğunu ifade eder.
Pedro’nun şansı yaver gitmiştir, çünkü gemide kendisini sınayabilecek bir hekim daha yoktur. Eline geçirdiği Latince bir tıp kitabı ile ahkâm kesen İspanyol, kimi hasta kürek mahkûmlarını iyileştirmeyi bile başarır. Bu sayede kaptanın yanına, Sinan Paşa’nın hekimliğine kadar yükselir.
Üç yıl boyunca Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’nın yanında çalışan Pedro zorunlu İstanbul ikameti sırasında Osmanlı Sarayı’na kadar sokulmayı başarır. Paşanın kardeşi Rüstem, eşi ve aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan, Turgut Reis ve AndreaDoria gibi şahsiyetleri tanıma ve onların yaşantısına tanık olma fırsatı bulur. Ülkesine dönmeyi başardığında dönemin günlük hayatını, toplumsal olaylarını ve pek çok şeyi bir anı-roman şeklinde “Vijae de Turquia” isimli kitapta toplar. Bir nevi İspanyol gözüyle Muhteşem Yüzyıl!
Balık, meyhane ve balık pazarı
Pedro birçok şeyin yanı sıra dönemin Osmanlı mutfağını da görüp bildiği kadarıyla anlatır. Türkçede‘Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati’(Güncel Yayıncılık) ismiyle yayımlanan kitapta,tanık olduğu bütün yeme içme âdetlerini bir biraktardıktan sonra sıra nihayet balık ve deniz ürünlerine gelir.
Pedro, arkadaşının ağzından “Lezzetli balıkları varken ve şeriatleri de men etmemişken, ne diye her gün et yerler?” diye sorar.
Balık,yaşadığımız coğrafyadaher daim rakı ve şarabayoldaşlıketmiştir. Osmanlı’da da durum farklı değildi pek tabii ki… Müslüman halk, İstanbul’da daha ziyade gayrimüslim toplumun rağbet ettiği bu içkilerden uzak durmuş ve belki de bu sebepten balığa ve deniz ürünlerine de uzun süre pek sıcak bakmamışlar.
İspanyol tutsak Pedro’nun arkadaşına cevabı da bu yöndedir: “Balığa düşmandırlar. Şarap içmeyip su içtikleri için, vücutta dirilir derler.”
Osmanlı’da Müslüman halkın pek itibar etmediği balık ve deniz ürünleri yine de günlük hayatın içine işlemiş, balık pazarları da, meyhaneler ve şenlik sofraları gibi yüzlerce yıl bu şehrin göbeğinde olmuş, ona tadını, kokusunu ve kimliğini vermişler. Öyle ki,Evliya Çelebi “Dükkânları Balat’ta, Fenerkapısı’nda, SamatyaNarlıkapı’da, Piripaşa’da, Hasköy’de ve Kasımpaşa’da, nice yüzü Galata Tophane’de, Beşiktaş’ta, Boğaz’a kadar denizin iki tarafında, Üsküdar’da, kısacası meyhane olan yerlerde elbette balık pazarları vardır, zira neşe, şenlik yemeğidir” diyor.