‘Bitmeyen senfoni’ye eleştirel bakış

Cengiz Aktar’ın ‘Ademimerkeziyet’ adını taşıyan son eseri, okuyucuyu Sened-i İttifak’tan (1808) Nizamname-i Millet-i Ermeniyan’a (1863), Kanun-i Esasi’den (1876) günümüz yeni anayasa tartışmalarına, Osmanlı-Türk yönetim sistemindeki merkeziyetçilik/ademimerkeziyetçilik sorunsalı üzerine bir yolculuğa çıkarıyor.

FETHİ UFUK ÖZIŞIK

‘Bitmeyen senfoni’nin, yani yönetim sistemimizin ‘nasıl’ olması gerektiğine dair siyasî ve teknik tartışmaların, yasal metinlerin, reform çabalarının ve bu çabaların önünde ne gibi engellerin olduğunun kapsamlı bir sunumu, eserde tarihsel bir arka plan ve güncel gelişmeler ışığında karşımıza çıkıyor. Yazar, çalışmasında ‘ademimerkeziyetçi’ bir üslubu benimsiyor, ancak bunu yaparken, yerelleşmenin ve bölgeselleşmenin Türkiye siyasetinin aşırı merkeziyetçilikten kaynaklanan sorunlarına nasıl çözümler getirebileceğini özenle oluşturulmuş zengin, detaylı bir içerik ve ek dokümanlar ile açıklamaya da özen gösteriyor.

Prens Sabahattin ve Ahmet Rıza

Eserin ilk bölümlerinde, erken cumhuriyet döneminin ve onun miras kabul edip devam ettirdiği 19. yüzyıl Osmanlı reform siyasetinin altının çizilmesi ciddi önem arz ediyor. Nitekim İttihat ve Terakki içerisinde Prens Sabahattin ve Ahmet Rıza arasında yönetim sisteminin nasıl olması gerektiğine dair cereyan eden fikir ayrılıklarının ve tartışmaların güncel Türk siyasetinde de neredeyse olduğu gibi devam etmesinin tarihsel açıdan ironik bir durum teşkil ettiğini söylememiz gerekiyor.

Özellikle 2002’den sonra AKP iktidarı döneminde çıkarılan yerel yönetim yasalarının ve Kalkınma Ajansları’nın oluşturulma sürecinin siyasî, idarî ve ideolojik çatışmalar bağlamında ele alınması da çalışmanın ilgi çekici bir bölümünü oluşturuyor. Nitekim siyasal iktidarın 2003’ten itibaren Avrupa Birliği’ne (AB) uyum sürecinin rüzgârıyla yönetim sisteminde giriştiği yapısal dönüşümün ilerleyen dönemde akamete uğramış olması da çalışmanın en önemli eleştirel yaklaşımlarından birini oluşturuyor.

Eserde, AB’ye aday ülke konumunda olan Türkiye’ye ademimerkezileşme bağlamında, AB’nin bölgesel politikasının ve bununla ilişkili olarak AB’ye uyum sürecinin ne tür fırsatlar sunabileceğine dair önemli ipuçları da veriliyor. Bu açıdan bakıldığında, eserin zenginliğini pekiştiren bir diğer boyutunun da, Avrupa Birliği (AB) üyesi olan Polonya, Fransa ve İspanya gibi, Türkiye’ye yerelleşme ve bölgeselleşme politikalarında ilham kaynağı olabilecek ülkelerin deneyimlerini de bütünlüklü bir biçimde sunabilmesi olduğunu söylemekte yarar görüyoruz. Akademik literatürde ‘Avrupalılaşma’ olarak bilinen kavrama da dolaylı olarak atıfta bulunulan eserde, üye ve aday ülkelerin AB’nin bölgesel politikasına uyum kapsamında yönetim yapılarında ve sistemlerinde gerçekleştirdikleri reformların bu üç farklı ülke özelinde ele alınmasının konuyla ilgili yazına kayda değer bir katkı sunduğunu belirtmenin doğru olduğunu düşünüyoruz. Ülkemizde, ademimerkeziyete yönelik söylemlerin ve politikaların önündeki en büyük engelin ‘bölünme’ korkusu olduğunu hesaba kattığımızda yazarın diğer ülkelerde, özellikle de 19. yüzyıldan itibaren idarî sistemimizin yapılandırılmasında örnek aldığımız Fransa’da yaşanan yerelleşme ve bölgeselleşme süreçlerini akılcı bir şekilde irdelemesi, bahsi geçen korkunun bertaraf edilmesi yönünde ciddi katkılar sunuyor.

Neden ve nasıl ademimerkeziyet?

Çalışmanın belki de en can alıcı kısımları ise yeni anayasa çalışmaları kapsamında siyasal Kürt hareketinin ademimerkeziyet esasına dayalı idarî yapılanma tekliflerinin ele alındığı son bölümde karşımıza çıkıyor. Bölünme korkusunun, bir diğer deyişle “Sèvres Sendromu”nun en temel itici güçlerinden biri olan Kürt Sorunu’nun çözüm sürecine girdiği şu günlerde, statükoyu dönüştürücü bir aktör olarak ortaya çıkan ve giderek meşruiyeti artan Kürt siyasal hareketinin radikal olarak nitelenebilecek yaklaşımlarının ve önerilerinin incelenmesi eserin özgünlüğünü bir kat daha perçinliyor. Yine Gezi Hareketi ile ilişkili olan İstanbul Sözleşmesi, Bursa Nilüfer Belediyesi’nin geliştirdiği Yerel Açık Yönetim Yönergesi gibi uygulamaların ele alındığı son bölümde, ‘aşağıdan yukarı şekillenen’ yerel yönetim anlayışının güncel deneyimleri de okuyucuya, katılımcı demokrasinin ülkemizdeki gelişiminin kavranması açısından değerli bilgiler sunuyor. Cengiz Aktar’ın bu çalışması, gerek konuyla ilgilenen akademisyenlere ve araştırmacılara gerek üniversite öğrencilerine, “neden ve nasıl ademimerkeziyet?” sorusunun cevaplanması bağlamında değerli katkılar sunuyor.

Etiketler

Cengiz Aktar