“ABD’de Ermeni Soykırımı Araştırma Merkezi’nin (Armenian Genocide Recource Center) Internet sitesinin manşetinde bir yazı:
‘To Be Armenian in Turkey’ (Türkiye’de Ermeni Olmak)
1915 Ermenileri adlı blog’unda aynı yazı.
Ve birçok Türkiye karşıtı, Ermeni sitesinde.”
Funda Özkan’ın Klara Yeteroğlu vakasını haberleştirdiği köşe yazısı böyle başlıyor. Klara’nın kompozisyonu birçok Türkiye karşıtı Ermeni sitesinde haber olmuş. Yazıyı birinci sayfadan, manşetten duyuran Akşam gazetesinin yazı işleri de farklı bir dil seçmedi. Gazeteye göre kompozisyon, radikal Ermeni sitelerinde manşet olmuştu. Bu tip her vakada olduğu gibi tıklanma rekorları kırıyordu. Aynı gün bütün haber siteleri Akşam’ın haberini bu klişelerle sayfalarına taşıdılar. İlgiyi gören gazete, hemen Klara, annesi ve babasını gazeteye davet etti, onlarla yapılmış bir söyleşiyi ertesi gün birinci sayfadan yayımladı. Habertürk de konuya ilgisiz kalmadı, ertesi gün birinci sayfadan Klara’nın hikâyesini işledi. Medya Klara’yı çok sevmişti. Meselemiz tam da medyanın onu bu şekilde sevmesidir.
Ne diyordu Klara, Darüşşafaka Lisesi’nin ‘Ahmet Rasim Yaşıyor’ başlıklı kompozisyon yarışmasında?
“Son yıllarda ülkemizde meydana konmak istenen bazı kavgaları ve anlaşmazlıkları görünce aklıma sorular geliyor. Neden yüzyıllarca bir arada yaşayan bu iki dost topluluk birbirine düşürülmek isteniyor? Acaba ben hangi tarafta olmalıyım? Ya da bir tarafta olmak zorunda mıyım? (...) Bence sorun yine dış kaynaklı güçler. Bizim bu ülkede rahat olmamızı istemiyorlar. Ben hem Türk’üm hem de Ermeni. Ben aslında Türkiyeliyim.”
Böyle diyor Klara. Klara 14 yaşında. Erdil Koleji 8. sınıf öğrencisi. Siyasi meselelere o yaşın penceresinden bakması doğal. Annesinin Türk olduğunu da unutmayalım. Klara’ya hiçbir şey diyemeyiz. Hislerinde samimidir. Burada sorun, devletin resmi görüşüyle gayet uyumlu bu hisleri, tutup yarışmada birinci yapan, sonra da gazetelerde çarşaf çarşaf yayımlayan mantıktadır. Sorun, bu kompozisyona sitelerinde yer veren ve yıllardır ‘soykırım’ meselesiyle uğraşan, yurtdışındaki –büyük kısmı buradan, 1915’te olanlar nedeniyle göç etmek zorunda kalan– Ermeni toplulukların, “radikal”, “Türkiye karşıtı” olarak tanımlanmasındadır. Sorun, bu kızcağızın hislerinin ‘İşte doğru Ermeni tutumu’ mesajıyla bize dayatılmasıdır. Sorunun kökü buradadır. Çünkü Türkiye’deki resmi tez, yıllarca, iyi Ermeni’nin böyle bir Ermeni olduğunu söyledi. Hatta herkesin kafasına kaktı. Anaakım medya bunu doğru olarak kabul etti, Hürriyet’in öncülüğünde tüm Türk basını yıllarca bu doğrultuda yayın yaptı, bu örnekleri büyüttü, manşetleştirdi. Ve tabii şu da var: Bunları devletin komutuyla, zorla, mecburen yapmadılar. Tabii ki devlet böyle istiyordu ama bir yandan da sevdiler bu duruşu. Çünkü bu tez çok kullanışlıydı. Hem Ermenileri, azınlıkları sever gibi görünüyordunuz, hem de resmi görüşün dışına çıkmıyordunuz. Ne güzel oluyordu. ‘Kazan-kazan’ durumu.
Tekrar altını çizelim: Bu duygular elbette Klara’nın gerçek duygularıdır. Kızcağız öyle hissediyor ki, öyle yazmış. Fakat burada da birkaç cümle etmek isterim. Bu, olur. Yani bu tip eşitsiz ilişkilerin var olduğu toplumlarda azınlık üyelerinde bu his olur. O eşitsiz denklemde yaşamak yorucudur çünkü kimileri için. Bir şey olmuyormuş gibi yaşamayı tercih edebilirler. Mevcut eşitsizliği, çoğunluğun ürkütücü, bazen sessiz kalarak bile oluşturduğu baskıyı görmek istemeyebilirler. “Aslında siz de iyi insansınız” cümlesindeki ayrımı, tehdidi anlasalar bile anlamazlıktan gelmek isteyebilirler. Çünkü otorite, resmi görüşünü öyle gür bir sesle toplumun üstüne boca eder ki, ‘azınlık’ artık iyice geri çekilir. Bunu kimi zaman bilerek, kimi zaman da bilmeyerek yapar. Dolayısıyla, “Neden yüzyıllarca bir arada yaşayan bu iki dost topluluk birbirine düşürülmek isteniyor?” sözünü söyleten, otoritedir, çoğunluğun baskısıdır. Bu sözlerde bir kıstırılmışlık, bir çaresizlik vardır.
Elbette,Klara adına ya da bu görüşleri savunanlar adına konuşmuyorum, “Doğru tavır budur” gibi siyasi bir komiserlik de yapmaya çalışmıyorum. Sorunumuz daha büyük: Neden böyle hissediyorlar? Kanımca, gazetecilere, bilim adamlarına düşen, bu sorunun peşine düşmek, bu psikolojinin kökenlerini araştırmak, mevcut eşitsizliğin ve çoğunluk tahakkümünün nasıl olup da insanları bu hale getirdiğini görmek, göstermektir. Bunlar olmazsa bir adım ileri gidemeyiz. Buralarda da toprağı kazmalı, buralardan çıkanları dikkatle ele almalıyız. Üstelik, Klara’nın babası şunları söylemişken:
“Sivaslıyım. Üç kardeşiz. Ortaokul mezunuyum. 6 yaşında kuyumculuğa başladım. Babam Karayolları’nda işçi olarak çalışıyordu. Sivas’ta yaşadığımız zamanlarda, Ermeni olduğumuz için gurur duyduğumuz dönemler oldu. El üstünde tutuluyorduk. Ancak, babam işyerinde aldığı tepkiler yüzünden ismini değiştirmek zorunda kaldı. Kevork’tu, Tevfik oldu. İşyerinden çıkarmakla tehdit ettiler, Ermeni olduğu için. Ben de okulda birçok kesimden dışlandım. İlkokuldayken, ‘Ermeni’yim dediğimde ‘ASALA mısın?’ derlerdi. Evlendikten sonra Dilek’in köyüne gittik. Dilek’in amcasının hanımı baktı, ‘Aaa, aynı bizim gibi. Eli kolu var’ dedi. Askerliğimi Güneydoğu’da yaptım. Kuzey Irak’ta 13 ay kaldım, gönüllü gitmiştim. Orada bölük komutamın ‘Sen Ermeni’sin, burada durman sakıncalı değil mi? dedi. Gerçekten Klara gibi düşündüğüm için orada kaldım.”
Babanın söyledikleri, mevcut tabloya daha çok uyuyor. Ama böyle bir hikâyenin manşet olmasını beklemiyordunuz herhalde, değil mi? Zira vaka-yi adiyedendir.