Pazartesi günü Sevag Balıkçı’nın öldürülmesi ile ilgili duruşma vardı Diyarbakır’da. Bu seferki duruşma bir başka önemliydi. Neden? Çünkü olay sonrasında “kazaydı” diye ifade veren tanıklardan biri ifadesini değiştirmişti. Demişti ki, “Ben ilk başta baskı altındaydım. Ama şimdi gerçeği söyleyebilirim.” Sabah gazetesinin haberine göre şöyle demişti tanık: “Olay günü tel örgü çekiyorduk. Çalışırken Kıvanç Ağaoğlu silahını dolduruşa alıp Sevag Şahin’e doğrulttu. Ve silahla ateş etti. Sevag Şahin yaralandı. Kıvanç’ın Sevag’a neden ateş ettiğini bilmiyorum. Kıvanç ile ailesi, özellikle de dayısı, Kıvanç’ın lehine ifade vermemi söyledi.”
Bu ifade üzerine, 29 Mart’ta yapılması gereken duruşma öne çekildi, ki tanık yeniden baskı altında kalmasın. Tanık işte bu son duruşmada şunları söyledi: “Tel örgüleri bağlarken ve eğik vaziyetteyken bir G-3 tüfeğinin kurma kolu sesini duydum. Ardından da bir el silah sesi duydum. Kafamı kaldırıp baktığımda Ağaoğlu, elinde G-3 silahıyla karşısında bulunan er Sevag Şahin Balıkçı’a silahı doğrultur vaziyette duruyordu. Balıkçı da o arada yere düştü.
Bu ifade üzerine sanık serbest bırakıldı. Çünkü anlaşılan, tanık duruşmaya çıkınca yine korkmuş, olup biteni beklenen netlikte anlatamamıştı. Sevag Balıkçı’nın annesi Ani Balıkçı duruşmadan sonra Star TV’ye çıktı, duruşmada olup bitenleri anlattı. Tanığın, olayı anlatırken titrediğini söyledi. Belli ki hâlâ korkuyordu tanık. Fakat mahkeme elinde yeterli delil olmadığı için, ikiye karşı bir oyla, sanığın tutuklanmasına gerek görmedi. Biz de bu kararla, öylece kalakaldık. Belki mahkeme teknik olarak normal bir karar vermişti ama bu, artık normal bir dava olmaktan çıkmış durumda. Bu vakanın ‘ırkçı bir cinayet’ olduğu yönünde yeterince ipucu birikti. Mahkemenin bunu görmezden gelmesi son derece sıkıntılı bir durum yaratıyor.
Biraz geriye gidelim. ‘Kaza’ ne zaman olmuştu? Unutmak mümkün değil. Bir 24 Nisan günü. Üstelik Paskalya Yortusu’nda. Tetiği çeken kimdi? Ülkücü görüşleriyle bilinen bir er. Tetiği çekenin Facebook ve benzeri mecralardaki mesajlaşmalarında ne görülüyordu? Milliyetçi mesajlar. Buna rağmen –Hürriyet gazetesi de dahil olmak üzere– resmi kurumlar bize ne nedi? “Bu iş kazadır.” Hatırlayalım, olaydan sonra Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamayı:
“Karakola 40-50 metre mesafede aşırı yağıştan zarar gören mevzi ve fens tellerinin onarımını yapmak üzere karakoldan 7 kişilik bir çalışma grubu oluşturulmuş, iki personel de çalışma grubunun emniyet unsuru olarak görevlendirilmiştir. Aynı gün saat 11.15 sıralarında, çalışan grubun emniyetini sağlayan ve vefat eden erimizin çok samimi arkadaşı olup emniyetle görevlendirilen bir er, kendisine zimmetli bulunan piyade tüfeği ile oynadığı sırada, çalışma grubunda bulunan ve o esnada birkaç metre ötede çalışmakta olan Jandarma Er Sevag Şahin Balıkçı'yı karın boşluğundan kazaen yaralamıştır. Olaya ilişkin olarak, Diyarbakır 2'inci Hava Kuvvet Komutanlığı Askeri Savcılığı'na gecikmeksizin bilgi verilmiş, Askeri Savcılığın yetkilendirmesi ile de Kozluk Cumhuriyet Savcılığı tarafından olay yeri incelemesi ve adli tahkikat yapılmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda, Kozluk Sulh Ceza Mahkemesi tarafından, olayda kasıt görülmemesi üzerine ölüme sebebiyet veren er tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır.”
Diyor ki, “Biz soruşturduk, kasıt yok, olay ‘kazaen’.” Bu durumda şöyle genişçe bir nefes alıp vererek ve sakin olmaya çalışarak sormamız lazım. Neden hep böyle oluyor allahaşkına? Neden Hrant öldürüldüğünde Emniyet Müdürü ekrana fırlayıp “Örgüt yok” diyor? Neden 24 Nisan’da Sevag Balıkçı ülkücü görüşe yakın bir er tarafından öldürüldüğünde herkes bize “kaza” diyor? (Hürriyet’in bu süreçte yaptığı haberlerle ilgili olarak bkz. Alper Görmüş’ün 31 Ocak tarihli yazısı.) Neden devletin ilk refleksi olayı örtbas etmek oluyor? Ve en önemlisi, neden ‘zanlılar’ kayırılıyor? Neden Ogün Samast’a Türk bayrakları önünde fotoğraf çektirildi? Sevag Balıkçı’ya tetiği doğrultanlar hangi rahatlık içinde tanık üzerinde baskı kurdular? Kozluk Cumhuriyet Savcılığı ne biçim bir soruşturma yapmış ki tanık üzerinde baskı kurulduğu sonucuna varamamış? Tanıklara “Üzerinizde baskı var mı?” diye sormak akıllarına gelmemiş mi? Halbuki ilk akıllarına gelenin bu olması gerekmez mi?
Askeriyle siviliyle ‘yargı’ bütün bunları nasıl görmezden geliyor, anlayamıyoruz. Ani Balıkçı şöyle dedi o günkü yayında: “Diğer tanıkları da vicdanlarının seslerini dinlemeye çağırıyoruz.” Ne diyelim bilemiyorum. Vicdanlara sığınmaktan başka çare bırakılmıyor insanlara. Bu ülkede adalet sadece vicdanla mı işleyecek? Birilerinin vicdan azabı çekmesini mi bekleyeceğiz her seferinde? Savcılık, polis ne yapar? Neden hep bu ‘bu tip’ vakalarda soruşturma eksik kalır, neden hep gizli bir elin ‘sonuna kadar’ gidilmesine engel olduğunu görürüz? Asıl –ve bence cevabı hayli korkutucu olan– soru şu: Gizli bir el yok mu? ‘Bu tip vakalar’da süreç zaten ‘kendiliğinden’ mi, sonuna kadar gitmiyor? Sistem kendiliğinden mi böyle işliyor?
Sormamız gerekiyor. Sayın Başbakan ve Sayın Genelkurmay Başkanı’na sormamız gerekiyor. Cemaatimizde çok güçlü bir algı oluştu. Bu ülkede Ermeni öldürürsen devlet sana pek dokunmuyor. Evet, bu algı güçlüdür, hele bu son duruşmadan sonra. Dolayısıyla, soruyoruz sayın Başbakan’a ve sayın Genelkurmay Başkanı’na: 24 Nisan 2011’de bu ülkede bir Ermeni gayet şüpheli bir biçimde hayatını kaybetti. Bir çift sözünüz var mı? Geride kalan acılı aileye, Ermeni gençlere ve anne-babalarına söyleyecek bir çift sözünüz var mı?