ORAL ÇALIŞLAR

Oral Çalışlar

Sıfır Noktası

Peki şimdi ne yapacağız?

 

Bir çaresizlik durumunda mıyız? Büyük sürprizlerle mi karşılaştık? Bir bakıma evet, bir bakıma hayır. Mahkeme, savcının talep ettiğinin bile çok gerisinde; bu duruşmalar hiç yapılmamış, bu bilgiler hiçbir şey ifade etmiyormuş şeklinde bir karar aldı. Bu kadarını, doğrusu beklemiyorduk.

Savcı ne diyordu? Bu cinayet, üç-beş çocuğun öfkeyle yaptığı bir eylem değildir. Örgütlü bir eylemdir, Ergenekon’la bağı araştırılmalıdır. Mahkeme ne diyor: Örgütsüz bir eylemdir, üç- beş çocuk bile yoktur, birbirinden bağımsız iki kişi vardır. Onun birisi de zaten çocuktur.

Bu kadarı sürpriz tabii ki. Sürpriz olmayan ve şaşırtıcı olmayan tarafı ise, zaten bu mahkemenin, cinayetin asıl azmettiricilerine ve kışkırtıcılarına ilişkin bir şey yapmayacağını çoktan belli etmiş olması. Davanın derinleştirilmesi taleplerine hep geçiştirici kararlarla karşılık vermişti.

Tabii, daha derinde olan durum, ülkemizdeki yargıya egemen olan zihniyettir. “Yetmez ama evet” dedik. Yargıçların kendi yöneticilerini kendilerinin seçmesine destek verdik. Doğruydu bu. Artık HSYK üyeleri bir avuç yargı eliti tarafından belirlenmiyor, büyük çoğunluğu yargıç ve savcıların oylarıyla seçiliyor.

Tabii, yargıçların, yargı kurumlarındaki isimleri belirleyeceği aşamasına gelmek bir gelişme. Yargıçların kendi yöneticilerini seçmeleri yetmez, zihniyetlerinin de değişmesi gerekir. Asıl sorun burada. Türkiye’de yargıçlara, savcılara, cümle hukukçulara egemen olan asıl anlayış, ‘devlet-birey’ ilişkisinde devletten yana olmaktır. Devletin âli çıkarları için bireyin özgürlükleri ve hakları bir yana itilebilir.

İşte Hrant Dink davasında karar veren hâkimler de bu kültürün bir parçası, bu zihniyetin bir ürünü. Onlara göre devlet korunmalıdır. Hele de öldürülen bir Ermeni’yse, bir muhalifse, hakkı hukuku haydi haydi bir yana bırakılabilir.

Sorumlu siyasi iradedir

Bu kararı mahkeme verdi. Kamu vicdanına, oluşmuş toplumsal duyarlığa rağmen böyle bir karar verildi. Başından belliydi, bu cinayetin iki-üç tetikçiyle sınırlı tutulmak istendiği. Siyasi irade de, değişik düzeylerde sorumluluğu bulunan görevlilerini korumayı, gerçeğin ortaya çıkmasına tercih etti.

Ergenekon, Kafes ve Balyoz davalarında kendisine yönelik suikast, darbe girişimlerine karşı büyük bir direnç ve enerji gösteren siyasi iktidar, iş Hrant Dink cinayeti davasına gelince sakinleşiyor, sessizleşiyor ve hareketsiz hale geliyordu. Daha da ötesi, bilgilerin hasıraltı edildiği, cinayetin önlenmesi mümkünken, en iyimser değerlendirmeyle “Boşver, öldürsünler” tutumunun benimsendiği İstanbul’un valisi AK Parti’den milletvekili yapıldı, emniyet müdürü ise Osmaniye’ye vali. Bu da bir mesaj olarak okunabilirdi, okundu.

Başbakan, Hrant’ı öldürenlerin kendisini de öldürebilecekleri değerlendirmesinde bulunuyordu 5 yıl önce. fiimdi acaba hangi değerlendirmelerde bulunuyor, doğrusu merak ediyorum. Bu utanç verici tablo karşısında nasıl bir tutum alacak, onu da merak ediyorum.

Biz ne yapacağız?

Biz Hrant’ı kaybederek aslında çok şeyi kaybettik. Bundan sonraki çırpınışımız, hiç olmazsa onu yattığı yerden kaldırabilecek bir şeyler yapabilmekti. Hrant’ın özlemini duyduğu bir adalete doğru yol alabilmekti.

Görünen o ki, bu yolculuk kolay bir yolculuk değil. Ama imkânsız da değil. Hrant’ın cenazesinde yürüyen on binler, ona ağıt yakan milyonlar, bu toplumun iyi tarafını, tutulabilecek bir dal olduğunu gösteriyor.

Bu dala tutunacağız. Toplumun duyarlılığından güç alacağız. Hrant’ın hayal ettiği bir Türkiye ve adalet arayışını sürdüreceğiz.

Evet, bu dava, Türkiye’nin vicdanlı insanları “bitti” demedikçe bitmeyecek.

Bitmedi...