BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Ermeni meselesi: Hukuk ve vicdan

 

1915’in sonucu malum: 1) Anadolu’nun 2 milyona yakın nüfuslu en üretici halkı bugünkü 55 bine indi; 2) Bu yüzden, Anadolu’da maddi ve manevi uygarlık perperişan oldu. TC sıfıra dönüp başladı.

Perişanlık o günle sınırlı kalmadı. Bugün dünya yüzündeki Ermeniler büyük acı ve hınç içinde, Türkler de ne yapacaklarını bilemez durumda. Tek bir kelime ikisini de esir aldı. Birinciler ‘soykırım’ demeyene kulağını tıkıyor, ikinciler de ‘soykırım’ diyene. Duruma çeşitli açılardan girmeye çalışalım.

Hukukta durum

Türkiye’nin en sağlam hukukçularından, genç akademisyen arkadaşım Kerem Altıparmak’la konuştuklarımın ve yaptığım okumaların kısa özeti:

1) Devletler, iç hukuklarında başka devletleri yargılayamazlar (‘Bağışıklık İlkesi’). Türkiye, ancak, uluslararası hukukta ve Osmanlı’nın halefi olarak, hukukun ‘devletlerin halefiyeti’ kavramı üzerinden sorumlu tutulabilir.

2) Uluslararası hukukta sorumluluk, cezai ve hukuki (tazminat, vs.) olarak ikiye ayrılır. Türkiye iki açıdan da sorumlu tutulamaz, çünkü 1948 Sözleşmesi’nde cezai sorumluluk bireyseldir ve ilgililerin hepsi ölmüştür. Hukuki sorumluluk, sözleşmenin 1. maddesi gereği alması gereken önlemleri almadığı için devletin olabilir, ama iki koşul varsa: Eylemin 1948’den sonra olması, ‘süregelen ihlal’ dediğimiz durumun olması.

Birinci koşul yoktur, çünkü sözleşme geriye yürümez. Tarafların birlikte başvurdukları saygın uluslararası hukuk kuruluşu ICTJ’nin raporu da net biçimde aynı hükmü vermiştir: “1948 Sözleşmesi, geriye yürümeyeceği için, 1915 olaylarıyla ilgili olarak hiçbir kişi veya devlete hukuki, mali veya topraksal talepte bulunma olanağı tanımaz.” İkinci koşul ise vardır, çünkü Türkiye Ermeni mallarını tazmin etmemiştir, fakat ‘makul süre’nin geçmemiş olması gerekir. Oysa bu süre geçmiştir. Çünkü:

BM İnsan Hakları Komitesi’nin bu süreyi II. Dünya Savaşı öncesine götürmeme kararı vardır. Diğer yandan, BM Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun hazırladığı sözleşme taslağının 13. maddesi şöyle demektedir: “Eylemin meydana geldiği anda devleti bağlayan bir uluslararası kural yok ise, devletin eylemi uluslararası kuralları ihlal etmiştir denemez.”

Siyasette durum

“Biz onlara yapmadık, onlar bize yaptı!” vicdansız ezberinin yarattığı büyük tepki yüzünden, siyasette olay bambaşkadır. Belki Azeriler dışında, bugün dünyada 1915 sayısını görüp de ‘soykırım’ demeyen tek bir Adem veya Havva kalmamıştır. Sırayla bütün parlamentolar, ama bilir ama bilmez, Türkiye’yi mahkûm eden kararlar almaktadır. Yukarıda sözünü ettiğim ICTJ, cümlesinin sonuna, kendisine sorulmadığı halde, şunu eklemiştir: “Bununla birlikte, Sözleşme’de kullanılan soykırım terimi, daha önce cereyan etmiş benzeri olaylar için kullanılabilir.” İşte bu kadar!

Bu kadarla da kalmaz. O dönemde hayat sigortası yaptırmış Ermenilerin torunları bugün sigorta şirketlerine zincirleme davalar açmışlardır ve tazminat işini buradan zorlamaktadırlar. Yarın bu şirketleri mahkûm ettireceklerdir ve şirketler de Türkiye’ye rücu etmenin yollarına düşecektir. Anadolu’da yıkılan binlerce Ermeni anıtı ve özellikle kilisesi hakkında ABD Kongresi’ne karar aldırmaktadırlar. Mürekkep faiz işte böyle çalışır.

Böyle çalışır, ama burada durmaz. Madem inkârcı devlet mahkûm edilememektedir, bireyler hedeflenir. “1915’te biz kimseyi öldürmedik, onlar öldürdüler” diyen inkârcıları ve sadece “1915 olaylarının soykırım olarak adlandırılması yanlıştır” diyen tartışmacıları hep birden hedef alan yasalar çıkartılır. Önce bir ‘yasa’yla 1915’in adı konur, sonra bir ‘yasa’ daha çıkarılıp o adın tartışılması (contestation) cezalandırılır. Bu konuyu bir dahaki sefere ele alıp teknik ayrıntısıyla yazacağım. Burada şu kadarını söyleyeyim ki bütün bunlar, sadece ve sadece, Türk devletinin İttihatçı katilleri savunma ezberinin sonuçlarıdır, efendim.

Vicdanlara gelelim

Türkiye, sırf vicdansız bir ezber yüzünden, ‘Dünyanın Kokarcası’ vaziyetine düşmüştür. Bu durumda yapılabilecek şey, bir sözleşmenin geri yürümemesine sığınmak yerine, vicdanları konuşmaya bırakmaktır. Üstelik, çok nadir görülen bir biçimde, bu, ulusal çıkar denen kavrama da uygun olacaktır. Türk devleti derhal ama derhal, en üst düzeyde resmi bir bildiri yayımlamalıdır:

“1) Türkiye Cumhuriyeti, sebepleri ne olursa olsun, Osmanlı’nın dağılma döneminde vuku bulan 1915 olaylarında Ermeni vatandaşların maruz kaldığı elim acıların, bütün Türkiye’nin öz acısı olduğunu bildirir ve Ermeni kardeşlerinin duygu ve acılarını paylaşır.

2) Türkiye Cumhuriyeti, sebepleri ne olursa olsun, bu vahim durumu kendi vatandaşlarından bugüne kadar gizlediği için samimi özürlerini ifade eder.

3) Türkiye Cumhuriyeti, bu acıları sembolik olarak hafifletmek amacıyla, Ermeni Osmanlıların torunlarına, yitirilmiş değerleri için şu şu ölçüler dahilinde ve şu şu tarihler içinde ödeme yapacağını açıklar.”


 

Önemli not: Kaldı ki, hukuk bağladığın yerde otlamaz. K. Altıparmak’ın son gözlemleri çok uyarıcı nitelikte: AİHM’nin son zamanlarda verdiği sinyaller, ‘makul süre’ kavramını yeniden düşündürebilir. ‘Süregelen ihlal’ hipotezi yerine ‘sonradan çıkan kanıt’ hipotezi uç vermekte. Sovyetlerin 1940’ta Polonya’da yaptığı Katin Ormanı katliamı hakkında önce SSCB, sonra Rusya tarafından, 1990-2004 arasında soruşturma yapılmıştı. Bunun yetersizliği iddiasıyla iletilen başvuruyu AİHM ‘yaşam hakkı’ açısından incelenmeye değer buldu. Gerçi 1915 üzerine ‘yeni kanıt’ yok ve ‘makul süre’ yine geçerli, ama devran dönüyor. Vicdan için değil, hukuk için.