'Üç Arkadaş'ın Artin'i bir varmış bir yokmuş

Esra Gedik, bu hafta yayınlanmaya başlanan 'Üç Arkadaş' filminin dizi uyarlamasında yok edilen Artin Dartanyan karakterini ve tek tipleştirilen beyaz camı yazdı.

ESRA GEDİK

Uzun zamandır ileri demokrasi ve onun hayatımızı şekillendiren yan etkilerinden konuşuyoruz. Bu yan etkilere karşı mücadele ederken, her ne kadar “devrim televizyonlardan yayınlanmayacak” desek de büyük beyaz camda neyin, nasıl verildiği ve bu veriliş şeklinin sistemli şekilde nasıl değiştiğini incelemek de önemlidir.

Bundan birkaç yıl önce televizyonda yayınlanan dizilerin konuları, karakterleri, göndermeleri, daha cesurdu. On beş yıl önce ‘Sıcak Saatler’ adlı dizide hukukun iktidardan yana olduğundan, polis şiddetinden, iş cinayetlerinden özgürce bahsedilebiliyor ve dönemin hükümetleri, politikacıları eleştirilebiliyordu. On yıl önce Bir İstanbul Masalı dizisinde eşcinsel bir erkek karakter yer alıyordu ve cinsel yöneliminden, âşık olduğu erkeklerden bahsedilebiliyordu. Sadece üç yıl önce Neşeli Günler filminde Adile Naşit’in “nane likörü mü? Bayılırım” deyip şen kahkahalar attığı sahneyi izleyebiliyorduk.

Günümüzde bu cesareti gösteren diziler çok kısa sürede yayından kaldırılıyor: ‘Kayıp Şehir’, ‘Bu Kalp Seni Unutur Mu?’ dizileri gibi. Daha kötüsü, yukarıda bahsi geçen dizilerin tekrarları sansürlenerek veriliyor. ‘Bir İstanbul Masalı’, yayınlanmasından altı yıl sonra gösterilen tekrarlarında eş cinsel Zekeriya karakterinin bölümleri çıkartılarak verildi. Bülenç Arınç’ın “kadınların kahkahası” çıkışını tartışırken Star TV kanalı Neşeli Günler filminde Adile Naşit’in kahkahalarının sesini kıstı. Alkol kullanım yasaklarını tartışırken aynı film “nane likörü” sahneleri kesilerek ekrana geldi. Seks işçilerinin haklarından konuşulurken seks işçisi bir transın yaşadıklarına yer veren ‘Kayıp Şehir’ yayından kaldırıldı. Recep Tayip Erdoğan’ın kızlı erkekli söyleminin hemen ertesinde gençlik dizilerinde gösteril(mey)en cinselliğin özendirici olduğu tartışmaya açıldı. Bu dizilerin milyon dolarlara Arap ülkelerine satılıp Türkiye’nin nasıl modern bir ülke olduğu söylemini pekiştirilmek için kullanılması ise ayrı bir soru işareti olarak aklımızda durmalı. Senarist Gaye Boralıoğlu bu durumu bir röportajında çok güzel özetliyor:

“Bir İstanbul Masalı’nı yazdığımızda ortam biraz daha rahattı. Eşcinsel karaktere yapımcı ya da kanal itiraz etmedi, sadece bu karakteri ele aldığımız sırada reytinglerin belli bir noktayı garantilemiş olmasını tercih edeceklerini söylediler. Zekeriya ile ilgili gerçeği yedinci, sekizinci bölümden itibaren ortaya çıkardık. Seyirciden kayda değer bir olumsuz tepki almadık. Tam tersi gey-lezbiyen çevreleri ilk defa sahici bir eşcinsel karakter izlettiğimiz için bizi kutladılar. Ne var ki muhafazakârlık arttıkça bu konudaki kaygılar, sansürler, otosansürler çoğaldı.”

Bu otosansür sadece LGBTT bireylerin resmedilmesinde değil, televizyon ekranındaki etnik kimliklerde de etkili. Yabancı dizileri uyarlamak her zaman Türkiye’deki dizi sektörünün para kazandığı bir kapı olmuştur. Yabancı diziler haricinde Yeşilçam filmleri de uyarlanarak ekrana geliyor artık. Ancak bu uyarlama kılçık temizliyormuşçasına didik didik edilerek yapılır oldu. Uyarlanan kitap ya da Yeşilçam filminin hikâyesi ve karakterleri günümüz muhafazakâr ahlak koruyucusu iktidarın ve RTÜK’ün “Seyirciye çok ters gelecek karakterleri öne çıkarmayın ve sempatik göstermeyin.” ilkesi doğrultusunda didik didik edilerek yapılır oldu. Dahası bu ilkenin sınırları o kadar geniş ki uyarlanan ya da yeni yazılan senaryolarda her şey kesilme riskini taşıyor. ‘Türk aile yapısına uygun olmama’, ‘gençlerin ahlaki gelişimine zarar verme’ gibi bilimsel temeli olmayan kriterler senaristler, yapımcı ve yayıncılar için çok büyük engel oluyor.

Bu ilkelerin en yaygın uygulandığı noktalar ise cinsel, dinsel ve etnik azınlıklardır. Örneğin, Kürtler dizilerde cahil, aşiret kuralları ile yaşayan çerez tiplemeler olarak verilir ya da vatanı bölmek için çalışan “teröristler” olarak yansırlar. Hayatın içinden rasyonel düşünebilen, siyasi ve entelektüel birikimi olabilen, sanatçı, vb. Kürt karakterler dizilerde yer almaz. Dahası Yahudi ve Ermeni kimlikler ise neredeyse hiç yoktur, Kurtlar Vadisi ya da Reaksiyon gibi dizileri saymazsak.

Affedersiniz Artin Amca Nerede?

Bu yazıyı kaleme almama neden olan olay ise 9 Ekim günü ekrana gelen ‘Üç Arkadaş’ dizisidir. Üç Arkadaş dizisi aynı adlı Yeşilçam filminden uyarlandı. Üç Arkadaş yönetmenliğini Memduh Ün'ün yaptığı, Muhterem Nur ve Fikret Hakan’ın başrolleri paylaştığı 1958 tarihli siyah-beyaz bir klasik. Filmin 1971 yılında ikinci bir versiyonu çekilmiş ve Hülya Koçyiğit, Kadir İnanır, Halit Akçatepe ve Müşfik Kenter rol almışlardır.

İki filmin de dört temel karakteri vardır: Fotoğrafçılık yapan Mösyö Artin Dartanyan, niyetçilik yapan Murat ve ayakkabı boyacılığı yapan Mıstık isimli üç arkadaş, gözleri görmeyen ve geçimini çengelli iğne satarak sağlayan genç bir kız. Her iki filmde askeri darbe tarihlerine yakın gösterime girmiş olsa bile Ermeni karakter iki filmde de varlığını korumuştur.

Dönemin o siyasi ortamında varlığını korumuş Ermeni karakter günümüz siyasi ortamında yok olmuştur. Perşembe (9 Ekim) günü ekrana gelen Üç Arkadaş dizisinin bir uyarlama dizi olduğunun farkındayım. Karakterler modernize edilerek günümüze uygun hale getirilmiş. Örneğin, niyetçilik yapan Murat karakteri, dizilerde figüranlık yapan Murat olmuş. Ayakkabı boyacılığı yapan Mıstık karakteri, taksi şoförlüğü yapan Kısmet olmuş. Fotoğrafçılık yapan Artin amca ise gece bekçiliği yapan Rıza olarak karşımıza çıkar. Eski karakterler ile yeni karakterleri eşleştiren benim. İlk bölüm sonrası böyle bir resim canlandı kafamda.

Filmlerin hikâyesi günümüze göre modernleştirilirken, “tehlikeli” karakterler itina ile etkisiz hale getirilmiş. Henüz hafızalarımızdan silinmeyen “Affedersiniz bana Ermeni diyen oldu” açıklaması sonrası, dizide Ermeni bir karaktere yer verilmesini bekleyecek naiflikte değildim elbette ama Ermeni karakterin diziden silinmesi masum temelleri olan bir hareket gibi durmamakta. Dizinin ilk bölümü Ermenilerle ilgili ön yargılı replikler içermedi, muhtemelen ilerleyen bölümleri de içermeyecektir. Ancak en başından Ermeni karakterin dizide yer almaması, başka bir deyişle Türkleştirilmesi, bu ön yargı ve yerleşmiş tanımların varlığını koruduğunun göstergesi olduğu gibi yeniden üretilmesi de demektir.

Sonuç olarak, evet devrim televizyonlardan verilmeyecek. Ancak tarih televizyon aracılığı ile yeniden yazılıyor. Dahası bu tarihte hangi kimliklerin yer alıp almayacağını belirleyen muhafazakâr ve ahlak bekçiliği yapan söylem giderek etkisini artırıyor. Hikâyeler giderek birbirine benzerken, hangi dönemde geçtikleri giderek daha da belirsizleşiyor. En kötüsü ise karakterler, toplumda yapılmak istenildiği gibi tek tipleştiriliyor. Sanki her sınıfın, her kadının, her erkeğin, her Müslümanın, her Ermeninin, her Kürdün, her eştip hayatları ve homojen tepkileri varmış gibi. Toplumdan varlıkları silinmek istenen kimlikler de bir bir ekrandan siliniyor.

Kategoriler

Güncel Yaşam