Türkiye’nin yakın tarihi üzerine çalışan en yetkin isimlerden biri olan, Hollanda Leiden Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Bölüm Başkanı Prof. Erik-Jan Zürcher'le, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıkça dile getirdiği “Yeni Türkiye” ve “1920 ruhu” kavramlarının ne anlama geldiğini ve AK Parti’nin geçmişe bakışını konuştuk.
EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com
-
Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra sıkça dile getirilen ‘Yeni Türkiye’den ne anlıyorsunuz?
Bu, büyük ölçüde boş bir siyasi slogan ve bize AKP hükümetinin niyet ettiği eylemlerin muhtevasının gerçekten ne olduğunu gösteriyor. Erdoğan’ın fiilen ne söylediğine bakarsanız, çoğunlukla geçen 12 yıldaki başarılarından ve büyük gelecek vizyonundan bahsettiğini görürsünüz. Daha önceleri de, Demirel’in öne sürdüğü “Büyük Türkiye”, Ecevit’in vaat ettiği “Ak günler” ve Özal’ın sıklıkla vurguladığı “Çağı atlamak” gibi büyük vizyonlar olduğunu biliyoruz. Hâlihazırdaki somut önceliklerse anayasayı ve yargı sistemini değiştirmek. İşte şeytan bu ayrıntıda gizli. “Yargı sistemini daha demokratik hale getirmek” gerçekten ne anlama geliyor? Sistemi seçilmiş politikacıların kontrolü altına alması mı? Anayasa hangi doğrultuda değişecek? Kilit mesele, demokrasi anlayışının yüzde 51’in diktatörlüğünden farklı bir şey olduğunun görülmesi olacak.
-
‘Yeni Türkiye’ kavramını ‘İkinci Cumhuriyetçilik’ten ayıran nedir?
Erdoğan, açıkça ‘Yeni Türkiye’yi Kemalizm’in devletçi mirasının karşısına koyuyor ve 17-25 Aralık olaylarını ‘eski Türkiye’nin darbe yoluyla tarihin akışını değiştirmek adına yaptığı son girişim olarak nitelendiriyor. Israrla “devlet-millet” karşıtlığına referans veriyor. Eski düzen, milleti devlete hizmet eder kılarken, AKP bunu tersine çeviriyor ona göre. Burada şöyle bir soru beliriyor: Millet kim?
-
Erdoğan’ın ‘millet’i kimlerden oluşuyor?
Şüphesiz Erdoğan, tüm Türkiye nüfusundan bahsediyor ve TBMM’de sahip olduğu çoğunluğun ona millet bir bütünmüş gibi konuşma hakkı verdiğini düşünüyor. Başka bir deyişle, yüzde 42 ile 51 arasında oy almasına rağmen, milletin iradesini yorumlama hakkının sadece ona ait olduğu iddiasında. Bundan dolayı, onun Gezi ve Gülen Hareketi yorumları şöyle oldu: Sandıkta kazanamayacaklardı, bu yüzden hükümeti komplolarla devirmeye çalıştılar. Meselenin esasını böyle görmek, AKP’ye oy vermeyen ülkenin diğer yarısının herhangi bir kısmının siyasi hareketlerini doğrudan şüpheli ve hatta ihanete eş değer kılıyor.
-
Erdoğan, sıklıkla ‘1920 ruhu’na gönderme yapıyor ve bunu “Türklerle Kürtler arasındaki barış sürecini desteklemek” için yapıyor. ‘1920 ruhu’ nedir sizce?
Eğer böyle bir şey varsa, bu, Misak-ı Milli’yi kutsal kabul eden bir şey olmalı. Misak-ı Milli, “Osmanlı’nın Müslüman çoğunluğu”nun bağımsızlığını ilan eden bir belgedir ve açıkça Türkler ile Kürtlerin birlikte mücadelesine referans verir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da azınlıklara verilen hakların aynısını kendi azınlıkları için teklif eder, fakat bir Ermenistan kurulmasını veya Anadolu topraklarının bir kısmında Yunanistan olmasını reddeder.
-
Erdoğan’ın sıklıkla referans verdiği 1920 Meclisi’nde nasıl bir tablo görüyoruz?
Bu Meclis, 1919’ta seçilen son Osmanlı Meclisi mebuslarından ve her şehrin Milli Müdafaa Dernekleri tarafından seçilmeyen, ancak aday gösterilen temsilcilerinden oluşuyor. Bunların hepsi Müslüman, zira gayrimüslimler, söz konusu seçimin dışında bırakılıyorlar. Meclis’in yüzde 38’ini oluşturan bürokratlar ve askerler, parlamentoyu domine ediyorlar. İkinci büyük grup ise yüzde 17’yle Müslüman din adamları.
-
Gayrimüslimlerin seçimlere katılmasının yasak olduğu bir dönemi sürekli vurgulamak, azınlıklara karşı dışlayıcı bir tutum mudur?
Erdoğan’ın bu tarihsel detayları bildiğinden çok emin değilim. Bence, onun işine gelen şey, Türkiye’de yaşayan Müslüman toplumların çeşitliliğini kucakladığını göstermek. Bu noktada, şöyle ilginç bir soru aklıma geliyor. 1920 Meclisi’nin kati amacı sultan ve halifeyi savunmaktı. Bu meclis, birleşik bir Osmanlı Anadolusu’nun bağımsızlığının devamını istiyordu, fakat bir cumhuriyet kurma fikri daha ortada bile yoktu. Erdoğan, bunun farkında mı?
-
Bu göndermenin Kurtuluş Savaşı’na yapıldığını kabul edersek, esas motivasyonu Rumlar ve Ermeniler başta olmak üzere I. Dünya Savaşı sırasında yurdundan edilen gayrimüslimlerin geri dönmemesi olan bir savaştan bahsediyor olmaz mıyız?
Evet, bu savaş, çok açıkça Anadolu topraklarında Ermeni ve Rumların siyasi kurumlar inşa etmelerini engellemek içindi. Ulusal haklar hareketi diyebileceğimiz bu savaşın ilk destekçileri arasında, Soykırım’a katılmış veya “terk edilmiş” Ermeni ve daha az sayıda Rum mallarına el konulmasından nemalanmış birçok isim var. Savaşın milliyetçi liderlerinin yerleştiği Çankaya bağlarındaki Ermeni ve Rum evleri bile bu hikâyeyi kendiliğinde nçok iyi bir şekilde anlatıyor.
-
Bu dönemde azınlıkların ortak düşman olduğunu söyleyebilir miyiz?
Elbette, fakat bu dönemin sıklıkla vurgulanması, AKP’nin Hıristiyan azınlıkları Türk milliyetçilerinin gördüğü gibi iç düşmanlar olarak kurguladığı anlamına gelmiyor. İnsanların hafızasında Müslüman kimlik temelinde birlik dönemi olarak var bu dönem. Aynı zamanda, 2013’te vuku bulan olaylar, hem Gezi hem de Gülen Hareketi’yle ilgili mesele, gösterdi ki, AKP de sıkıştığında, dış güçlerin (İsrail, ABD ve AB) Türkiye’yi içerideki beşinci kol yardımıyla tehdit ettiği söylemini yineliyor. Bu iç düşmanlar, eski söylemdeki gibi eylemleri sebebiyle otomatikman “gerçek Türk değil” diye etiketleniyor.
23 Nisan 1920'de Birinci Meclis |
‘AKP, 1915 olaylarıyla yüzleşebilir, soykırımla değil’
-
AK Parti yönetiminde Türkiye’nin geçmişle yüzleşebileceğini düşünüyor musunuz? Bu anlamda 2015’ten ne bekliyorsunuz?
Türkiye, geçmişiyle yüzleşebilir ve yüzleşecektir. Ancak buradaki tehlike, geçmiş konusundaki seçicilik. Erdoğan, 1937-38 Dersim Harekâtı’nı mahkûm ederken, tarihe kayıt düşmek ve geçmişle yüzleşmekten çok, mevcut CHP’yi zor durumda bırakmak istediği için bunu yaptı. Yine de bence AKP hükümeti, 1915 olaylarını tanıma konusunda daha önceki herhangi bir hükümetin yapabileceğinden çok daha ileri gidebilir. Fakat “1915 olayları” konusunda olduğunun altını çizmeliyim. Bu soykırımı tanıma anlamına gelmiyor. Büyük ihtimalle, hükümet bu konuda “ortak acı” ve “uzlaşı ihtiyacı” söylemini kullanmaya devam edecektir.
‘Restorasyon, Kemalist projenin kalıntılarını yıkmak demek’
Yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “restorasyon süreci” kavramını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu, ancak Türk ulusal üniter devleti, sekülerizm ve yüzünü Avrupa’ya dönmeyi kapsayan Kemalist projenin kalıntılarını yıkmak anlamına geliyor. Davutoğlu, stratejik derinliğiyle nihayetinde çok az başarı sağladığı dış politikasında da benzer bir şeyler denemişti ve şimdi aynı şekilde, açıkça Cumhurbaşkanı’nın icazetiyle iç politikaya odaklanıyor. Bu kavramın merkezinde ise Türkiye’nin gücünü Müslüman dayanışmasından alması gerektiği fikri yer alıyor.