Dikranagerd’e hasret bir müzisyen

Küçük yaşta ailesiyle birlikte Diyarbakır’dan İstanbul’a göç eden Erol Yakar’ın, Ermenice şarkılardan oluşan ilk albümü ‘Can Dikranagerd’ (Can Diyarbakır) dinleyiciyle buluştu. Yakar’la, on aylık bir çalışmanın ardından, kendi imkânlarıyla çıkardığı albümünü ve hayat hikâyesini konuştuk.

Fotoğraf: BERGE ARABIAN

ÖZGÜN ÇAĞLAR
ozguncaglar@agos.com.tr

İstanbul’un Kurtuluş, tarihi adıyla Tatavla semtinde, hayatın yoğun bir şekilde aktığı meşhur Kurtuluş Caddesi üzerindeki Kalipso Müzik, dikkatli gözlerden kaçmıyor. Vitrininde her daim, yeni çıkan Ermenice, Rumca albümlerin bulunduğu bu küçük dükkân, yolunuz Tatavla’ya düştüğünde uğramadan edemeyeceğiniz bir yer.

Kalipso Müzik’in sahibi, 55 yaşındaki Erol Yakar, bugünlerde ilk albümünün heyecanını yaşıyor. Küçük yaşlardan itibaren çeşitli enstrümanlar çalan, Ferdi Özbeğen, Bülent Sabah gibi sanatçılarla beraber sahne alan Yakar’ın kendi imkânlarıyla çıkardığı ‘Can Dikranagerd’ 18 şarkıdan oluşuyor. Albümde, geleneksel Diyarbakır şarkılarının yanı sıra, sözleri ve müziği Yakar’a ait eserler de yer alıyor.

Diyarbakır’da doğan Yakar’ın ailesi, o henüz dört yaşındayken İstanbul’a göç etmek zorunda kalmış ama memleketle bağlantısını kesmemiş. Erol Yakar da, her yıl, tatilinin bir bölümünü Diyarbakır’da, dedesinin ve anneannesinin yanında geçirmiş. En son 1984’te, yani tam otuz yıl önce Diyarbakır’a gittiğini söyleyen Yakar, “Kurtuluş Caddesi’ndeki dükkânımı açtıktan sonra Diyarbakır’a gitmek nasip olmadı. Dedem ve nenem ölünce orada hiç akrabamızın kalmaması da gitmememde etkili oldu” diyor.

1992’de müzik çalışmaları için Avustralya’ya giden Yakar, albümde yer alan ‘Can Dikranagerd’, ‘Bidi Mernim Lur Çunis’ (Öleceğim, Haberin Yok) ve ‘Gantsni Orer’ (Günler Geçer) adlı şarkılarını orada bestelemiş.

‘Hrant için şarkı yapacağımı bilmezdim’

‘Can Dikranagerd’de, Hrant Dink için yazılmış bir şarkı da bulunuyor. Yakar, ‘Hranti Hişadagin’ (Hrant’ın Anısına) adlı bu şarkıdan söz ederken geçmişe dönüyor: “Kurtuluş’ta zaman zaman gittiğim bir lokal var. Rahmetli Hrant Bey de oraya okul arkadaşlarını görmek için gelirdi. Ona uzaktan bakıp gizli gizli hayranlık duyardım, arkadaşlarında olmayan bir karizma vardı onda. Tabii, Agos’u, yazılarını biliyordum ama nereden bileyim, günün birinde öldürülecek ve ben onun için ‘Hranti Hişadagin’ diye bir şarkı yapacağım...”

Yakar, aynı üzüntüyü, askerdeyken öldürülen er Sevag Balıkçı’nın haberini aldığında da yaşadığını söylüyor ve konu yine Diyarbakır’dan ayrılma hikâyesine geliyor: “Biz talihsiz bir milletiz; bir soykırım görmüşüz, isimlerimizi, kimliğimizi gizlemek zorunda kalmışız. Baksanıza, benim ismim bile Erol! Bizim 1963’te Diyarbakır’dan İstanbul’a göç etmemizin asıl sebebi de bu zaten. Yoksa, Diyarbakır’da rahmetli dedemin, babamın, amcamın dükkânı, arkadaşları, evi vardı. Niye durup dururken göç edelim... Bir sebebi var elbette.”

Yakar’ın baba tarafından dedesinin memleketi Erzurum, babaannesinin memleketi ise Sivas. Dedesi Ohannes, 1915’te ölümden, ölü taklidi yaparak kurtulmuş. Yaralı halde havanın kararmasını bekledikten sonra, yürüyerek köyden çıkmış ve kilometrelerce yürümüş. Sonra onu bir köy ağası görüp yanına almış. Büyüyünce ağanın yanından ayrılan Ohannes’in yolu Diyarbakır’a düşmüş. “1915 sonrasında nenem de Sivas’tan, rüzgârın savurduğu bir yaprak misali Diyarbakır’a gelmiş. Bizim Diyarbakır’da doğmamızın hikâyesi bu” diye anlatıyor Yakar.

Diyarbakır’ın Meyhaneci Bıro’su

Yaşı 60’ın üzerinde olan eski Diyarbakırlıların, dedesi Ohannes’i mutlaka tanıyacağını söyleyen Yakar, “Dedem Diyarbakır’da İbrahim olarak bilinirdi, ‘Meyhaneci Bıro’ da derlerdi. Tabii, alkolik olduğu ya da meyhane işlettiği için değil, o zamanlar tekel ürünleri sattığı için öyle deniyordu. Nenemin evde yaptığı vişne suyu ve limonata da satılırdı dükkânında” diyor.

Otuz yılın ardından Diyarbakır’a gidip gitmeyeceğini soruyoruz, Erol Yakar’a. Yakın zamanda gideceğini söylüyor: “Hayalimde, en son gördüğüm Diyarbakır var haliyle. Ama şöyle bir anım da var: Yedi-sekiz yaşlarındayken, bir gün, dedemlerin Hıristiyan olduğunu bilen Kürt çocuklar bana bıçak çekmişti. Çok korkmuştum. Birgün sonra da, cumbalı evin altına haç çizip ortasına bıçak saplamışlardı. Bu iki olay beni çok etkiledi. Sonrasında bir daha tek başıma sokağa çıkmamıştım. Diyarbakır biraz da buydu benim için.”

Diyarbakır’da Surp Giragos Kilisesi’nin açılması ve bölgedeki ‘normalleşme’ süreci hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzda ise şunları söylüyor: “Çok hoş şeyler yaşanıyor, daha iyi şeyler de olacak. Dünyanın birçok yerindeki Ermenilerin gidip gelmesi hoş ama sabit bir cemaat kalmadı. Geldiler, ibadet yaptılar, sonra gittiler, kilise yine yalnız kaldı.”

Müzik hayatına orkestrasıyla birlikte, gitarist şantör olarak devam eden Erol Yakar’ın sıradaki planı, yine kendi bestelerinden oluşan, Türkçe şarkıların yer aldığı bir albüm yapmak. Ama önce Diyarbakır’a gitmeyi, memleketini görmeyi istiyor.

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik