Hayko Bağdat, ‘Bir azınlık olarak Hayko’ üst başlığında okuyabileceğimiz türlü çocukluk, bıçkın ergenlik, askerlik anılarına yer verdiği ilk kitabı ‘Salyangoz’da, birkaç Hrant Dink, 1915 ve 6-7 Eylül öyküsü de aktarıyor ve kitabına Taraf’taki köşe yazılarından bazılarını eklemeyi de ihmal etmiyor. Bağdat'la kitabı konuştuk.
Fotoğraf: BERGE ARABIAN
LORA SARI
lorasari@agos.com.tr
“Önemli günler ve haftalarda” oturumlara, televizyon programlarına çağırılan, ‘aranan Ermeniler’ var. Hayko Bağdat da onlardan biri. O, her sabah attığı twitlerle 200 bin takipçisine ‘pariluys’ (günaydın) demeyi öğreten, Taraf’taki yazılarında memleket ahvalinden dem vuran bir nevi fenomen. Bağdat, ‘Bir azınlık olarak Hayko’ üst başlığında okuyabileceğimiz türlü çocukluk, bıçkın ergenlik, askerlik anılarına yer verdiği ilk kitabı ‘Salyangoz’da, birkaç Hrant Dink, 1915 ve 6-7 Eylül öyküsü de aktarıyor ve kitabına Taraf’taki köşe yazılarından bazılarını eklemeyi de ihmal etmiyor. Salyangoz’un arka yüzünde yer alan, “Müslüman mahallesinde salyangoz satmayı değil, salyangoz olmayı anlatmak” benzetmesi kitaba neden bu adın verildiği sorusunun cevabı olurken, bize de, Bağdat’ın pek de salyangoz yavaşlığında olmayan yürüyüşünü anlamak için ipuçları sunuyor.
-
Medyatiksiniz, ‘aranılan Ermeni’siniz. Sizce Ermeni olmasaydınız, bu kadar tanınır mıydınız?
Ermenilik, özellikle Hrant Abi’nin çıkışından sonra tekrar konuşulmaya başlanan bir sorun. Öncesinde kasabanın sırrı olarak çözülmekten imtina edilmiş bir meseleydi; son yirmi yıl içerisinde Türkiye toplumunun ilgisini çekti. Dolayısıyla bir ben değil, bu konuda üreten, yazan, konuşan herkese karşı bir ilgi var. Bu alanda toplumun ihtiyacı olan bilgi eksikliğini tamamlamak adına bir talep var. Ermeni olmam, medyatik olmama avantaj sağlamış mıdır? Sağlamıştır tabii ki… Fakat yaptığım her şeyin Ermeni olmama bağlanmasını kendime haksızlık olarak görürüm. Türkiye’nin resmi ideolojisine karşı söz üretmek sadece Ermeni olmakla yetinilecek bir şey değil, üstüne bir şey koymanız gerekir. Ben zaten, Allah’a şükür, çok uzunca bir süredir, kitapta da bahsi geçen önemli günlerde ve haftalarda lazım gelen ‘aranan Ermeni’ sıkışmışlığından çıkmış durumdayım. Ben de büyük toplumu ilgilendiren konular hakkında bir şey söyleyebiliyorum artık. Soma hakkında söylediklerime, Ermeni olduğum için daha fazla ilgi göstermeyecekler. Ermeniliğin avantaj gibi gözüken kısımlarının aslında seni hapseden, daraltan, sözünü sadece Ermenilik yönüyle değerli kılan bir tarafı da var. Bunu kırmış olmak benim için önemli olan.
-
Yine de Ermeni entelektüellere, söz konusu Ermenilik olduğunda mikrofon uzatılıyor sanki…
Ben ulusal bir gazetede yazıyorum. Ulusal kanallardan davet alıyorum. Türkiye’nin her bir yanına gidiyorum ve gerekmediği hiçbir yerde Ermenilikten bahsetmiyorum. Gerekmediği hiçbir zaman da bana artık Ermenilik sorulmuyor. Sahip olduğumuz geçmişin, dertlerin, yüzyıllık tarihin bilgilerini aktarmalıyız ve bu noktada Ermenilikten istifa etmeyeceğiz. Hâlâ hesabı görülmemiş, adaletle tecelli edilmemiş davalarımız var bizim. Yüzleşme sadece Ermenilere değil, bu toprakların insanlarına iyi gelecek. Geleceğimizi daha özgür kuracağız. Ben Ermeni meselesiyle, Ermeni olduğum için uğraşmıyorum, bu ‘vatan’a hizmettir. Türkiye demokrasisi bizim vereceğimiz bilgilere muhtaçtır. Ama ben profesyonel Ermeni olmakla, bunun bizi tutsak almasıyla, önemli günler ve haftalarda Ermeni olmakla yetinmedim ve yetinmediğim şu halin keyfini çıkarıyorum.
-
Anneniz Rum, babanız Ermeni. Salyangoz’da Ermeni ve Rum olma hallerini, bu kimliğin dertlerini anlatıyorsunuz. Azınlık olarak söz söyleyen adam algısını kırmak isterken, bu kitap o algıyı güçlendirmez mi?
Bu kitapla, beni Ermeniliğe, Rumluğa ve Hıristiyanlığa hapseden tarihçeyi meydana çıkarıyorum ve onunla vedalaşıyorum. Bunun gibi bir kitap bir daha yazılmaz mesela. ‘Anlatmasan olmaz mıydı?’ diye sorabilirsin. Bizim çok iyi bildiğimiz haller sonuçta bunlar. Fakat Türkiyeli diğer herkes, bizden hâlâ bu hikâyeleri anlatmamızı bekliyor. Türkiye’deki siyasal mücadelemizde bir yere ulaştık, fakat toplumun genelinde bize bakışta pek bir değişim yok. Aktarılmayan bir bilgi boşluğu var. Bana bu kitabı yazma fikri ilk sunulduğunda, “dalga mı geçiyorsunuz, bulunduğumuz şu durumda hâlâ sokakta Ermeni olmayı mı anlatacağım insanlara” dedim. Geçmedik mi bunları çoktan? “Siz geçtiniz. Bizler, Türkiyeliler, Kürtler, Türkler, Müslümanlar, Aleviler henüz geçmedik. Fatih’teki muhafazakâr bunu henüz geçmedi. Dolayısıyla size zûl gelebilir. Ama ara ara bu bilgileri vermekte fayda var” dediler. Ben bu kitabı yazmaktan en az sekiz kez vazgeçtim. Bu bilgileri aktarmayı, bunları anlatmayı faydalı bulmadım, evimin kapısını bu kadar açmaya gerek var mı, emin olamadım. Bu anlamda da çok yakın çalışma arkadaşlarımın duygusuna emanet ettim kendimi ve onlar böyle bir kitabın maalesef hâlâ yazılmasının bir gereklilik olduğuna ikna ettiler beni. Ben bu kitabı yazdım diye tekrar Ermeniliğe hapsolmam. Hayat bir kitap ve o kitabın yaratacağı etki kadar değil. Sana atfedilen kimlik gerçeklikle bağdaşmıyorsa, o kimlikle yürümez hayat.
-
Şimdi elinize kitabı aldığınızda nasıl hissediyorsunuz?
İyi, ama bir şeyler daha yazacaksam, ‘Salyangoz’ gibi bir kitaptan üç tane daha yazmam. ‘Salyangoz’da anlattım, rahatladım, bitti, gitti, yolu açık olsun. İçindeki bilgilere gerek duyan kullansın. Çünkü bu kitaptaki bilgi, özellikle belli bir aşamasına kadar, tartışmasız, üzerine polemik yapamayacağınız bir bilgidir. Haldir, bir insan halidir, gerçektir. Ona gidip “bu böyle değildir, sen çarpıtmışsın” diyemezsin.
-
Kitabi okuduktan sonra konuştuğum Ermeni arkadaşlarımın hiçbiri sizin şu çocukluk halinizi – Kurtuluş gibi iki adımda bir Ermeni olan bir muhitte bile kendini yabancı hisseden, herkesten farklı olduğunu bilen çocuk halini – yaşamamış…
Bireysel bir hikâye bu. Ermeni toplumumun ortak sözü değil. Ben de birçok kişiden ‘tam benim yaşadığım durumlar’ içerikli mesajlar alıyorum. Hayatlarımız aynı mekânlarda, aynı zamanlarda geçerken aynı şeyi yaşayacağız diye bir şey yok. Bence sen ufak bir kamuoyu yoklaması yapmışsın, benimle aynı hissi taşıyan insanlar olduğunu biliyorum.
-
Doğruyu söylemek gerekirse, beni burada rahatsız eden…
Sen rahatsız mı oldun kitaptan?
-
Özellikle bu hikâyeden, evet… Ermenilerin sürekli acıyla, zorluklarla anılıyor olması beni rahatsız ediyor. Ermenilik üzerine düşünmediğimiz ve Ermeniliğin bir dert olmadığı tek dönem belki de çocukluk ve siz bu dönemi bile kalabalıklardan farklı olduğunuzu bilerek geçirdiğinizi söylüyorsunuz. Ama biz güzel çocukluklar da geçiriyoruz.
Biz kim?
-
Ermeniler…
Bütün Ermenilerin çocuklukları aynı mı geçti?
-
Hayır ama sırf Ermeni olduğu için kendisini farklı hisseden, acı çeken bir çocuk fazla klişe değil mi?
Kitapta da gördüğün üzere böyle çocuklar var, eğer samimiyetime güveniyorsan. Zaten, fonda duduk sesiyle verilen bir kitap da değil bu. Tam tersine mizahın çokça kullanıldığı, ‘Ermenilere acıyın’ demenin dışında, büyük toplumun bir parçası olmayı, Türkiyelilerin bütün dertlerini bir havuzda toplayarak ortaklaşa bir demokrasi mücadelesini öneren bir kitap.
-
Gençliğinizde, birbirini tanımayan mahalledeki Türk ve okuldaki Ermeni çocukları arasında bir nevi köprü rolündeymişsiniz. Hâlâ devam ediyor musunuz bu köprü rolüne?
Samimiyetime ikna olursan şunu söyleyeceğim: Ben bir yere, statüye, role falan oynamıyorum. Başka türlü yaşamayı ve bu yaşama şeklinin etrafında neler oluştuğunu da bilmiyorum. Bunun neye tekabül ettiğini sen söylüyorsun şu anda. Bana bu iki toplum arasındaki köprülük vazifesi atfettin, olabilir… Bu köprüyü ben mi inşa ediyorum ve bu hayırlı bir şey mi bilmiyorum. Bu ihale neden bana kalıyor, onu da bilmiyorum. Kitapta bana 25 yerde kızabilirsin, ama hayat böyleydi benim için. Bu toplumda bir samimiyet sorgulaması var; ‘sen bunları söylüyorsun ama gerçekten öyle mi?’ diye soruluyor. Ben bu kitapta gömleğimi çıkardım artık, vücudumu çıplak gösteriyorum. Pantolonumu da çıkarmamı istemeyin, ayıp olacak.
-
Samimiyet aramak haklı bir arayış değil mi?
Haklı. Ben de cevap vereyim, bende samimiyet var. Büyük toplumun ve devletin bir Ermeni’ye bakışındaki samimiyet arayışı zaten hiçbir zaman bitmeyecek… Sen Ermeni olarak eninde sonunda sıkıntılı bir tipsin.
-
Tüm Ermeniler değil tabii ki… İyi Ermeniler ve kötü Ermeniler var.
Var tabii. Tarih boyunca var, yeni değil.
-
‘25 noktada kızgınlık’ demişken, size kitabın iki noktasında kızdım açıkçası. Mesela, Rumların Ermenilerden daha kentli, kültürlü olduğunu söylüyorsunuz… Etnik gruplar arası üstünlük kurma meselesi biraz tatsız değil mi?
Bir kere, benim Rum kimliğim çok zayıftır, hayatım boyunca kendimi Ermeni olarak hissettim. Tolere edilecek kadar bir mizah içinde, ırklar arası üstünlük kurarak bir ırkı aşağılamaktan ziyade, benim içinde bulunduğum algıda, çocukluk algımda durumun nasıl gözüktüğünü anlattığım bir konu. Benden bu konuda bir milliyetçi çıkmaz.
-
Çocukluk algım demeyin, bence bugün de Rumların Ermenilerden ‘üstün’ olduğunu düşünüyorsunuz…
Düşünüyorum tabii, yalan mı söyleyeyim. Rumlarla Ermenileri yarıştırmıyorum ama içinde bulunduğum algıda ve yaşam hikâyesinde Rumları –üstelik Ermeniler tarafından Rumların nasıl aşağılandığını da bilirim– Ermenilerle birlikte teraziye koyduğumda, Rumlar daha keyifli insanlardır diyorum.
-
Diğer kızgınlığım da, bir çocuğu kız arkadaşının yanında küfrettiği için kınadığınız yer.
Erkek egemen dilin hâkim olduğu alanlarda büyüdüm ben.
-
Hâlâ kadınların yanında küfredilmeyeceğini düşünüyor musunuz?
Sürekli bu dili tedavi etmeye çalışıyorum, olur mu öyle şey. Her gün beş kadının öldürüldüğü bir ülkede bu dilden uzaklaşmak için eğitiyorum kendimi.
-
“Evimi, özelimi açıyorum bu kitapta” diyorsunuz ya bir de, sanki bana Twitter’da mahreminizi daha fazla paylaşıyormuşsunuz gibi geliyor.
Olabilir. En çok bu kitapta evimi açacağım gibi bir iddiam da yok zaten.
-
Zaten bunun gibi bir kitap yazmam bir daha diyorsunuz…
Evet. Bunun gibi bir kitap daha bana fazla gelir.
Etyen Abi bize neden bu kadar kızgın?
-
Etyen Mahçupyan’ın “Ermeni ‘aydınları’ diye ortalıkta dolaşanlar”a yönelik eleştirilerine ne diyorsunuz?
Kendisine bir Ermeni gibi davranılmasının ırkçılık olduğunu söylüyor Etyen Abi, fakat kendisi dört-beş Ermeni yazar çizerden bahsederken, onlara Ermeni cemaati temsilciliği atfediyor. Etyen Abi’ye kim sadece Ermeni olduğumuzu, Ermeni toplumunun bu hükümetle kuracağı ilişkilerin köprüsü olduğumuzu söyledi? Ne münasebet! Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi yaptı o bize… Adalet için mücadele ettiğimiz egemene karşı sözümü ve yaptığımız bütün faaliyetleri değersizleştirdi, hepimizi bir çuvala, bir hapse tıktı… Ermeni kimliğiyle ortada olan insanları sola yanaşmaya çalışan zavallılar olarak tarif etti. Etyen Abi liberal değil mi? Hepimiz bir bireyiz, bizim de hayatta bir sürü alanda sözümüz var. Kendisi Ermenilikten azade, Ermeni toplumundaki bu üç-dört adam da palyaço! Ben de ilk defa dayanamayıp bana ve arkadaşlarıma yaptığı bu terbiyesizliğe karşı o yazıyı yazdım.
Sıkıntılı bir hal var Etyen Abi’de ve zaten anlamadığım tek şey onun öfkesi. Bu ülkede en çok öfkelenilecek, haklarında en zehir zemberek yazılar yazılacak, bugüne kadar hiç davranmadığı kadar küfürbaz bir dille yazı kaleme alacağı kesim biz miyiz? Niye kızgın bize bu kadar? Bizi oyun dışına atmaya neden bu kadar talip? Bence kendi vicdanını sorgulasın. Etyen Abi hakkında bunları söylediğim için de ayrıca mutlu değilim. Ağzımda kötü bir tat var.
KİTAPTAN
“Müptezel bir sosyal medyacı”
‘Salyangoz’dan ‘Git başka ülkede twit at’ başlıklı yazıda, Bağdat Twitter’ın bağımlısı olduğunu anlatıyor.
“Sosyal medyanın askerleriyiz hepimiz. Özellikle ben artık bir bağımlı olduğumu itiraf edebilecek noktaya gelmiş durumdayım.
Üstelik “TV’de izlediğimizde ciddi bir adama benziyorsun, sosyal medyada tam bir zevzeksin,” diye defalarca uyarı almama rağmen kendimi durduramıyorum. Sosyal medyada “ağır abi” taklidi yapmak istemiyorum (…) Kılıçdaroğlu’nun 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkacağını okuduğumda, “Ben de 30 Ağustos’ta ‹zmir’den denize döküleceğim” demekten geri duramıyorum mesela.
En kritik maç zamanlarında, “Bizim Ruhban Okulu ne oldu gençler?” diye sormaktan ve gelen cevaplar ile hep beraber eğlenmekten daha fazla ne keyif verebilir? (…)
Müptezel bir sosyal medyacı olduğumdan, siz yine de benim kanaatimi ölçüm almayın, ama sosyal medya muhteşemdir diyorum. İnsanlara ulaşmamada çok büyük bir katkı sağladı bana.”