Pera Müzesi’nde açılan ‘Duvarların Dili: Graffiti / Sokak Sanatı’ sergisi, sokağın sanatını müzeye taşıyor. Peki, ele avuca sığmayan, anarşiye göz kırpan sokak sanatı, müzenin steril mekânında ne hale geliyor? Uysallaşıyor mu, yoksa içine girdiği mekânı dönüştürüyor mu? Bu, serginin her ziyaretçisinin kendi cevabını verebileceği, önemli bir soru.
Fotoğraf: BERGE ARABIAN
TUĞBA ESEN
ztugbaesen@gmail.com
“Dünyayı tuvalimiz ilan ediyoruz!” Dünyanın farklı yerlerinden sokak sanatı eserlerine adanmış, ‘Street Art Utopia (Sokak Sanatı Ütopyası) adlı internet sitesinin girişinde bu ifade yer alıyor. Bu söz aslında, tüm sokak sanatçılarının meramını özetliyor. Dünyayı tuvali ilan edenler, duygularını ve isyanlarını sokaklarda dile getiriyor.
Artık sadece sokaklar değil, müzeler de ‘dünyayı tuvali bilenler’e açık. Pera Müzesi’nde açılan ‘Duvarların Dili: Graffiti / Sokak Sanatı’ sergisi, sokağın sanatını müzeye taşıyor. Peki, ele avuca sığmayan, anarşiye göz kırpan sokak sanatı, müzenin steril mekânında ne hale geliyor? Uysallaşıyor mu, yoksa içine girdiği mekânı dönüştürüyor mu? Bu, serginin her ziyaretçisinin kendi cevabını verebileceği, önemli bir soru.
1970’lerden beri her köşede karşımıza çıkan sokak sanatı, özellikle son yıllarda çağdaş sanatın, kurumsal sergilerin de konusu. Daha önce Londra’daki Tate Modern ve birçok önemli sanat kurumu tarafından düzenlenen sokak sanatı sergilerinin Türkiye’deki ilk örneklerinden birini, Pera Müzesi, Roxane Ayral küratörlüğünde açtı. Sergiye, beşi Türkiye’den olmak üzere 22 sanatçı katıldı. Her sanatçı kendine ayrılan bölümde meramını dile getirdi.
İsyanın dili grafiti
Aslında grafiti ve duvar resminin kökenlerini, İlk Çağ mağara resimlerine dayandırmak mümkün. Duvarlar, insanoğlunun derdini anlattığı, sanatını icra ettiği ilk mecra olmuş. Güncel grafitinin kökenleri ise, 1970’li yılların New York’una, özellikle azınlıkların icraatlarına dayandırılıyor. Tarih öncesi dönemlerden beri var olmuş bu form, ‘Amerikan Rüyası’nın sorgulandığı 70’lerde, Afrikalı Amerikalı ve Hispanik gençlerin kendilerini ifade etme biçimlerine dönüşmüş. Ardından bu dil, hızla yaygınlaşmış. Gerilla bir tavrın sonucu olarak, grafitiyi de kapsayan, bugünkü sokak sanatı ortaya çıkmış.
Sokak sanatı ve bu türe ilişkin tutumlar zamanla değişime uğramış. Örneğin bu sanatı icra eden kişiler, artık zabıtanın, polisin kovaladığı, onaylanmayan eylemlerde bulunan bireyler olmaktan çıktılar. Müze gibi çeşitli sanat kurumlarında açılan sergiler de bu durumun bir göstergesi. Dünyada ‘gerilla sanatçı’ olarak ünlenen Banksy, söz konusu değişimin en önemli örneklerinden biri. Zamanında duvarlara gizli gizli yaptığı resimlerin üzeri kapatılan muhalif sanatçı, bugün çağdaş sanatının en önemli isimlerinden biri sayılıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde, kimi zaman imzasını bile atmadan bıraktığı yapıtları, hayranları tarafından birer birer keşfediliyor ve ziyaretçi akınına uğruyor. Hatta binaların duvarlarına yaptığı resimlerin, bina sakinleri tarafından çerçevelenip, kurşun geçirmez camlarla korunduğu bile oluyor. Banksy gibi birçok gerilla sanatçının yapıtları müzelerde ve sanat kurumlarında sergileniyor, koleksiyonlara dahil ediliyor. Artık sokak sanatının öğretildiği enstitüler bile var. Yine de, hiçbir değişim, duvarları, isyanını, beyanını kitlelerle paylaşmak, bireysel mücadele alanını toplumsal mücadeleye dönüştürmek isteyenlerin biricik mecrası olmaktan uzaklaştırmadı. Gezi Direnişi’ni de bu bağlamda değerlendirmek mümkün. Özellikle geçen yaz, İstanbul sokaklarında, sokak sanatının nadide eserleriyle bol bol karşılaştık. Bu yazılı ve sözlü eserlerin üzerini kapamak için kullanılan gri boya bile, zamanla eserler için elverişli bir fon oluverdi. Sokak sanatı her zaman etkili bir dil ve muhalif bir tavır olarak karşımıza çıkıyor.
Açık hava müzesi
Sanatını sokaklarda icra edenlerin aslında müzelere ihtiyacı yok; onlar dünyanın farklı yerlerini, gerilla müdahalelerle açık hava müzelerine dönüştürebiliyorlar. Doğu ve Batı Almanya’yı yıllarca birbirinden ayıran, 1989’da yıkılışından bugüne parçaları hediyelik eşya dükkanlarında satılan Berlin Duvarı, bunun örneklerinden. Yanıbaşımızdaki açık hava müzelerine bakacak olursak, Kadıköy’ün Yeldeğirmeni olarak bilinen bölgesi, sokak sanatının büyük ve etkileyici örneklerini barındırıyor. Kadıköy Belediyesi tarafından, Çekül Vakfı’nın katkılarıyla ilk defa 2012’de düzenlenen ‘Mural-ist’ festivaliyle, bölgedeki çok katlı binaların gri ve sağır duvarları, duvar resimleriyle donatıldı. 2012’den beri her yıl farklı ülkelerden sanatçıların davet edildiği bölgede duvar resimleri gittikçe çoğalıyor. Mahallenin dışından da görülebilen, kimi zaman bir ütopyayı kimi zaman bir distopyayı canlandıran bu resimler, zamanla mahallenin kimliğinin de birer parçası haline geldi. Sanatçılar, bina duvarlarına yaptıkları dev resimlerle, farklı boyutların kapılarını açtı.
5 Ekim’e kadar Pera Müzesi’nde devam edecek olan ‘Duvarların Dili: Graffiti / Sokak Sanatı’na dönersek; sokak sanatı burada da müze mekânına sığmamış, sokağa taşmış. Beşiktaş ve Beyoğlu sokaklarında, sergi kapsamında yapılan işlere rastlanabiliyor. Sergideki her sanatçı, sokaktakinden farklı da olsa, kendilerine verilen alanı istediği gibi kullanıyor. Bizlere de duvarların diline kulak vermek, söyleyeceklerini dinlemek düşüyor.