Orta Yeri Sinema'da bu hafta 'Fırtınanın İçinde', 'Şef' ve 'Sürpriz Damatlar' var.
Hortum gibi geçti
‘Fırtınanın İçinde’
Kendini ‘kutsal ailenin’ yapışkan kollarına bırakmak isteyenler için bu hafta başka başka türlerden üç aile filmi gösterime giriyor. Yüzeysellikte birbirleriyle yarışan bu üç filmden benim favorim en klasiğinden bir Hollywood felaket filmi olan ‘Fırtınanın İçinde’, zira ailesine sahip çıkanların canı muhafaza edilse de, en azından o filmde birileri ölüyor. (Arka arkaya bu kadar üstünkörü hikâyeyi takip etmek zorunda kalınca inanın siz de birilerinin öldüğünü görmek isteyeceksiniz.)
Amerika’yı kasıp kavuran dehşet bir hortumu konu alan ‘Fırtınanın İçinde’, birtakım başarılı özel efektin yanı sıra, karakter gelişimine, inandırıcılığa kalkışmaya filan hiç tenezzül etmemesiyle öne çıkıyor. Bir de vermesi beklenen -küresel ısınmaydı, iklim değişimiydi, ekolojiydi- zaten kimsenin almayacağı, alsa bile ne yapacağını bilemeyeceği mesajları vermeye çalışmamasıyla takdir topluyor. Sert ve ilgisiz görünen ama oğullarını çok seven yaralı bir baba, işi için evladını ihmal eden ama hatasını anlayan bir ana, okulun popüler kızına aşık olan utangaç oğlan, filan. Senaristin karakterlerle ilgili notları bu tasvirlerden uzun olmayınca, parça pinçik olsa da gururla göklerde salınan Amerikan bayrakları ve nereden çıkıverdiği anlaşılmayan bencil-adam-kahramana-dönüşür hikâyesi filan da öyle çok göze batmadan gelip geçiyor. Zaten filmin adı bile öyle genel geçer ki, üç gün sonra aklınızda “o hortumlu film neydi”den başka bir şeyin kalmasına imkân yok. Nasıl derler? Thank god...
Yemek Pornosu
‘Şef’
Oyuncu, senarist, yapımcı, yönetmen Jon Favreau’nun, bir daha saymayalım, bunların tümünü yaptığı ‘Şef’ ilk bakışta umut vaat eder gibi olsa da ve yemek pornosu düzeyinde mutfak çekimleriyle yürekleri hoplatsa da, daha sofistike görünen halbuki basitçe daha sarsak olan senaryosu yüzünden hızla felakete sürükleniyor. ‘Demir Adam’ gibi büyük bütçeli Hollywood filmlerinin yönetmenliğini yapan ve belli ki “parayı ana akımdan vurayım, imajı indie’den toplayayım” felsefesini benimsemiş olan Favreau’nun canlandırdığı, bir zamanlar çok büyük olan şefin kariyer krizi, (şakacıktan) dağılan yuvası, derken Küba işi köfte ekmek kamyonu olayına girmesinin filan kimsenin zerre kadar umrunda olacağını sanmıyorum. Yalnız çok sempatik, hem de zehir gibi oğlunu canlandıran ufaklık sahiden çok sempatik, hem de zehir gibi. Bir de Favreau bir yerlerde bir çeşmenin başını sağlam tutuyor olacak ki, ufak tefek rollerde Robert Downey Jr.lar, Scarlett Johanssonlar, Dustin Hoffmanlar görünüp görünüp kayboluyor.
İlkelin de ilkeli var
‘Sürpriz Damatlar’
Bir Fransız romantik komedisi olan ‘Sürpriz Damatlar’ın en büyük sürprizi yukarıda bahsi geçen filmlerden bile yavan olması. İnanması zor ama verdiği kutsal aile mesajı da daha ilkel. Üç kızını üç farklı milletten adama ‘vermiş’ olan Fransız burjuvası ailenin son evladın da bir zenciyle çıkagelmesi üzerine yaşadığı buhranları anlatan filmin en güzel tarafı “Irkçı bir senaristin ırkçı bir yönetmenle ırkçı bir film yapmasından daha kötü ne olabilir?” sorusunu kesin bir dille yanıtlıyor olması: Tabii ki, ırkçılık karşıtı bir film yapmaya çalışması.