‘Benim Üniversitelerim’, Gorki'nin ‘Çocukluğum’ ve ‘Ekmeğimi Kazanırken’den sonra hayatını anlattığı üçlemenin son eseri. Okumaya başladığınızda bütün bir yaşamı koca bir üniversiteye çeviren, çok güçlü bir karakterle karşılaşacağınızı söylemeliyim.
RAFİ ATAM
Dostoyevski, Rus Edebiyatı'nın başlangıç noktasını, Gogol'un meşhur ‘Palto’ hikayesini kastederek,' Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık' diyerek tarif eder. Rus Edebiyatı için, 19. yüzyıl büyük ilerlemelerin yaşandığı bir zaman dilimidir. Bu dönemde ‘palto’nun altından, yaşadıkları yüzyıla damga vuran birçok yazar ve düşün insanı durmaksızın çıkmaya devam eder. Bu yazarların bir çoğunun ortak özelliği, toplumun değişik katmanlarındaki insanların yaşamlarına ayna tutarak, edebiyatı daha realist bir zemine oturtma çabası olarak adlandırılabilir. Bu anlatımlar çoğu zaman öyle ince detaylar barındırır ki, okuyucu yazarların aynadan ziyade hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmayan bir büyüteçle yaşadığı hissine kapılır.
Sosyalist gerçekçiliğin kurucusu
Sanayi devriminin yükselişe geçmesiyle birlikte yavaş yavaş yükselen kapitalizm ve onun karşısında toplumsal konumu belirginleşen işçi sınıfı, çok geçmeden Rus Edebiyatında yerini alırken, bu sınıfı temsil etme görevi, sosyalist gerçekçilik akımının kurucusu sayılan Maksim Gorki'nin olur.
Gorki, Aleksey Maksimoviç Peşkov adıyla, yoksul bir ailenin çocuğu olarak, 1868'de dünyaya gelir. Henüz çocukken ailesini kaybedince, büyükbabasının yanına verilir. Bu yıllarda geleceğini en çok etkileyen kişi edebiyata düşkünlüğüyle bilinen büyükannesi olur.
Gorki yalnızca birkaç ay okula gidebilir ama kitaplara olan tutkusu ölünceye kadar bitmez. Çok küçük denilecek bir yaşta iş hayatına atılır. Yaşadığı deneyimler, girip çıktığı bir sürü iş sayesinde Rus işçi sınıfını yakından gözlemleyip, tanıma fırsatı bulur. Yazılarında kendisine çok büyük faydalar sağlayacak olan büyük bir Rusya turuna çıkar. 1887'de intihara kalkışır ama başarılı olamaz. Yoksulluk ve acıyla geçen bir yaşam sürdüğü için, Rusça'da ‘acı’ anlamına gelen ‘Gorki’ takma adını kullanmaya başlar.
‘Benim Üniversitelerim’, Gorki'nin ‘Çocukluğum’ ve ‘Ekmeğimi Kazanırken’den sonra hayatını anlattığı üçlemenin son eseri. Okumaya başladığınızda, yaşadığı tüm olumsuzluklara karşın hayata karşı müthiş bir direnç gösteren, yılmayan, bıkmayan, okula gidemediği için eziklik duymayan, aksine bu eksikliğini müthiş bir okuma, öğrenme, gözlemleme çabasıyla kapatıp, bütün bir yaşamı koca bir üniversiteye çeviren, çok güçlü bir karakterle karşılaşacağınızı söylemeliyim. Kitabın tüm karakterleri, psikolojilerinin gerçekliği ve yalınlığıyla okurun üzerinde kalıcı bir etki bırakıyor.
Eser, okumaya olan merakı ve hevesi nedeniyle yakın çevresi ve arkadaşları tarafından üniversite eğitimi alması için teşvik edilen Aleksey Peşkov'un, çocukluğundan beri hayalini kurduğu üniversite eğitimini alabilmek için Kazan şehrine gelmesiyle başlar.
Bir taraftan eğitim almak için uğraşırken bir taraftan da hayatını kazanmak zorunda olan Aleksey, ülkenin içinde bulunduğu çalkantılı ve baskıcı ortamda birçok farklı fikirden ve dünya görüşünden insanla tanışıp, onların düşüncelerini öğrenme fırsatı yakalar. Çok geçmeden Rusya için güzel bir gelecek düşleyen idealist insanlarla gizli toplantılara katılmaya başlar. Bu toplantılar sayesinde, yasaklı kitapları edinme ve onları okuma fırsatı bulur ve her zaman yaptığı gibi onları hayatın deneysel süzgecinden geçirip doğruluklarını ya da inandırıcılıklarını test eder. Bu özelliği onun diğerlerinden ayrılmasına neden olur çünkü o olayları salt kitaplardan değil bir de hayatın pratiğinden geçirip değerlendirerek sağlamasını yapmayı başarır.
Kitabın genel gidişatı içinde Aleksey'in karşısına çıkan bir sürü farklı karakter arasında özellikle dikkat çekenler; dünyadaki tüm sorunların sevgiyle çözüleceğini iddia eden Tolstoycular, Tanrı'nın varlığını matematik yoluyla kanıtlamaya çalışan Marusovka adlı matematikçi , devlet yönetiminin Çar’ın kalbinden çıkan bir örümcek ipi olduğunu ve bu ipin herkesi birbirine bağlayan görünmez bir kale olduğunu söyleyen polis memuru Nikiforiç sayılabilir.
Kitapta en fazla dikkat çeken felsefi tartışma konusu ise Friedrich Nietzsche'nin güçlü, sağlıklı ve üst sınıflardan olanlara yaşam hakkı tanıyıp, yoksul, zayıf ve hasta insanların yaşama hakkını tartışmaya açan tezi üzerine yazarın düşüncelere boğulduğu bölüm. Aleksey yoksul halkın durumunu yakından gözlemledikçe kendi içinde sorulara boğulurken, yaşam hakkı üzerine okuyucuyu da kendisi ile birlikte düşüncenin ve felsefenin derin sularına dalmaya teşvik ediyor.
Hayat öğretmeni
Özetle bütün bu kaotik ve tehlikeli çarlık dönemi Rusya'sı, işcisinden polisine, idealisten dindarına kadar toplumun tüm katmanları tarafından geleceğini tartışırken, bu büyük ülkenin her yerini karış karış gezen, hayatın her santimetrekaresini bir üniversiteye dönüştüren Aleksey, okuyucusuna eğitimin ve öğrenmenin sadece dört duvar arasında değil, hayatın içerisinde ve detaylarında gizli olduğunu, çok istemesine rağmen öğrenci olamasa da aslında ne kadar iyi bir hayat öğretmeni olabileceğini gösteriyor.