Başbakan, Dink cinayetiyle ilgili neden ağız değiştirdi?

Yetvart Danzikyan, AKP-Cemaat kavgasında sümenaltı edilmeye çalışılan Hrant Dink cinayeti hakikatlerini İlker Başbuğ ve Başbakan Erdoğan'ın son açıklamaları ekseninde yazdı: 'Öyle bir dosya ki bu, kapağı bir kez açılınca kimin altında kalacağı belli olmuyor. Bu yüzden kapak gerçek anlamda açılmıyor. Ama bir yandan da çok kullanışlı bir dosya bu. İktidarın hedefinde kim varsa, dosya o gruba yıkılabiliyor.'

YETVART DANZİKYAN
yetvartd@ttmail.com

AKP’nin Gülen Cemaati ile yürüttüğü savaş şiddetlendikçe Hrant Dink cinayeti üzerinden hesaplaşmalar da yeni ve ilginç boyutlar kazanıyor. Hükümet’in bu savaşta eski devleti yanına almasıyla bilhassa bu konuda yeni ve insanları salak yerine koyan gelişmeler yaşanacağını gerek bu sütunlarda, gerekse bu gazetede defalarca yazdık. Yaşadığımız, çok genel manada bir devletin ne kadar iki yüzlü olabileceğini en büyük göstergesidir. Ve bu tam da böyle olmalıydı: Yani bir Ermeni nin öldürülmesiyle ilgili bir davada olmalıydı. Çünkü İttihat Terakki reflekslerini hala kaybetmeyen Türk devletine de bu yakışırdı. Bunları da defalarca yazdım, yazdık.

Son haftanın gelişmelerine şöyle bir bakalım isterseniz. Öncelikle eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Star televizyonuna verdiği demeç var. Genişletilmiş Ergenekon davası kapsamında tutuklanan Başbuğ, serbest kaldıktan sonraki ilk kapsamlı demecini vermiş oldu. Bu demeçte, Gülen Cemaati’ne yönelik operasyonda tutuklanan eski polis şefi Ali Fuat Yılmazer’in ismini, ta Genelkurmay Başkanlığı yaptığı dönemde Başbakan Erdoğan’a verdiğini söyledi ve Danıştay Cinayeti, Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanması gibi eylemlerin Cemaat’in (ve bu ekibin) işi olabileceğini ima etti. Ve bu listeye Hrant Dink cinayetini de kattı. Tam olarak şöyle konuştu:

“-Bugün TSKya karşı komploları daha iyi anladığınızı söyleyebilir misiniz?

 -Kesinlikle. Komplodaki bazı köşe taşlarını dikkate sunmakta yarar var. Şöyle ifade etmeye çalışacağım. Tarihler yalan söylemez. Tarihleri karşınıza koyun, olayları daha iyi anlıyorsunuz. Olayların içindeyken fark edemiyorsunuz. 9 Kasım 2002'de Şemdinli olayı var,Ergenekon'un ön prototipi. 2006 yılına geliyoruz, Cumhuriyet Gazetesi’ne el bombası. 3 sefer peş peşe. Niye bu önlenemedi? 17 Mayıs'a geliyoruz, Danıştay cinayeti. Danıştay’ın hemen akabinde Atabeyler. Suikast kime? Başbakan'a. 2007 önemli yıl; Hrant Dink olayı. Ben aynı kanaati taşıyorum, cinayetteki perde arkasının açıklığa kavuşturulması gerek. Sabri Uzun, dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı. ‘Bilgi, rapor bana iletilmedi’ diyerek Ali Fuat Yılmazer'i suçluyor..”

Burada adres açık ki Gülen Cemaati’dir. Bir an için bunları kimin söylediğini dikkate almazsak, tek başına bir mesele yok. Cemaat’e yakın polis şeflerinin bu cinayette rolü olduğunu zaten söyleyip duruyoruz. Ama önemli bir farkla: klasik devletin de bu cinayette büyükçe bir rolü olduğunu, Ergenekon davasında yargılanan sanıkların da bu işe bulaştığını ve devletin bu kanadının (ve ta kendisinin) cinayetteki payının mutlaka araştırılması gerektiğini de söylüyoruz. Ve çok daha temelde bu cinayete  devletin tüm kanatlarıyla boğazına kadar battığını söylüyoruz. Ve diyoruz ki bu cinayet AKP’nin Gülen Cemati ile hesaplaşmasına kurban edilmemelidir. Bu savaşı fırsat bilip taraflar ellerindeki kanı yıkayıp bir kenara çekilemezler. Ancak gidişat gördüğünüz gibi tam tersini söylüyor. Ancak daha da ilginç olan bir durum var. Bu demecin yayınlanmasından bir kaç gün sonra bu kez Başbakan Erdoğan gazetecilerin sorusu üzerine konuya değindi. O da tam olarak şöyle dedi:

İlker Başbuğ, Hrant Dink davası çözülürse bu yapı deşifre edilebilir şeklinde sözler söyledi. Siz de o dönemde kamuoyunda tepki yaratan cinayetlerin ve suikastların askeri dava süreçlerine kamuoyu desteği sağlamak için düzenlenmiş birer komplo olduğunu düşünüyor musunuz?

-Olayı Dink davasına indirgemek küçültmek olur. Hrant Dink davası bence kişiselleştirilmiş davadır. Dink’in yazılarını, onun düşünce dünyasını kabullenmemek gibi bir nedenle yapılmıştır. Paralel yapı meselesinde ise devleti ele geçirme, ulusal güvenliği tehdit gibi büyük bir  amaç var. Dink’in bu amacı gerçekleştirmelerini kolaylaştıracak devlette bir konumu yoktu ki. Bu teoriler paralel yapıyla mücadelenin hedefini saptırmadır. Mesela bu yapının parasal boyutu var.”

Burada Erdoğan gayet açık biçimde AKP’nin yıllar boyunca savunduğu tezleri inkar ediyor öncelikle. Çünkü neydi? Ergenekon örgütü, bu cinayetleri AKP’yi yıpratmak ve devirmek için örgütlemişti, değil mi? Başbakan Erdoğan tam olarak belki bu kelimeleri kullanmamıştı ama kullanışlı ideologlar yıllarca bunu söylediler ve AKP çevrelerinden de kulağımıza bu fısıldandı. Bu görüş dile getirilirken ben ve bazılarımız şunu savunduk: “Bu gerçeğin sadece bir parçasıdır ama madem öyle, adamlar elinizde. Adam gibi sorgulayın.” Yapmadılar. Ve, işte bana yine baştan anlattırmayın, son aylarda yaşadıklarımız yaşandı.

Burada ilginç olan durum şu: AKP çevreleri yıllar boyunca tükürdüklerini bugünlerde yalarken Erdoğan neden bu yeni gollük pasa dokunmadı ve bir anda Hrant Dink’in  “milliyetçi hassasiyetlerin” kurbanı olduğunu çizgisine yani bir nevi hayli -klasik- devletçi ve milliyetçi bir çizgiye çekildi? Pekala bu farsı sürdürebilir, gerçeğin bir diğer parçasını, gerçeğin tamamıymış gibi sunabilir ve Cemaat’i bir de buradan sıkıştırma planına devam edebilirdi. Yapmadı. “Bu teoriler paralel yapıyla mücadelenin hedefini saptırmadır” dedi.

Neden?

Şu birkaç cümle üzerinden hüküm vermek için belki biraz erken ama şu söylenebilir: Öyle bir dosya ki bu, kapağı bir kez açılınca kimin altında kalacağı belli olmuyor. Bu yüzden kapak gerçek anlamda açılmıyor. Tam birileri açacakken bir anda bir şey devreye giriyor ve yine bir tereddüt yaşanıyor. Ama bir yandan da çok kullanışlı bir dosya bu. İktidarın hedefinde kim varsa, dosya o gruba yıkılabiliyor. Bu bir yandan da yanlış olmuyor çünkü herkes bu işin içinde. Artık iyice süflüleşen bu iktidar oyununda kim ofsaytta kalmışsa, dava da onun üzerinde kalıyor. Ta ki dengeler değişene kadar. Sonra öbürü tarafa geçip bu kez suçlayan tarafta olmak mümkün.

Ha, baktın olmadı, diyorsun ki “milli hassasiyetlere” dokunmuştu, 'düşünce dünyasını kabullenemediler', dolayısıyla olabilir. Devletin filan bu işte öyle sanıldığı kadar payı yoktu. Bu ülkenin fıtratında bu da var yani. Öyle mi?