Yazın gelişiyle mutluluktan uçanlar, plajlarda parende atanlar, beach club’larda mojito’sunu yudumlayanlar için baştan uyarı; Lana Del Rey'in yeni çıkan ‘Ultraviolence’albümü pek size göre değil.
UĞUR KILIÇ
ukilic89@gmail.com
Yazın gelişiyle mutluluktan uçanlar, plajlarda parende atanlar, beach club’larda mojito’sunu yudumlayanlar için baştan uyarı; bu albüm pek size göre değil.
Lana Del Rey… Evet, eğri oturup doğru konuşmak gerek, bu kadında bir şeyler var. Yaratılan vintage imajının yanında, güzelliğiyle ve çekiciliğiyle son dönem kadın şarkıcılar arasında epey sivrilen bayan dudak, şu sıralar dumanı üstünde Ultraviolence albümü ile tekrar insanoğlunun düşlerini rahatsız etmekte.
‘Born To Die’ ile yaşadığı başarıdan sonra neler yapacağı merak konusu olan Lana Del Rey, yeni albümü için kritik bir adım atarak The Black Keys adamı Dan Auerbach ile çalışmış. Albümü daha ilk dinleyişte bu birlikteliğin Lana Del Rey’in müziğini doğrudan etkilediğini görüyoruz. Yeni albümde ‘Born To Die’ çeşitliliği ve janralar arasındaki baş döndürücü geçişlerden eser olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu sefer sizleri çok daha net bir tarz, çok daha sık kullanılan gitarlar ve en önemlisi son derece karanlık, melankolik bir atmosfer bekliyor.
Melodik olarak yarattığı hüzne, bir de depresyon kokulu sözler eklenince takdir edersiniz ki neşe saçan, renkli balonlu, elma şekerli bir albüm olmaktan çıkıyor ‘Ultraviolence’. Kaldı ki, geçtiğimiz günlerde yaşamını devam ettirmek istemediğini söyleyen bir insandan kıpır kıpır bir albüm beklemek de abes olurdu.
İlk yayınlanan ‘West Coast’ teklisi albümün öne çıkan çalışmalarından biri. Bir Batı Yakası aşk öyküsünü ele alan şarkının bu yaz birçok dj tarafından istismar edilmesi sürpriz olmaz. Hemen ardından gelen ‘Sad Girl’ ve ‘Pretty When You Cry’, isimlerinden de anlaşılacağı üzere albümde yer alan deli gibi hüzünlü şarkılar silsilesinin başarılı örneklerinden.
Fakat gelinen nokta itibariyle birbirinin muadili hisler yakamıza yapışmışken karşılaşılan ‘Money, Power, Glory’ adlı güzelliğin sadeliği ve gücü önünde saygıyla eğiliyoruz. Albümde sıkça karşılaştığımız göndermelerin yanı sıra ‘Old Money’, ‘The Other Woman’ gibi tatlar, şarkıcının geçmişle kurduğu bağın en somut delili. Tipik özellikleriyle değerlendirecek olursak epey bir London Grammar tadı aldığımızı söyleyebiliriz.
Üzerinde düşünmeyi ve de tartışmayı gerektiren birtakım sözlere sahip ‘Brooklyn Baby’ ve albüme ismini veren, ‘Ultraviolence’ ise kesinlikle el üstünde tutulmalı, tekrar tekrar dinlenmeli. Her iki parçanın da albümün kalitesini bir üst seviyeye taşıdığını belirtmeliyiz.
Genel tavrı itibariyle duygusal bir roman karakterinin kısa öyküsünü; acılarını ve düşlerini paylaşan, poetik bir Lana Del Rey serzenişi olan albüm, aynı zamanda sanatçının gelişiminin ve değişiminin de ispatı niteliğinde.
Bir geçiş dönemi albümü. Biraz sert, biraz isyankâr...