Haneye çatıdan bir bakış

Alan Duben ve Cem Behar’ın kaleme aldıkları ‘Alan Duben ve Cem Behar’ın kaleme aldıkları ‘İstanbul Haneleri: Evlilik, Aile ve Doğurganlık 1880-1940’ kitabını okuyanlar için bir yemek masası artık sadece bir yemek masası olmaktan çıkacaktır. ’ kitabını okuyanlar için bir yemek masası artık sadece bir yemek masası olmaktan çıkacaktır.

FİRDEVS EV

“Tuhaf bir zamana kaldık. Her aile arasında bu dava. Dün beşiklerini salladığımız çocuklarımızın bugün eğitimleri altına mı girmeliyiz?”

(Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kadın Erkekleşince, s. 50)

Alan Duben ve Cem Behar’ın kaleme aldıkları ‘İstanbul Haneleri: Evlilik, Aile ve Doğurganlık 1880-1940’ kitabını okuyanlar için bir yemek masası artık sadece bir yemek masası olmaktan çıkacaktır. Kitabın ele aldığı Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar, hanenizde lokmanızı kimlerle paylaştığınızdan tutun da, üzerinize ne giydiğiniz, lokmanızın çatalla mı yoksa “adabıyla sadece üç parmağınızı kullanarak” mı midenize indiğine kadar birçok toplumsal alışkanlık değişmiş. Duben ve Behar, yer sofrasının etrafına dizilmiş ailelerden masanın başında sandalyelerinde oturan ‘familya’ya uzanan dönüşümü, İstanbul hanelerinin demografik değişimlerini, evlilik örüntülerini ve aile geleneklerini irdeliyor.

Kavramların değişimi

Kitapta ‘aile’ dendiğinde hanedeki bütün akrabaların anlaşıldığı dönemden İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar, bugün bile hâlâ aynı sembolik anlamı taşıyan olgulara rastlıyor olmakla beraber, birçok kavramın ciddi değişime uğradığını görüyoruz. Sayfaları çevirirken içgüveylik geleneği, akraba ilişkileri, mahalleler, doğurganlık, evlilik sözleşmeleri, erkeklik ve kadınlık kavramları ile aile reisliği, kürtaj, gazetelere verilen evlilik ilanları ve limon tuzundan geri çekmeye doğum kontrol yöntemleri gibi kavramlarla karşılaşıyoruz.

Öncelikle, sayısal verilere dayanan araştırmanın kaynaklarının da en az içeriği kadar

renkli ve kapsamlı olduğunu söyleyebiliriz. Dönemin popüler gazete ve dergilerinden seçilen 700 makaleden biyografi ve hatıratlara, özel yazışmalara varan bir yazılı kaynak yelpazesine başvurulmuş. Bunun yanında, ayrı bir keyifle okuduğumuz mülakatlar da, yazarların deyimiyle “verileri sınama olanağı veriyor”. Mülakatlar için seçilmiş olan, yüzyılın başında ve hemen öncesinde doğmuş yaşlı kadın ve erkekler, araştırma için çocuklukları ve erken olgunlukları hakkında son derece önemli veriler sunmuşlar. Bahsedilen sayısal verilerin yanında, benim gibi rakam görmekten irkilen edebiyat okuyucularının da dikkatini çekeceğine emin olduğum bir başka kaynak türüne de başvurulmuş: Tanpınar’dan Mark Twain’e uzanan dönemin roman külliyatının hem toplumu etkilediğini hem de ondan cımbızla sahneler çekip aldığını görmek, okurlar açısından apayrı bir sürpriz. 

Araştırmanın İstanbullu aileleri merkeze almasının yöntem ve çıkarımlar için fayda sağlayan önemli bir sebebi var. Öncelikle, İstanbul ile toplumun geri kalanı arasında belirgin demografik farklar olduğu aşikâr. En başta evlenme yaşının daha yüksek olduğunu ve doğurganlığın düştüğünü görüyoruz. Fakat Behar ve Duben, haberleşmenin yoğun olduğu, Müslümanlar ile gayri Müslimlerin alışkanlıklarının kaynaşarak kendine özgü, daha hızlı yapılaşıp değişen bir gelenek oluşturduğu bir şehir olan İstanbul’un, aynı zamanda Cumhuriyet’in ilk yıllarına geçiş sırasındaki dönüşümün en ağır yaşandığı şehir olduğunu da vurguluyorlar. İstanbul bu sayede yeni kültürel temaların en uç görünümüyle sergilendiği bir yer olarak, toplumsal değişim ve birikimlerin yüzeydeki bir yansımasını sunuyor. Kitabın bu konudaki temel sorusu ise şöyle: İstanbul’un diğer illerden bu denli farkı oluşu, bu dönem için yeni bir olgu mudur, eğer değilse, bunun sebepleri nelerdir ve bulgularımızın, toplum ilişkilerini, kültürel değişimleri kavramamız açısından önemi ne olacaktır?

‘Tercih edilen kişiyle evlilik’

Sadece anne ve babanın otoritesine bir karşı geliş değil, aynı zamanda toplumun ahlaki temellerini sarsıcı yepyeni bir kavram olarak aşkın gelişimi, evcilleştirilişi ve yepyeni ‘tercih edilen kişiyle evlilik’ kavramı, kitabın ele aldığı diğer ilginç konulardan. İki zıt kabul edilen kavramı muzır bir cüretkârlıkla aynı cümle içerisinde kullanma iznim olacaksa, şunu söyleyebilirim ki bu kitapta, 1880-1940 yıl aralığında hem aşkın hem de savaşın kadının “özgürleşmesinde” nasıl bir rol oynadığını okuyacaksınız.

‘İstanbul Haneleri’nin dönemin sosyal, kültürel, ekonomik tarihine ilişkin bilgi kıtlığına rağmen bu araştırmadan alnının akıyla çıktığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Demografinin tipik kaygılarından uzaklaşarak daha çok sosyo-kültürel antropolojinin ilgi alanına giren konulara yönelen metoduyla hazırlanmış bu kitap hem çok farklı yönelimlerden okurlarca keyifle okunabilecek bir çalışma hem de son derece önemli bir bilimsel kaynak.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ