Dünya'nın durduğu bir ay

Muktedirler futbolu koruyup kollarken asıl amaç futbol endüstrisinin daha da büyümesi. Yani daha çok para. Bir başka deyişle futbol artık sadece bir oyun değil, kara dayalı ekonomik sistemin vazgeçilemez bir parçası.

GÜLENGÜL ALTINSAY

Futbolcu olsaydım Brezilya'ya gidip Dünya Kupası'nda oynamak ister miydim, doğrusu bilemiyorum.

Düşünün, sezonda 50-60 maça çıkmışsınız, belki UEFA Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi gibi uluslararası turnuvalarda da oynamışsınız, tam dinlenecek ve gelecek sezona hazırlanacaksınız ki, tüm Dünya'nın önünde yeni bir sınava tabisiniz. Hem de iki üç günde bir bir maç şeklinde sınavlar dizisine...

Üstelik iklimine yabancı olduğunuz, farklı saat dilimindeki yabancı bir ülkede.

Normal olarak düşündüğünüzde, insani ölçülerle değerlendirdiğinizde bir futbolcu için angarya değil de ne bu?

Zaten bazı oyuncular biraz da kemale erdiklerinde kendilerini Milli Takımlardan azad ediyorlar. Böylesi bir talep mesela Avrupa ülkelerinde anlayışla karşılanabiliyor ama bizim gibi milliyetçiliğin her şey olduğu ülkelerde hiç de hoş karşılanmıyor.

Üstelik Dünya futbolunda 'vitrine çıkma' giderek futbolcunun pazarı açısından öylesine belirleyici olmaya başladı ki futbolcu da Milli Takım'da oynamayı reddemiyor artık.

Böylesi bir turnuvayı isteyerek oynayabilmek için henüz işin başında olmanız gerekir ancak. Ya da son bir kez daha iyi transfer yapabilmek için  'daha işinizin bitmemiş' olduğunu gösterebilmeniz.

Bu yüzden bazı oyuncular, liglerde sezon sonuna doğru sakatlanır ama nedense bu sakatlıklar turnuvalar öncesi bitiverir.

Tam tersi de olabiliyor; sezonu başarıyla tamamlamış çok sayıda maça çıkmış, yorulmuş oyuncularda vücut iflas edebiliyor. Böylece zorunlu tatil başlayabiliyor.

Ribery gibi takımları için çok önemli birçok oyuncu bu yüzden 2014 Dünya kupasında boy gösteremeyecek mesela.

Sakatlıklar nedeniyle Brezilya'ya gidemeyecek olan Kolombiya'dan Falcao'yu, Almanya'dan İlkay'ı, Gomez'i, Reus'u, İngiltere'den Walcott'u, İtalya'dan Montolivo'yu ve tabi Fransa'dan Ribery'i gözlerimiz boşuna arayacak. 

Sonuçta lig takımlarının maçlarının arasına sıkıştırılmış, hatta tıkıştırılmış turnuvalar haline geldi Dünya ya da 'kıta' turnuvaları.

FIFA demek para demek 

Sadece futbolcular, menajerler, kulüpler, futbola bağlı ticaret yapan kesimler değil, futbolu yönetenler için de artık futboldan gelen paranın büyüklüğü önemli.

Bunun için futbolun cazibesinin sürmesi, daha geniş kitlelere ulaşması gerekiyor.

Muktedirler futbolu koruyup kollarken asıl amaç futbol endüstrisinin daha da büyümesi. Yani daha çok para.

Bir başka deyişle futbol artık sadece bir oyun değil, kara dayalı ekonomik sistemin vazgeçilemez bir parçası.

Dünya Kupası gibİ uluslararası turnuvalar endüstri için bonus gibi... Yaptır statları turnuvayı alan ülkeye, masrafları o ülkenin bütçesine yani vatandaşın vergilerine yükle, getir milli takımları, bütün ülkeleri televizyon başına oturt. Yayın haklarından ve dolayısıyla sponsor ve reklam gelirlerinden milyarları bir ayda kasalara doldur. 

Tamam, futbol artık geri dönülemez bir biçimde büyük bir endüsri oldu ama yine de bu endüstrinin daha da büyüyerek devam etmesi futbolun ruhunu iyi bilen insanlar tarafından yönetilmasiyle mümkün.

Milyonlarca insanın ruhuna, kalbine hitap eden futbolu İnşaat Sektörü'nü, ne bileyim Enerji Sektörü'nü idare eder gibi idare edemezsiniz.

Futbolun ruhunu bozamazsınız.

Bu yüzden yeni bir inşaat şirketi kurabilirsiniz rahatlıkla ama yeni bir Barcelona yeni bir Arsenal, yeni bir Liverpool, yeni bir Beşiktaş ya da Fenerbahçe, Galatasaray kuramazsınız.

Ancak görünen o ki, FIFA ve UEFA'nın gözü pararadan başka bir şey görmüyor gibi.

Turnuvaların hangi ülkelerde yapılacağına karar verirken de kıstas hep bu; futbol üzerinden gelecek gelirin miktarı...

Turnuvaların oynanacağı ülkeler, maç saatleri, maç sayısı hep buna göre planlanıyor. Futbolu ve futbolseveri düşünen yok. 

Bence bu yüzden 1994'te ABD ve 2002'de  Kore-Japonya'da yapılan turnuvalar futbol açısından tam bir cinayet oldu. 

ABD turnuvası futbol kalitesinin dibe vurduğu maçlarla tarihe geçti. Dünya'da TV'den izlensin diye maçlar abuk sabuk  saatlere konmuştu. Öğle sıcağında oynanan finalde, bırakın gol atmayı, yürüyecek hali kalmamıştı futbolcuların.

2002 ise ev sahiplerini yarı finale taşımak için hakemlerin verdiği alenen Şike tadındaki kararlarla akla geliyor öncelikle.

Tabii şimdi Kupa'nın Brezilya'da, yani dünyanın futbol başkentinde yapılıyor olmasına diyecek yok. Maracana'da final izlemek futbolseverler için ölmeden yapılacak en birinci şeydir elbette. Ya dört yıl sonra Katar'da ne olacak? Daha şimdiden kötü kokular ortaya çıkmaya başladı. FİFA'da herkes sorumluluğu başkasına atıyor.

Bir de takım sayısının artmasının getirdiği sorunlar var. Gruplarda son maçlarda şike oluyor sık sık. Iki takım anlaşıp ikisini de gruptan çıkartacak skora bağlıyor maçı. Çaresi gruplarda ikinci  ve üçüncü olan takımların çapraz baraj maçı oynaması. Böylece güçlü gruplardaki üçüncülere bir şans daha verilebilir. Ne var ki buna da maç sayısını arttıracak diye baş vurmuyor FIFA.

Ulustan olmayan ulusal takımlar

Ben kendimi bildim bileli ulusal takım mantığını anlayabilmiş değilimdir. Bana nedense insanlar arasındaki farklılıkların altını çizen fazla ayırımcı bir durummuş gibi geliyor. Hele milliyetçiliğin köpürtüldüğü ülkelerde. Sporun ruhuna da uygun bulmuyorum açıkçası.

Aklıma hep takılan diğer bir şey de Ulusal takıma girebilmek için o ülkenin kimliğine ve pasaportuna sahibi olmanın yeterli olması.

Zaten küreselleşen dünyada bu koşul da çorbaya dönmüş durumda. Dönme futbolcular bir günde vatandaş yapılıyor mesela. Mehmet Aurelio vardı örneğin bizim Milli takımda. Şimdi nerede acaba? 

Sonra başka ülkelerde doğmuş, oradaki altyapılarda yetişmiş futbolcuları sırf ana babasının kökenine göre milli takıma hazırdan alabiliyorsunuz. Aynı konumdaki başka bir futbolcu, yetiştiği ülke takımını haklı ve doğal olarak seçtiğinde 'hain'damgası yiyebiliyor.

Türkçesi bile olmayan çok farklı bir kültüre sahip başka bir ülkede doğmuş büyümüş, yetişmiş hatta Türkiye'de hiç vakit geçirmemiş bir futbolcuyu ulusal takıma koyuyorsunuz . Buna karşın senelerdir Türkiye'de yaşayan, oynayan futbolcuyu pasaportu yok diye Ulusal Takıma almıyorsunuz.

Adaletin bu mu dünya?

Üstelik gruplardaki takımların dengesizliği çok adaletsiz sonuçlara yol açabiliyor.

Sonra para getiren takımların figüran takımlara elenmesine ne kadar izin verilecek?

Mesela bu turnuvada A grubunda ev sahibi Brezilya birinci, B grubunda Şili ikinci olsa bu iki takım bir üst turda karşı karşıya gelecek fikstür gereği... O maçın skorunun sahada belirlenmesine, diyelim Şili'nin çok iyi oynayarak Brezilya'yı sahada yenerek elemesine izin verileceğine inanıyor musunuz? Ben inanmıyorum açıkçası.

Bunları bile bile kazananları yürekten taktir etmek de pek içimden gelmiyor.

O yüzden her ulusal takım turnuvalarında figüran niyetine oraya getirilmiş, kenarda kalmış ülkelerin takımlarını desteklemek isterim. Ya da futbolda yeni bir şeyler deneyen, daha genç oyuncularla oynayan, futbola daha fazla emek vermiş ülke takımlarını.

Bu Dünya Kupasında da Turnuvanın en genç takımı-yaş ortalaması 24,9- Gana'yı ve adım adım yeniden yapılanan ikinci en genç Belçika'yı, altyapı eğitimine inanılmaz önem veren Bosna-Hersek'i ve yenilikçi bir futbol tarzını takım olarak oynayan Şili'yi gönlümün önünde tutuyorum.

Ne var ki sadece onlarınkileri değil, hiç bir maçı kaçıracağımı zannetmiyorun.

Çünkü Turnuvaya dair tüm gerçeklere rağmen futbolu seviyorum. Futbol seyretmeye bayılıyorum.

Öyleyse hepimize iyi seyirler...

Kategoriler

Güncel Gündem