19 yaşında ve hâlâ genç

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) bu yıl 19. kez düzenlediği İstanbul Tiyatro Festivali başladı. Pek çok tiyatro severin iple çektiği, iki yılda bir düzenlenen festival, ilk kez sahnelenecek yapımlar ve çeşitli ülkelerden oyunlarla yine heyecan veriyor. 5 Haziran’a dek sürecek olan festivalde, yurtdışından yedi, Türkiye’den 33 proje seyirciyle buluşacak.

FOTOĞRAF: BERGE ARABIAN

ERASLAN SAĞLAM
eraslansaglam@gmail.com

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) bu yıl 19. kez düzenlediği İstanbul Tiyatro Festivali başladı. Pek çok tiyatro severin iple çektiği, iki yılda bir düzenlenen festival, ilk kez sahnelenecek yapımlar ve çeşitli ülkelerden oyunlarla yine heyecan veriyor. 5 Haziran’a dek sürecek olan festivalde, yurtdışından yedi, Türkiye’den 33 proje seyirciyle buluşacak. Festival kapsamında, tiyatronun günümüzde geldiği noktayı yansıtan atölye çalışmaları, seminerler ve film gösterimleri yapılacak. Oyunlar Bisahne, İstanbul Devlet Tiyatrosu Cevahir Sahnesi, Dot, İBB Şehir Tiyatroları Haldun Taner Sahnesi, İBB Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, İkincikat Karaköy, Kenter Tiyatrosu, Moda Sahnesi, Saint Pulchérie Fransız Lisesi, Salon İKSV, Şişli Blackout Sahnesi, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Üsküdar Tekel Sahnesi ve Üsküdar Stüdyo Sahnesi’nde izlenebilecek.

Yıllarca, akademisyen, tiyatro eleştirmeni ve dramaturg Dikmen Gürün’ün yönettiği festival, bu yıl Yrd. Doç. Dr. Leman Yılmaz’ın yönetiminde. Sayfayı, internet de dahil olmak üzere (www.iksv.org) birçok yerden kolaylıkla ulaşabilecek olan festival programıyla işgal etmek yerine, Gürün’ün öğrencisi olan, dans ve performans disiplinlerine yakın duran ve Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun (BGST) kuruluşunda da yer alan Yılmaz’la, festival arifesinde, programda yazılmayanlara dair sohbetimizi aktarıyoruz.

  • Sekiz yıl festival direktörü yardımcılığı yaptıktan sonra, geçen yıl direktörlük görevine getirildiniz. İlk kez yöneteceğiniz festivale nasıl bir düşünsel ve estetik çalışmayla hazırlandınız?

Uzun yıllardır tiyatro dünyasındayım. Bilsak, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları gibi topluluklarda yer aldım. Özellikle kendi kuşağımın tiyatrocularıyla bolca sohbet ettim, onların önerilerine kulak verdim. İhtiyaçlar neler, tiyatro dünyada nereye gidiyor, İstanbul’daki tiyatro hayatı nerede duruyor? Ayrıca, bu görevi müthiş bir başarıyla yürütmüş ve festivalin saygınlığına saygınlık katmış olan Dikmen Gürün örneği vardı önümde. Onun festivali taşıdığı noktanın altına düşülmemeliydi. Dolayısıyla, kendi kuşağımdan arkadaşlarımın önerileri ve Dikmen Hanım’ın yaptıklarını bir arada düşünmeye çalıştım.

  • ‘Genç’ bir festival yönetmeni olmanız festivale neler katıyor?

Daha rahat önerilerde bulunabiliyoruz artık. Sadece tiyatroların bize sunduğu projelere bakmıyoruz, aynı zamanda onlarla birlikte proje üretiyor ya da onlara proje öneriyoruz. Bu, dinamik ve organik bir festival hazırlamamızı sağlıyor. Zaten öğrencilik zamanlarımdan beri bu festivalin takipçisiyim. Güney Kore’den Barselona’ya, Avignon’dan Edinburgh’a kadar birçok yerdeki uluslararası festivalleri de yakından takip ediyorum. Dans disipliniyle performans alanından geliyor olmam da bir avantaj sağlıyor. Festivalde yakın zamana dek dans projeleri yoğunluktaydı; şimdilerde bunda bir düşüş yaşanıyor. Bunun nedenlerini araştırmak, dansa festivalde aynı ivmeyi kazandırmak, yapabileceğimiz şeylerden biri. Sizin sözcüğünüzle ‘gençlik’ bu alanlarda işe yarayabilir.

  • Festivalin tarihinde, seyirci yapısında da bir gençleşme görülüyor. Belirli bir yaşın üzerinde, yaşam standardı da belirli bir düzeyin üstünde olan seyirciyle beraber, tiyatro festivalini takip etmekten haz duyan ‘genç’ seyirci de var artık...

Aynı şeyi düşünüyorum. Bu anlamda festivalin dansa ayırdığı hacim önemli. Az önce sözünü ettiğim düşüşü tersine çevirmek, dans ve performansı yeniden canlandırmak, festivalin hedeflerinden biri. O genç seyirciyi, yine genç ve yeni isimlerle tanıştırmak gerekiyor. Festivalin ilk günü ‘Onur Ödülü’ verilecek. Biz bu ödülü, Polonya tiyatrosunun tanınmış yönetmenlerinden, 1968 doğumlu Grzegorz Jarzyna’ya veriyoruz. Önceki festivalde de ödül, Almanya’nın önde gelen yönetmenlerinden, yine 1968 doğumlu Thomas Ostermeier’e gitmişti. Genç yönetmenleri öne çıkarmak Dikmen Hanım’ın da paylaştığı bir bakıştı.

  • Yan etkinliklere de epey bir yer ayrılmış bu yıl...

Festivalde ‘Ne Yaptıysak Nafile...’ ve ‘Nosferatu’ ile katılan Grzegorz Jarzyna ile bir söyleşi olacak. Aynı kapsamda, yönetmenin Edinburgh Festivali’nde büyük beğeni toplayan ‘2007: Macbeth’i sinema formatında gösterilecek. Festival katılımcılarından Propeller Theatre Company ile, Shakespeare’e dair atölye çalışmaları yapıp bu konuda seminerler vereceğiz. İşin en önemli yanı, bütün bu yapılanların yazıya geçiyor olması. İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü öğrencileri aktif olarak festivalin bir parçası haline geldiler. Provaları izliyorlar. Onların deneyimleri yayınlarımıza yansıyor ve yansıyacak. Bu şekilde, teorik alanla pratik alanı bir araya getirmeye çalışıyoruz. Öğrenciler kuramsal bilgilerinin yanı sıra organizasyon ve alan çalışması da yapmış oluyor. Birlikte çalıştığımız birimler de heyecanlı. Gösterimi yapılacak oyunun dekorunu taşıyan tırın yanaşmasından kurulumuna kadar, her ânı fotoğraflıyorlar. Bu şekilde, İstanbul’un tiyatro hayatına belge bırakmış oluyoruz.

  • Gelelim Shakespeare’in doğumunun 450. yılına. Bu önemli yıldönümü, festivalin göbeğine oturuyor...

450. yıl etkinlikleri Avrupa’da 2013’te başladı. Zaten Shakespeare’e baktığımızda, ondan hiç kopamadığımızı fark ediyoruz. Pek çok oyuncu, yönetmen ve festival, dönüp dolaşıp ona geliyor. Kısa bir süre önce, 15. Devlet Tiyatroları - Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali’nde, Globe Tiyatrosu ‘Kral Lear’ı sahnelemişti. Festival izleyicisine farklı, görmedikleri bir şey sunmak istedik; Propeller Theatre Company’yi getiriyoruz. Bu tiyatro, yönetmeni Edward Hall sebebiyle, Royal Shakespeare Company’ye hiç de uzak değil. Edward Hall, Royal Shakespeare Company’nin kurucusu Peter Hall’un oğlu. Propeller’da bütün roller, tıpkı Elizabeth döneminde olduğu gibi erkekler tarafından canlandırılıyor. Ama bunu, bugünün çağdaş tiyatro bakış açısıyla yapıyorlar.

  • Yerli yapımlarda neler var?

Bu yıl çağrıları erkene çektik. Neredeyse hepsi de önemli topluluklardan olmak üzere, 120 proje başvurdu. Bu yüzden seçmek zor oldu. 33 projeyi seyirciyle buluşturuyoruz. Bunlardan üçü ortak yapım. Harold Pinter’ın ‘Aldatma’sını Mesut Arslan rejisiyle izleyeceğiz. Yapımcılığını GalataPerform’la ortaklaşa yürüttüğümüz ‘Aşk & Faşizm’ var. Başka bir ortak yapım ise, Altıdan Sonra Tiyatro, Tiyatro – Pangar ve İKSV işbirliğinin ürünü: ‘Kral (Soytarım) Lear’. Bunlar sadece ortak yapımlar. Diğer 30 yapım da birbirinden kıymetli.

Kategoriler

Kültür Sanat Tiyatro