“Yüzleşme neden gerekli? Ruhlarımızın arınması için, daha iyi insanlar olmak için... Hepsi tamam ama yüzleşmenin ana hedefi adalettir desek yanlış olmaz herhalde. Yani, adaletin yerini bulması için yüzleşme gerekiyor. ‘Adalet nasıl sağlanır?’ sorusuna cevap verebilmek için de yapılması gereken, kurbanlara, mağdurlara kulak vermek.”
OHANNES KILIÇDAĞI
Bir 24 Nisan daha geldi geçti, açık yaralarımıza bir daha tuz bastık. Soykırımla yüzleşme Türkiye’nin hâlâ çok uzak olduğu bir kavram. Evet, Polyanna’nın kemiklerini sızlatacak olursak (Ölmüştür artık, değil mi? Yoksa Polyanna’lar ölmez mi?), bu konuda içinde bulunduğumuz durum 15-20 yıl evvelsine göre daha iyi. O zamanlar değil anma toplantıları yapmak, Ermeni’nin tarihsel varlığı bile sorgulanıyordu. Acı bir ironiyle söyleyecek olursak, Ermeni’nin varlığını inkârdan, soykırımın inkârına gelmek bir ilerleme! Öte yandan, bir an için, 1915’in iç ve dış koşullarının yarın yeniden oluştuğunu hayal etsek, aynı soykırımı aynen işleyecek o zihniyet ve bıçağı tutmaya gönüllü bir sürü adam, fazlasıyla mevcut.
Yüzleşme neden gerekli? Ruhlarımızın arınması için, daha iyi insanlar olmak için... Hepsi tamam ama yüzleşmenin ana hedefi adalettir desek yanlış olmaz herhalde. Yani, adaletin yerini bulması için yüzleşme gerekiyor. ‘Adalet nasıl sağlanır?’ sorusuna cevap verebilmek için de yapılması gereken, kurbanlara, mağdurlara kulak vermek. Onlar adalet deyince ne anlıyor, ne talep ediyor? Alacağınız cevaplar bir fikir birliğine işaret etmeyebilir ama kurbanı dinlemeden de adalet kurulamaz. Öte yandan, adaletin maddi ve manevi olarak iki boyutundan söz edilebilir. Manevi boyuttan kasıt, kurbanların anısına saygı ve mukatele, savaş koşulları, ortak acı gibi yan yollara sapmadan, yaşananların hakkını vermektir. Söz konusu olan bir ‘ortak acı’ değil, hadi soykırım demeye diliniz varmıyorsa bile, büyük bir haksızlık, şeytani bir kötülüktür. Maddi boyut biraz daha karmaşık olmakla birlikte, esas itibariyle mal mülk iadesi ve tazminat meselesidir. Henüz orada değiliz ama şunu söyleyelim ki, bugün hâlâ Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ermeniler vardır ve onların sorunlarının çözümünde gösterilecek yaklaşım, yüzleşmenin bir parçasıdır.
Neyle yüzleşeceğimiz de bir başka soru. Şüphesiz, yüzleşilecek olan büyük bir kayıptır. Bu kaybın ilk akla gelen, dehşet uyandıran yönü, tabii ki insan kaybıdır. Milyondan fazla insa sürülmüş, katledilmiş, işkence görmüş, nihayetinde bir halk fiziksel olarak anayurdundan silinmiş. Fakat söz konusu olan sadece insan kaybı değil, aynı zamanda bir kültür kaybı. Diliyle, edebiyatıyla, sanatıyla, yaşam biçimiyle, bir varoluşun silinmesi. Son yıllarda yapılan etkinliklerle, örneğin fotoğraf ve kartpostal sergileriyle, bu kaybın da yavaş da olsa farkına varılmaya başlandı. Ama kaybın henüz yeterince idrak edemediğimiz bir başka boyutu da şu: Ermenilerin bu topraklardan silinmesiyle bu ülke bir siyaset kaybı yaşadı aynı zamanda. Adem-i merkeziyet, kültürel özerklik, anayasal vatandaşlık ilkeleri etrafında şekillenen Ermeni siyasi pozisyonu rağbet görseydi, 20. yüzyıl bu topraklarda çok daha huzurlu ve müreffeh geçebilirdi. Evet, bu ilkeleri sadece Ermeniler savunmuyordu ama onlar bir halk olarak bu siyasetin arkasındaydı. Kendi içlerinde birçok ayrılık, bölünme vardı ama ister Ermeni siyasi partileri olsun, ister kilise çevreleri veya muhafazakâr aydınlar, kültürel özerkliği, adem-i merkeziyeti sorgulayan bir kesim yoktu. Bunlar onlar için olması gereken şeylerdi. Dolayısıyla, Ermenilerin imhası, Türkiye’yi selamete çıkaracak bir siyasi pozisyon ve söylemin büyük ölçüde imhası anlamına geldi. Bugün hâlâ o ilkeleri hayata geçirecek bir düzen için uğraş veriyoruz.
Öte yandan, yaşananların derinliği ve ağırlığı konusunda da hepimizin öğreneceği çok şeyi var gibi görünüyor. Ermeni olmak bunları mutlaka bilmek anlamına gelmiyor. Bu açığı kapatmamızın yolu da, ‘mikro’ olarak nitelendirebileceğimiz insan hikâyelerine daha fazla kulak vermekten geçiyor. Örneğin, Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği Müslümanlaştırılmış Ermeniler Konferansı’nda şaşırtıcı insan hikâyelerine tanık olmuş, yaşanan yıkımın duygusal boyutlarını daha iyi kavramıştık.
not: Ben yazıyı bitirdikten sonra bir ilk gerçekleşti ve Başbakanlık, 1915’te ölen Ermeniler için taziye mesajı, daha doğrusu içinde taziye de olan bir mesaj yayımladı. Çizdiği resme ve pozisyonuna temel itirazlarım olmakla birlikte ve politik manevra motivasyonunu akılda tutarak, bu mesajı önemsiyorum. Samimi veya değil, taziye için uzanan ele vuracak halimiz yok. Kaldı ki, mesajdaki kimi ifadeler de, ‘insanlık için küçük ama Türkiye için büyük adımlar’ olarak görülebilir.