Türkiye’de sinema Rum birahanesinde başladı

Sinema yazarı Yorgo Bozis ve eşi Sula Bozis’in, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar’ adlı kitabı, Osmanlı’da sinemanın ilk yıllarına ışık tutan nitelikli bir arşiv çalışması. 2007’de Yorgo Bozis’in vefatıyla kitabı kendi başına tamamlayan Sula Bozis’le, Osmanlı’nın son yılarındaki sinema deneyimini ve Rum sinemacıları konuştuk.

 

LORA SARI
lorasari@agos.com.tr

Sinemanın ilk yılları, Osmanlı kentlerinde, özellikle İstanbul-Pera’da epey hareketli geçmiş. İlk film yapım şirketlerinden olan Fransız Pathé firması, ilk temsilciliklerini, Avrupa’daki birçok kentten önce İstanbul, Selanik ve İzmir’de açmış. Sinema yazarı Yorgo Bozis ve eşi Sula Bozis’in, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar’ adlı kitabı, Osmanlı’da sinemanın ilk yıllarına ışık tutan nitelikli bir arşiv çalışması. Kitap, sinema tarihi, Pera’daki ilk film gösterimleri ve sinema salonları, Rum sinema işletmecilerine ve sinemanın tüm Rum emektarlarına dair kapsamlı bir araştırma sunuyor. 2007’de Yorgo Bozis’in vefatıyla kitabı kendi başına tamamlayan Sula Bozis’le, Osmanlı’nın son yılarındaki sinema deneyimini ve Rum sinemacıları konuştuk.

  • Sinemaya nasıl ilgi duymaya başladınız?

Ben esasında sinema yazarı değilim. Eşim Yorgo Bozis sinema yazarı ve eleştirmeniydi. Onun 2007’de hayatını kaybetmesinin ardından, kitabı tamamlamak bana düştü. Yorgo, bir grup genç sinemacıyla birlikte kısa metraj belgesel filmler çekerdi. 1965’te Sinematek’in kurulmasıyla oluşan bu grupta yer alanlar, sinema üzerine yazılar yazdı, çalışmalar yaptı, dergiler çıkardı. 70’lerin sonuna kadar bu böyle devam etti. Ben o dönemde Dostlar Tiyatrosu’nda giysi tasarımcısıydım; Yorgo’nun da dahil olduğu sinemacılar grubunun birtakım çalışmalarında giysi tasarımcısı olarak yer almıştım. Yunanistan’da devlet ve özel televizyon kanalları için yapılan ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya, ‘İzmir Büyücüleri’, ‘Niovi’nin Çocukları’ adlı dizilerde ve ‘Bir Tutam Baharat’, ‘Gelinler’ filmlerinde danışman olarak çalıştım.

  • Çalışmanızın temelini oluşturan arşiv çalışmasını nasıl yaptınız?

1992’de eşimle birlikte Bosforis Arşivi’ni kurduk. Yorgo, 15 yıldır malzeme biriktiriyordu. Sinema konusunu zaten çok iyi biliyordu. Ama ayrıca, İstanbul’da yayımlanan Rumca gazeteleri, 1880’lerden, yani sinemanın Paris’ten Pera’ya geldiği dönemden başlayarak taradı. Üç yıl boyunca, İstanbul Rum basınını elden geçirdi; Paris ve Londra’daki ulusal kütüphanelerinde çalışarak, 1900’lerin başında İstanbul’a gelen filmlerle ve yapılan film gösterimleriyle ilgili haberleri toparladı. Benim bu kitaba katkım, Bosforis Arşivi kurulduktan sonra Türkiye sinemasında çalışmış İstanbullu Rum, ünlü sanat yönetmenleri, fotoğrafçılar, ses teknisyenleri, montajcılar ve oyuncularla ilgili bilgi toplamaktı.

  • Osmanlı’da sinema tarihi nasıl başlıyor sizce?

Bence Sponek’le başlar. Sponek Galatasaray’da, Balıkpazarı’nda, İngiliz Konsolosluğu’nun köşesinde bir birahane. Birahanenin isminden ötürü, sahibinin de Alman veya Beyaz Rus olduğu düşünülürmüş. Sponek’in sahibinin torunu, bize, dedesi Serafim Leludis’in, Yunanistan’ın dağlık bölgesinin en ücra ve fakir yerlerinden Evritanya’dan geldiğini anlatmıştı. Yunanistan kurulduğunda çok fakir bir ülke, şu anki Yunanistan’ın beşte biri kadar, minicik bir yer. İnsanlar çok fakirlik çekiyor, dolayısıyla Yunanistan’dan İstanbul’a, çalışmaya geliyorlar. Sponek de, Evritanya’dan gelenlerin kurduğu, işlettiği bir birahane olarak açılıyor ve sonraları elitleşiyor. Birahanenin adının Sponek olmasının hikâyesi de ilginç. O sırada Yunanistan Kralı A’Yeorgios’un başdanışmanlarından biri, iş bitirici olarak tanınan Karl Sponek’miş. Serafim Leludis, Sponek’e hayran. Bu yüzden adının yanına Sponek’i alıyor ve birahaneye de Sponek ismini veriyor. Osmanlı’da ilk film gösterimleri Sponek’te yapılıyor. Sinema tarihçisi Georges Sadoul’un anlatılarından, 1895-96’da, Lumiére Kardeşler’den bir projeksiyon makinesi almak için ilk başvuranlardan birinin D. Henri olduğunu öğreniyoruz. Parisli D. Henri İstanbul’a gelip, film gösterimleri için Sponek’i kiralıyor. Oradaki ilk film gösterimlerinin ardından, iki ay içinde, başka iki tiyatroda da film gösterimleri yapılmaya başlıyor. Bunlardan biri, Tepebaşı’ndaki Mnimatakia Tiyatrosu, diğeri ise, Saint Antoine Kilisesi’nin bugünkü yerinde bulunan Concordia. Bu iki tiyatroda da, oyunlar arasındaki antraktlarda film gösterimleri yapılıyor.

  • Yazlık sinema geleneğini başlatanlar da Mnimatakia’nın işletmecileri Psihuli Kardeşler’miş...

Evet. Önce Taksim’de yazlık kahvelerde açık sinema gösterimleri yapıyorlar, sonra bunun Mnimatakia Tiyatrosu’nun bahçesine taşıyorlar. Yunanistan’da ilk film gösterimini yapanlar da Psihuli Kardeşler.

  • Tiyatroda çıkan yangının ardından mı Yunanistan’a gitmişler?

Hayır, çok para kazandıkları için... Hatta onların bir yeğeni, bize, Psihuli’lerin paralarını gazete sayfalarının arasında sakladıklarını anlattı. Yunanistan’da henüz film gösterimlerinin başlamadığını fark edince, durumdan faydalanmak istiyorlar. Concordia’nın sahiplerinin torunu Madam Katina da, dedesinin “Atina’da bakanlar bile bizim kadar iyi yaşamıyor” dediğini söylemişti bize.

  • Sinema ne zaman sekteye uğramış?

1897’deki Türk-Yunan Savaşı, İstanbul Rumları üzerinde olumsuz bir etki ve korku yaratıyor. Rumlar, savaş süresince, bir misilleme ihtimali sebebiyle tedirginlik içine giriyor. Rum sinema işletmecileri de, bu sebeple, öne çıkmamaya çalışıyor. Tabii, aynı dönemde Ermeni komitacıların Osmanlı Bankası’nı işgal etmeleri nedeniyle de İstanbul’da bir gerginlik hâkim...

  • Kitabınızda, II. Abdülhamid’in paranoya ve baskılarının sinemada da karşımıza çıktığını belirtiyorsunuz...

En başta, II. Abdülhamid’in dinamo kelimesini dinamitle ilişkilendirmesinden, İstanbul’un elektrikle donatılmasına karşı çıkması ve bu yüzden de yıllarca yerleşik bir sinema düzenine geçilememesi durumu var. Bunun yanında, II. Abdülhamid, sansür ve yasaklarını sinemaya da uyguluyor. Mesela gösterilecek filmlerden birindeki bir uçağın, kendi deyimiyle ‘mekanik kuş’un türlü felaketlere sebep verebileceğini düşünüp filmi yasaklamış.

  • Milliyetçi politikalar nasıl etkiliyor Rum sinemacıları?

Birçok edebi eserden biliyoruz ki, Beyoğlu o zamanlar Osmanlı’nın Avrupa’ya bakan penceresi. Beyoğlu’nda Avrupai bir hayat yaşanıyor. Ancak şovenizmle birlikte gündelik hayat da Türkleşmeye başlıyor. 1913’te şair Aka Gündüz’ün başını çektiği bir grup öğrenci, Pathé Sineması’nın suaresinde olay çıkarıyor ve altyazıların Türkçe olmamasını protesto ediyorlar. O zamanlar altyazılar sadece Rumca ve Fransızca. Sinemalar boykot ediliyor, sinema müdürleriyle tartışılıyor, millet de siniyor.


 

Osmanlı topraklarındaki ilk yönetmen Meravidis

Osmanlı’nın ilk sinemacısı Fenerli Dimitri Meravidis, 1900’lerin başında Paris’e gidiyor. Lumiére Kardeşler’den hem fotoğrafı, hem de sinemayı öğreniyor. 1903’te İstanbul’a, yanında bir sinema makinesiyle dönüyor. 1927’ye kadar İstanbul’un günlük yaşamını ve önemli olaylarını görüntülüyor. 1927’de Meravidis’in Galata’daki atölyesi yanıyor, çektiği tüm filmler yok oluyor. O da Yunanistan’a gidip, orada sanat yönetmenliği yapmaya başlıyor. Lumiére’ler ve Pathé’yle yakın bir ilişkide olduğu için, Paris’e burada çektiği bütün filmlerin kopyalarını yolluyor. Yani, İstanbul’un o dönemleri Pathé’nin arşivlerinde var. Geçen yıl Atina’da, İzmir Rumları hakkında I. Dünya Savaşı’ndan Mübadele’ye kadar olan dönemi kapsayan, çok iyi bir belgesel izlemiştim.

Belgeselde, önceden görmediğim görüntüler de vardı. Filmin bitiminde Pathé’ye de teşekkür ediliyordu. Filmin yönetmeniyle konuştum; Pathé’nin arşivinde 20. yüzyıl başlarından İzmir ve İstanbul’a ait görüntülerin olduğunu doğruladı. Bu filmler, sadece Rumların değil, herkesin gündelik yaşamına dair çok önemli belgeler. 13 Nisan’da İstanbul Film Festivali kapsamında, Balkanlar’ın ilk yönetmeni Manakia Kardeşler ile ilgili bir söyleşi düzenlenecek. Bu panele ben ve Üsküp Sinemateki’nin Başkanı konuşmacı olarak davetliyiz. Orada Meravidis üzerine de konuşmak istiyorum, çünkü aslında Osmanlı topraklarındaki ilk sinemacı odur. Manakia Kardeşler 1904-1905’te, yani Meravidis’ten bir yıl sonra film çekmeye başlıyorlar ve bu filmler Balkanlar’ın gündelik hayatını, onların yaşadığı şehri anlatıyor. Balkanlar o zamanlar taşra, Meravidis ise başkenti filme alıyor.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema