Yetvart Danzikyan, bu hafta Kesab’da olan biteni Agos’taki köşesine taşıdı: “Tablo, AKP’nin Suriye’de çok tehlikeli bir oyuna giriştiğini, geçen yüzyıl başının kimi hastalıklarından kurtulamadığını bize bir kez daha gösteriyor. Bu tehlikeli oyunun kurbanlarından biri de Kesablı Ermeniler oldu.”
YETVART DANZİKYAN
“Son üç senedir yerel halktan siviller kasabamızı korumaya çalışıyorlardı. Cuma gecesi sınırdaki Türk askerlerinin çekildiğini görmüşler. Sabaha karşı 04.00 gibi, Türkiye tarafından silahlı militanları taşıyan kamyonlar gelmeye başlamış. Biz silah seslerini duyduk. Militanlar, kasabanın yakınındaki Suriye polis kontrol noktalarına, sabaha karşı 05.30 civarında saldırdılar. (...) O anda militanların kim olduğunu anlayamadık. Sabah 06.30 gibi insanlar ne olduğunu anlamaya başladı ve kasabanın merkezinden uzaklaştılar.”
BBC’de yayımlanan Newshour programına bağlanan Kesablı bir Ermeni, yaşananları böyle anlatmış. (‘Suriye: Keseb’de ne yaşandı?’ BBC Türkçe Servisi, 7 Nisan 2014) Tüm tanıklıklar, Suriyeli Ermenilerin yıllardır yaşadıkları Kesab’ı terk etmelerinde Türkiye’nin şu veya bu şekilde bir payı olduğunu ortaya koyuyor. Konuyu Türkiye gündemine taşıyan Agos’taki Terziyan kardeşler röportajında da, Vakıflıköy’e getirilen 80’li yaşlardaki iki kız kardeş, Lora Baytar’a “Eğer Erdoğan yolları açmasaydı, Kesab ve Karaduran’a bu kadar çok kötü adam gelmezdi. Bu sakallı adamlar Türkiye’den geldi” demişlerdi.
Kesab’ı ele geçiren cihatçılar ve muhalif gruplar, kasabada kalan yaşlı Ermenileri Vakıflı’ya getiriyorlar. Onlara fiziksel bir zarar vermeseler de, yaşanan, en hafif deyimle bir tehcir. Ermeni kültürü ve tarihinde önemli bir yeri olan Kesab’daki Ermenilerin çoğu, yaşadıkları yeri terk edip Lazkiye’ye gitti. Ne zaman döneceklerini ya da dönüp dönemeyeceklerini bilmiyorlar. Kasabayı terk edemeyecek kadar yaşlı olanlar veya terk etmek istemeyenler ise “Lazkiye’ye gidiyoruz” diye yola çıkarılıp, Terziyan kardeşler örneğinde gördüğümüz gibi, Türkiye’deki tek Ermeni köyü olan Vakıflı’ya getiriliyor.
Bu operasyonu Türk Dışişleri’nin planlamış olabileceğini düşünmek için yeterli sebebimiz var. El Nusra vb. radikal İslamcı örgütlerle Türk Dışişleri ve MİT’in epey içli dışlı olduğunu, artık sadece biz değil, bütün dünya biliyor. Türkiye’nin bölgede bütün yaşananlara ek olarak, Kesab yüzünden ayrıca zorda kaldığını da... Dolayısıyla, Vakıflı operasyonunun Dışişleri’nin bilgisi ve yönlendirmesiyle gerçekleştiğini düşünmek mümkün. Sadece bu detayda düşünürsek, belki, bu çok can sıkıcı hikâyede –bunların esasen Dışişleri’nin PR çalışması olduğunu hatırda tutarak– nispeten olumlu bir yan bulabiliriz; en azından sağ salim, rahat edecekleri bir yere getirildiler.
Ve zaten bu, hikâyenin sadece bir kısmı. Daha kapsamlı bir fikir edinmek için birkaç gelişmeyi bir araya getirmekte fayda var. Şu kadar yıldır olup bitenleri, Türkiye’nin radikal İslamcı örgütlere silah ve mühimmat yardımı yapmasını, Suriye ile uçurum kenarında bir politika yürüterek bir savaş çıkarıp, hiç olmazsa NATO’nun devreye girerek Esad’ın devrilmesi için çabalamasını, bunlar olurken Suriye’deki savaşın iyice çığırından çıkmasını, Cihatçı savaşçıların bölgeye yerleşmesini şimdilik hesaba katmayın. Son iki haftaya odaklanalım.
Şu iki haftada gördüklerimiz, duyduklarımız, son derece iç karartıcı. Seçim öncesinde Dışişleri toplantısından sızan kayıtlar, MİT’in Türkiye toprağına füze atmayı düşünecek derecede gözükara bir çizgi izlediğini bir kez daha ortaya koydu. Bu kayıtlar sızmamış olsaydı da, Türkiye’nin bölgeye büyük ölçüde fiili olarak yerleştiğini ve resmi olarak da yerleşmek için fırsat kolladığını/yaratabileceğini görebiliyorduk. Kayıtlar Türkiye’nin bu neo-Teşkilat-ı Mahsusa’cı politikasının bir ispatı oldu. Ancak, olup bitenler bununla sınırlı değil. Reyhanlı’daki korkunç saldırıyı kimin düzenlediği konusunda da büyük bir kafa karışıklığı var. Saldırı sonrasında, bunun Esad yanlısı güçler tarafından organize edildiği söylendi ve bazı şüpheliler mahkemeye çıkarıldı. Ancak bir süre sonra, El Kaide’ye yakın bir grup saldırıyı üstlendi ve son olarak, Türkiye’nin AGİT elçisi Tacan İldem, saldırının El Kaide unsurlarınca yapıldığını söyledi. Dışişleri sonradan konuyu toparlamaya çalışsa da, açıklama kayıtlara geçti. (Bir not: Türkiye’nin Batı’yı yumuşatmak için El Kaide ile yoktan bir husumet yarattığını söyleyenler de var.)
Ve ABD’li ünlü gazeteci Seymour Hersh’ün büyük yankı uyandıran makalesi... Hersh, ABD yönetiminden, adını açıklamadığı kimi kaynaklara dayanarak, Suriye’de geçen yaz yapılan ve Esad rejimince düzenlendiği düşünülen kimyasal saldırının Türkiye’nin yardımıyla muhalif güçler tarafından gerçekleştirildiğini öne sürüyor. ABD’li gazeteciye göre, bu operasyonun amacı, Batı’yı Suriye’ye müdahaleye zorlamak.
Hersh’ün makalesi resmi makamlarca yalanlandı ve kimi gözlemciler, hikâyenin yeterince ikna edici olmadığını söylediler. Ancak bunlar haberi görmezden gelmemizi sağlayacak unsurlar değil. Haber doğru da olabilir.
Tablo, AKP’nin Suriye’de çok tehlikeli bir oyuna giriştiğini, geçtiğimiz yüzyıl başının kimi hastalıklarından kurtulamadığını bize bir kez daha gösteriyor. Bu tehlikeli oyunun kurbanlarından biri de Kesablı Ermeniler oldu. Zihinlerinde 100 yıl sonra aynı kaderi yaşayıp yaşamayacakları sorusu var. Türkiye şu günlerde telaşla ortalığı toplamaya çalışsa da, durum maalesef bu.