Kesab'daki anahtar

Bu haftaki Agos'un başyazısı...

Dünyanın en acılı coğrafyalarından biri olan Suriye'de tahliye edilip hayalet şehre dönüşen yerleşim yerlerine, tarihi Ermeni kasabası Kesab da eklendi. Türkiye bugüne kadar muhaliflerden yana izlediği Suriye politikası içerisinde bu bölgenin zarar görmemesi için çaba harcar görünürken, belli ki bölgenin muhalif güçler için kaçınılmaz bir önem arz etmeye başlaması, kasabanın 21 Mart'taki işgali ile birlikte Suriyeli Ermenilerin de gözden çıkarılmasına neden oldu.

Ermeni dünyasında, Kesab için derin bir infial ve yas hüküm sürerken, Türkiye dışişleri nezdinde de “Kesab'da yaşananlardan biz sorumlu değiliz” algısını oluşturmak için yoğun bir çaba göze çarpıyor.

Bu çaba çerçevesinde bu hafta başında muhalifler tarafından Türkiyeli yetkililere teslim edilen 82 ve 84 yaşındaki Sırpuhi ve Satenik Titizyan kardeşlerin Vakıflıköy'e yerleşme haberi basında geniş yer buldu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun “Suriye’den kaçan yüz binlere nasıl yardım edip evimizi açtıysak, Ermenilere de kapımız açık” şeklindeki açıklaması da verilmek istenen özel mesajın en çarpıcı örneğiydi.

Ancak Kesab'da yaşananlar ve Dışişleri'nin girişimi ile gerçekleşen reklam tınılı bu 'kurtarma operasyonu', tersten bir okumayla Türkiye'nin muhalifler nezdindeki etkisini ve pazarlık gücünü de gözler önüne seriyor. Bunun yanına Sırpuhi Titizyan'ın kendi saf diliyle anlattığı “Eğer Erdoğan yolları açmasaydı Kesab ve Kaladuran’a bu kadar çok kötü adam gelmezdi” açıklamasını da eklerseniz, tablo iyice netleşiyor.

Kesab'da şu anda hüküm süren şey hayat değil yağma. Sırpuhi Titizyan'ın kendisini almaya gelen militana evin anahtarını neden verdiğini anlatırken söyledikleri, her şeyin özeti: “Vermeseydim biz gittikten sonra kapıyı kırıp girecekti.”

Ve orada artık anahtarın açacağı bir kapı kalmadıysa, uzatıldığı iddia edilen el de havada asılı kalmaya mahkûm.

Kategoriler

Güncel Gündem