6-7 Eylül Menderes için sonun başlangıcı oldu

Ahmet Yaşar Akkaya’nın Ufuk Yayınları’ndan çıkan ‘Türkiye’de Darbeler ve Azınlıklar’ başlıklı çalışması, Osmanlı’dan günümüze askeri darbeler ve militarizm karşısında Türkiye’deki azınlıkların yaşadıkları zorlukları, haksızlıkları ayrıntılı biçimde ve akıcı bir dille anlatıyor. Akkaya ile darbeler karşısında Türkiye’deki azınlıkların yaşadıklarını konuştuk.

 

FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr

Ahmet Yaşar Akkaya’nın Ufuk Yayınları’ndan çıkan ‘Türkiye’de Darbeler ve Azınlıklar’ başlıklı çalışması, Osmanlı’dan günümüze askeri darbeler ve militarizm karşısında Türkiye’deki azınlıkların yaşadıkları zorlukları, haksızlıkları ayrıntılı biçimde ve akıcı bir dille anlatıyor. Akkaya, konuyla ilgili olarak Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde aylarca çalışmış ve ilk kez bu kitapla kamuoyunun haberdar olduğu pek çok belge ve bilgiye ulaşmış. Özellikle 1950-60 döneminde, Demokrat Parti iktidarıyla azınlıklar arasındaki ilişkilere dair önemli bilgiler içeren kitap, konuyla ilgili ciddi bir arşiv çalışması niteliği de taşıyor. Bundan önce ‘Menderes ve Azınlıklar’ ile ‘Türk Demokrasisine İnen Balyoz 12 Mart Muhtırası’ başlıklı iki kitap çalışması daha olan Akkaya ile darbeler karşısında Türkiye’deki azınlıkların yaşadıklarını konuştuk.  

  • 6-7 Eylül 1955 olaylarına kitabınızda geniş yer ayırmışsınız. Genel olarak kabul edilen resmi görüşe göre olayların arkasında Menderes hükümeti var. Katılıyor musunuz?

Resmi tez, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası Yassıada duruşmalarında Adnan Menderes ve DP’lilere karşı savcıların öne sürdüğü ve mahkemenin de kabul ettiği tezdir. Yassıada’da 6-7 Eylül olayları nedeniyle sadece iki kişi ceza aldı. Başbakan Menderes ve İzmir valisi, olaylardan ötürü 10’ar yıl ceza aldılar. Dönemin İstanbul valisi ve Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba attıkları iddia edilenler hiç ceza almıyorlar. Üstelik bombalama olayına karışanlar daha sonraları bürokrasi içinde önemli görevlere getirildi. Ankara’daki Başbakanlık arşivlerinde dönemin azınlık milletvekillerinin Yassıada’da verdikleri ifadeleri okudum. Onların da hepsi Menderes’in ve hükümetin olaylarda zaafı olsa da, düzenleyici ya da kışkırtıcı olarak suçu olmadığını ısrarla iddia ediyorlar.  

  • Peki, asıl sorumlu kim?

1950’lerde NATO bünyesinde kurulan Özel Harp Dairesi’nin olaylarda nasıl etkin rol oynadığını artık pek çok tanıklık sayesinde biliyoruz. Asıl önemlisi, Menderes ve hükümetin olaylardan daha önce hiç haberlerinin olmaması.

  • Neden?

Çünkü devlette çok ciddi bir istihbarat zaafı var. Devletin istihbarat ağı Özel Harp Dairesi’nin aracılığıyla Amerikalıların eline geçmiş durumda. Bugün ulaştığımız belgelerle o dönemde kabinenin tüm bakanlarının, Özel Harp Dairesi tarafından dinlendiğini biliyoruz. Bence Menderes için sonun başlangıcı, 6-7 Eylül olaylarıdır. Bu olaylardan sonra Menderes hükümeti uluslararası planda çok zor durumda kaldı ve yalnızlaştı. Bundan güç alan CHP ise çok sert ve uzlaşmaz bir muhalefet yapmaya başladı. Bu süreçte baskıcı politikalara savrulan DP’nin içinden ayrılan bir grup Hürriyet Partisi’ni kurdu.  Bu nedenle 6-7 Eylül’e Menderes için sonun başlangıcı demek doğrudur.

Öte yandan 6-7 Eylül, Türkiye siyasetinde de bir kırılma anıdır. İstanbul’da 1950’de 437 bin seçmen vardı. Bunların aşağı yukarı üçte biri gayrimüslimdi. Bu nedenle TBMM’de tüm azınlıklardan hem CHP’de hem de DP’de milletvekilleri vardı. 6-7 Eylül’den sonra ise gayrimüslim nüfusta hızlı bir düşüş yaşanınca azınlık milletvekili sayısı da yıllar içinde düştü.  

  • Resmi tarihe eleştirel yaklaşan tarihçiler arasında, 6-7 Eylül olaylarının Menderes’e karşı yapılmış ilk darbe olduğunu ve yaklaşmakta olan askeri darbenin habercisi olduğunu söyleyenler var. Buna katılıyor musunuz?

Evet ama Menderes’in de hatası var. 6-7 Eylül’den önce Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nin kurulması, Menderes’in bilgisi dahilinde oldu. Kıbrıs olayları nedeniyle kamuoyu oluşturma çabası, gayrimüslim aleyhtarlığının kabarmasına neden oldu. 6-7 Eylül’den sonra da Menderes, bu olayların kendisine karşı yapıldığını algılamadı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise İttihatçı geçmişinden dolayı gelişmeleri daha iyi okudu. Darbe hazırlıklarını fark eden Bayar, 9 Subay Olayı gibi gelişmelerin üstüne gitmek istedi ama Menderes yanaşmadı. Menderes, her zaman orduyla uzlaşma aradı ama sonuçta kaybeden o oldu.

  • Kitabınızda Heybeliada Ruhban Okulu meselesine de geniş yer ayırmışsınız. Ruhban Okulu’nun 12 Mart darbesi günlerinde kapandığına dikkat çekiyorsunuz. Günümüzde askeri darbe koşulları yok ama yine de hükümet Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına onay vermiyor. Neden?

AK Parti’nin 12 yıllık iktidarı döneminde azınlıklar, belki de Cumhuriyet tarihi boyunca hiç olmadığı kadar rahat bir dönem yaşadılar. Bunu kitap üstünde çalışırken konuştuğum tüm azınlık kanaat önderleri söyledi. Askeri vesayetin de geriletildiğini düşünecek olursak, Ruhban Okulu’nun hâlâ kapalı olmasının arkasında başka bir neden aramak gerekir diye düşünüyorum. 

  • Ne olabilir?

Ortodoks dünyasında Moskova Patrikhanesi ile İstanbul Patrikhanesi arasında ciddi bir rekabet olduğu biliniyor. Son yıllarda Moskova Patrikhanesi ile Putin yönetimi arasında çok ciddi bir yakınlaşma olduğu da açık. Türkiye-Rusya arasındaki doğal gaz başta olmak üzere ekonomik ilişkileri düşündüğümüzde, Ankara’nın Ruhban Okulu’nun açılmasına yanaşmamasında, Putin yönetiminin rolü olabilir. Bu konuda elimde bir kanıt yok ama mevcut şartlarda bunun başka bir nedeni olabileceğini düşünmüyorum.

Kategoriler

Güncel Azınlıklar