İlker Cihan Biner, iktidarı eleştirirken, saplanılan konforlu ‘ahlakçılık’ alanını eleştiriyor.
Philippe Halsman-Jean Cocteau'nun Portresi |
İLKER CİHAN BİNER
1.
Başbakan’ın Berkin Elvan’a ve ailesine yönelik nefret söylemleri, eski bakanların halkı nefrete sürükleyen mesajları, sosyal medyada iktidarın karanlık yüzünü ortaya çıkaran yönelik tapeler, esasında siyasetin son dönemde daha da kaotik bir hal aldığının kanıtı. Böylesine karanlık bir düzlemde siyaset nereye evrilmekte?
2.
Güncel duruma ilişkin kısa bir çerçeve çizdikten sonra, bu yazıda sorgulamak istediğim aslında iktidarın karanlığı değil. Sorgulamak istediğim mesele, sol ve liberal çevrelerden iktidara gelen tepkiler. Bu tepkiler topyekûn eleştirinin terk edilip yerine, ahlakçılığın hüküm sürdüğü tepkiler. Bir düş kırıklığı veya azat ediş olarak kodlanaan bizatihi yaşama karşıt olan bu ahlakçılığı tartışmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
3.
Barış Atay’ın geçen haftalarda Birgün gazetesine yazdığı yazı, pek çok şeye karşı çıktığı halde, pek az şeyi savunan bir yazıydı. Yazıda Başbakan’a yönelttiği eleştiriler, retorik ve jest siyasetinden ibaretti. Atay, ortada mantıklı bir neden olmaksızın yazısında, eline geçirdiği -kimlik, ötekileştirme, diktatörlük, evrensel değerler, yolsuzluk- doğru statüsünü, iyi statüsünü güvence altına alan ne varsa son derece rahatlatıcı bir çerçeveyle ona sarılmıştı. Yani diğer bir ifadeyle tarihe tek tek kişiler üzerinden ya da o kişilere sitem etmek gibi acayip bir kılığa giren ahlakileştirme diyebiliriz.
4.
Wendy Brown, ‘Tarihten Çıkan Siyaset’ kitabının bir bölümünde: ‘Sol ve liberal cenahta toplumda kimliğiyle öne çıkan bireylerin ne dediğini, nasıl temsil edildiğini veya her bir gruptan bireylerin kaçının belli kurumlarda yer aldığını veya çeşitli görevlere atandığını saptamaya büyük dikkat gösterilirken ırkçılık, yoksulluk, kadına yönelik şiddet ve başka toplumsal adaletsizlik unsurlarını yaratan kaynaklardan söz edilememektedir.’(1) der.
Brown’un da işaret ettiği kaynakları ele almak için hangi yöntemlere başvuracağımızı bilmeden, insanları vicdana, ahlaka, onurlu olmaya, şerefli olmaya davet ederek büyük bir mücadele veriyormuşuz hissine kapılıyoruz. Hiçbir şey söylemeden çok şey söylemiş gibi duruyoruz. Ahlak taslayarak bir ahlak hocasına dönüşebiliyoruz. Kendi ezeli düşmanımızda olumsuzladığımız şeyin ta kendisini, yani nihilizmi ve yaşam karşıtı tutumu sergileyebiliyoruz. Böylelikle eleştirinin yerini düşünsel bir felç alıyor.
5.
Nietzsche ahlakçılığın şöyle bir etkiye dönüştüğünden bahseder: ‘Üstü şiddetle örtülmüş… geri püskürtülmüş, bastırılmış, kendi içine kapatılmış, en nihayet sadece kendi kendine saldırıp hırsını kendinden çıkaran bu özgürlük içgüdüsü: başlangıç aşamasındaki vicdanı azabı bu, yalnızca budur.‘(2)
6.
Asıl mesele; iktidarın nasıl işlediği, nerede oluştuğu ve neden her yerde olduğudur. Bizlerin bugün yapması gereken iktidar oyunlarını açık edebilmek ve karanlıkta işleyen iktidar parçacıklarını ortaya dökebilmek olmalıdır. Tartışarak, konuşarak, kavramsal analizlerle ve ikna edici siyasi bakışlarla yepyeni bir siyasi hat yaratabilmeliyiz.
İnsanları her fırsatta şerefli olmaya, onurlu olmaya davet ederek depolitize edici ve entelektüel açıdan boğucu, kısır tartışmaların tutsağı olmaktan kurtulmalıyız. Acılarımızı dünyaya yaymak yerine bu acıları aşmanın siyasetine girişmek gerekir.
**
1) Wendy Brown- Tarihten Çıkan Siyaset (Metis Yayınları)
2) Nietzsche- Ahlakın Soykütüğü (Kabalcı)