Hiçbir şey, insan hikâyesinden daha çarpıcı, daha şaşırtıcı olamaz. Öyle hayatlar vardır ki, göze alınmışlıkları içinde dudak uçuklatır. Cumhuriyet tarihinin farklı evrelerinde türlü sebeplerle nam salmış, sonrasında ise unutulmuş birbirinden farklı 42 insanı tanımak isterseniz, Ümit Bayazoğlu’nun Aras Yayınları’ndan çıkan ‘Uzun, İnce Yolcular’ kitabına bir göz atmalısınız.
KARİN KARAKAŞLI
Hiçbir şey, insan hikâyesinden daha çarpıcı, daha şaşırtıcı olamaz. Öyle hayatlar vardır ki, göze alınmışlıkları içinde dudak uçuklatır. Cumhuriyet tarihinin farklı evrelerinde türlü sebeplerle nam salmış, sonrasında ise unutulmuş birbirinden farklı 42 insanı tanımak isterseniz, Ümit Bayazoğlu’nun Aras Yayınları’ndan çıkan ‘Uzun, İnce Yolcular’ kitabına bir göz atmalısınız. Daha önce de aynı yayınevinden ‘Hatırda Kalmaz Satırda Kalır’ başlığıyla bu serinin 58 portrelik ikinci cildini çıkaran gazeteci-yazar Bayazoğlu, yeni baskısında beş portre ilave de yapılan bu ilk ciltle birlikte külliyatını bir araya getirmiş oldu.
‘Sivil’ bir ansiklopedi
Bayazoğlu kitabı için ‘sivil bir ansiklopedi teklifi’ ifadesini kullanıyor. Buradaki ‘sivil’ sıfatı üzerinde durulmayı hak ediyor. Toplumsal baskı ve biçimlendirmenin her dönem fazlasıyla yoğun hissedildiği bu topraklarda ‘sivil’ olmak, sistem karşısında kendi özgün kişiliğini korumak, bireyliğinden taviz vermemek anlamına gelir. Kitaba konu olan 42 kişinin birbirinden alabildiğine farklı hayat hikâyelerinin temel bileşeni de bu. Bedeli bol miktarda ödenmiş bu özgün duruş, hayatın ne kadar değişik yaşanabileceğinin de kanıtı gibi.
İnişli çıkışlı hayatlarında kendi doğruları uğruna toplum dışına itilmeyi de göze alan her biri bir roman karakteri olabilecek isimler arasında kimler yok ki; Cağaloğlu’nda 1980’lerin sonuna kadar gazete dağıtan siyahi müvezzi Yaşar Hayrettin Dahik, otorite karşıtı alternatif eğitimiyle sokak çocuklarına sahip çıkan Çocukları Kurtarma Yurdu’nun kurucusu pedagog Kâzım Zafir, televizyonun altın çağını yaşadığı dönemde kuklacılıkta inat eden Nevzat Açıkgöz, canının çektiği her mesleği deneyen, meczup komünist Sakallı Celal bunlardan sadece birkaçı.
Kitabın en çarpıcı yanlarından biri de bir dönem sahnelerde, davetlerde fırtına gibi esen, yükseldikleri oranda acı düşüşler de yaşayan ama son âna kadar hep dimdik kalan birbirinden etkileyici kadınları bize tanıtması. Bir dönem iskarpininden şampanya içilen, sonunda ise sokak ortasında donarak ölen Pandora; Zeki Müren’in kadrosunda sahneye çıkan ve kabadayı zulmü gördüğü yıllardan sonra unutulup giden dansöz Zennube; yurtdışında katıldığı sosyete partilerinde soyunarak dans etmesiyle ünlü, “Artık ben Türk değil, vatansız bir Ermeniyim” diyen Ayşe Nana; beyazperdenin düşleri süsleyen vampıyken sarı peruğu, mini eteği, abartılı makyajı ve tıka basa dolu çantasıyla Gültepe Oteli’nde hayatını noktalayan Nebile Teker bir çırpıda sayabildiklerim.
Hayat bir kesişmedir
Bu noktada bir de hayatın örümcek ağlarından bahsetmek gerek. Bir şekilde hayatı içlerinden geldiği gibi korkusuzca göze alanların yolları da sıklıkla birbiriyle kesişecektir. Bu da bize bazen farklı portre kahramanlarını aynı kadrajda görme imkânı verir. Şarkılarıyla kitleleri peşinde sürükleyen, hızlı bir hayattan sonra geç yaşta kalp krizinden hayata veda eden Dario Moreno’nun yine bu kitaba konu olan yurtdışı sosyetenin de gözdesi efsanevi Benli Belkıs ile içki masasında fotoğrafına bakarız mesela. Sonra yine Dario Moreno, Ankara’da ucuz bir otelde odayı paylaştığı ama ikisi de geç gelen erken çıktığı için karşılaşmadığı esrarengiz oda arkadaşını tanıtır: “Sonunda bir sabah gözlerimi açtım, o da açtı. Yattığımız yerden göz göze gelip bakıştık. İkimiz de akşamdan kalma… Doğrulup kendimi tanıttım; bendeniz Gar Gazinosu şantörlerinden Dario Moreno. O da kendini takdim etti; Tercüme Kalemi’nden Orhan Veli. Kısa zamanda kaynaştık. Kimi gece ona yeni bir şarkımı söylerdim, o da bana yeni yazdığı bir şiirini okurdu.” Hüzünle gülümseriz.
Bir insan hayatı kendi hayatı dışında pek çok şeydir. Nitekim her portrenin sonunda o döneme tanıklık edenlerden yapılan geniş alıntılarla ve çizdiği sosyo-politik genel çerçeve ile Ümit Bayazoğlu aslında bir dönem tarihçesi de sunmuş oluyor. Bahsi geçen kişiler, her dönemin istisnası, zamansız bireyler. Ama yaşadıkları dönem de aynı zamanda tek partiden sancılı bir demokrasi denemesine girişen ve her seferinde darbelerle sarsılan Türkiye’nin yakın tarihi.
Bütün dayatmalara inat başlarına buyruk yaşayan ve farklılıkları ile yaşadıkları yıllarda anılara yer eden bu ‘sivil’ portreler, vefasızlığın pençesinden kurtulup aradan geçen unutuluş yıllarına inat şimdi olanca parlaklıkları ile yeniden karşımızdalar. Doğrusu her biri apayrı bir karşılaşma ve bize öğretecekleri çok şey var. Başka türlü bir hayat için ilham almak ve bu uğurda harekete geçecek irade bulmak isterseniz, bu kitabı pekâlâ kendinize mazeret ilan edebilirsiniz.