‘Türkiye’nin Kürt sorunu Avrupa’da yeniden üretiliyor’

90’lı yıllarda artan çatışmalar ve siyasi abluka, Kürtleri Avrupa’ya göçe zorladı. 60'lardan bu yana işçi göçleriyle Avrupa’ya yerleşmiş olan Türk nüfusu, aradan geçen zaman içinde Kürtlerle komşu olmaya başladı. Bunun sonucunda da çeşitli Avrupa şehirlerinde Türk ve Kürt diasporaları oluştu. Bahar Başer’in ‘Diasporada Türk-Kürt Sorunu –Almanya ve İsveç’te İkinci Kuşak Göçmenler’ başlıklı çalışması bu iki diasporayı mercek altına alıyor.

UYGAR GÜLTEKİN
uygargultekin@agos.com.tr

Kürt meselesi yıllardır Türkiye’nin en önemli gündem maddesi. Özellikle 90’lı yıllarda artan çatışmalar ve siyasi abluka, Kürtleri Avrupa’ya göçe zorladı. 60'lardan bu yana işçi göçleriyle Avrupa’ya yerleşmiş olan ve sayıları giderek artan Türk nüfusu, aradan geçen zaman içinde Kürtlerle komşu olmaya başladı. Bunun sonucunda da çeşitli Avrupa şehirlerinde Türk ve Kürt Diasporaları oluştu. Bahar Başer’in ‘Diasporada Türk-Kürt Sorunu –Almanya ve İsveç’te İkinci Kuşak Göçmenler’ başlığıyla İletişim Yayınları’ndan çıkan çalışması, bu iki diasporayı mercek altına alıyor. İngiltere’de Warwick Üniversitesi’nde etnik şiddet ve çatışmalar üzerine çalışan Başer, Almanya ve İsveç'teki diasporalara yoğunlaşırken, Kürt meselesinin sınırlar ötesinde gündemlere nasıl yerleştiğini de gösteriyor.

Diaspora, değişik tanımları yapılan bir kavram. Siz çalışmanızda Kürt ve Türk Diasporalarını nasıl bir çerçevede ele aldınız?

Diaspora terimi son yıllarda akademik literatürde çeşitli grupları tanımlamak için kullanılıyor. Önceden Ermeni ve Yahudi Diasporaları üzerinde durulurdu, hatta Yahudi Diasporası, bu terimi tanımlamak için bir şablondu. Şimdi ise neredeyse her göçmen grubu bir diaspora sayılıyor. Ben çalışmamda diasporayı tanımlarken onu bir ulus-ötesi göçmen grubun alt kümesi olarak kabul ettim ve anavatanla bağlarını hâlâ sağlam tutan ve mobilize olmuş grupları örnekleme dahil ettim. Benim için kan bağı diasporaya dahil olmak anlamı taşımıyor, çünkü annesi babası Türkiye’den göç etmiş ve kendisi ev sahibi ülkedeki toplumla tamamen bütünleşmiş birçok kişi de var. Çeşitli nedenlerle anavatan kabul ettikleri yerden ayrılmış, yaşadıkları ülkelerde bu anavatanla siyasi, sosyal ve ekonomik bağlar kurmaya devam eden ve bu bağları bir siyasi proje edasında yapan grupları diaspora kabul ediyorum.

Konu Türkiye siyasetine gelince birçok ikinci kuşak üyesinde, ‘babadan miras alınmış’ bir söylemin ortaya çıkabildiğini gördüm. Yalnız, ikinci kuşağın verdiği referanslar Türkiye’ye dair fazla bir yaşanmışlık barındırmadığından, genelde ev sahibi ülkedeki duruma göndermeler yapan bir çerçeve çiziyordu.

 

Çalışmanızda yoğunlaştığınız İsveç ve Almanya'nın Kürt sorununa bakış açısı farklı mı? Bu durum diasporalara nasıl yansıyor?

İsveç ve Almanya’daki gözlemlerim iki ülkenin de Kürt meselesine yaklaşımının farklı olduğunu gösteriyor. Son yıllarda değişmeye yüz tutsa da İsveç’te Olof Palme’den miras kalan, bir mazlumun yanında olma ve insan hakları, azınlık hakları gibi konuları yeri geldiğinde İsveç siyasi söylemlerinin parçası haline getirme geleneği var. Almanya’da ise Türk-Kürt göçü başladığından beri göçmenlere şüpheci bir bakış ve “Ülkenizdeki sorunları buraya getirmeyin” tarzı bir söylem görüyoruz. Özellikle Kürtler ve Türkler arasında yaşanan şiddet içeren çatışmalar nedeniyle Türk-Kürt sorunu Almanya’da bir iç güvenlik sorunu haline geldi. Elbette bir de Almanya-Türkiye ilişkileriyle İsveç-Türkiye ilişkilerini aynı kalıba sokamayız. Yalnız Türk ve Kürt diasporalarının Kürt meselesine yaklaşımlarını etkileyen tek faktör bu siyasi duruşlar değil. Göçmenlerin profili de çok büyük rol oynuyor. Örneğin, İsveç’teki Türk diasporası Kürt meselesine karşı savunmacı bir taktik geliştirse de, örgütsel bir Türk milliyetçiliği

seferber değil. Almanya’da ise Türkiye’deki hareketlerin uydusu şeklinde gelişen milliyetçi akımlar görüyoruz. Bu yüzden de örneğin, Almanya’da gördüğümüz linç girişimi, Kürt derneklerine saldırı gibi tepkiler İsveç’te yaşanmıyor. Tahminlere göre, İsveç’te Türklerin sayısı da Kürtlerden az ve bu da bir eylemsel çekingenlik getiriyor. İsveç’teki Türkler anavatanla ilgili siyasi eylemlerini İsveç politikası çerçevesinde çiziyorlar ve söylemlerini genelde İsveç’in Kürt meselesine yaklaşımı belirliyor.

Bir de elbette göçmenler arası kuşak farkı var. Avrupa’da doğmak, Kürt veya Türk olmanın ötesinde bir de Avrupalı kimliği getiriyor beraberinde. İkinci kuşaklar meselenin karmaşıklaştığı bir alan mı?

Elbette ikinci kuşaklar meselenin karmaşıklaştığı bir alan. Benim de bu konuya eğilmemin sebebi buydu. Türkiye’de doğmamış, hayatının çoğunu Avrupa’da geçirmiş kuşakların anavatan siyaseti nedeniyle birbirlerine karşı geliştirdikleri söylemleri inceledim. Konu Türkiye siyasetine gelince birçok ikinci kuşak üyesinin, özellikle babalarının söylemlerinden çok etkilendiğini ve Almanya’da farklı siyasi hatta hayat görüşlerinde olsalar da bu meselede ‘babadan miras alınmış’ bir söylemin ortaya çıkabildiğini gördüm. Yani Almanya’da sol bir partiyi destekleyen ve Türk göçmenlerin haklarını kıyasıya savunan bir birey, aynı zamanda Türkiye’de Kürtçenin yasaklanmasını savunabiliyor ve Kürtlerin temel vatandaşlık haklarından mahrum edilmesini devletin bekası için gerekli buluyor.

Ayrıca bu babadan miras kalma durumu mesela sol gelenekten gelen mülakatçılarda da belirgindi, MHP çizgisinden gelenlerde de. Yalnız, bu siyasi görüşlere sahip olsalar bile ikinci kuşağın verdiği referanslar Türkiye’ye dair fazla bir yaşanmışlık barındırmadığından, genelde ev sahibi ülkedeki duruma göndermeler yapan bir çerçeve çiziyordu. Şöyle örnek vereyim, İsveç’teki bir Türk diaspora üyesi için BDP’nin Diyarbakır’da yaptığı bir eylem değil de, Kürt kökenli bir siyasetçinin İsveç parlamentosunda yaptığı konuşma tepki çekip bir seferberlik dürtüsü sağlıyordu. Aynı şekilde Almanya’da doğmuş Kürt mülakatçılar içinse Türk aşırı milliyetçi grupların Almanya’da hegemonya kurma mücadelesi Türkiye’deki olaylara nazaran daha fazla dile getiriliyordu. Kabaca özetlersek, taraflar Türkiye’deki siyasi kamplaşmalara göre belirleniyor ve söylemler özellikle ikinci kuşak tarafından ev sahibi ülkedeki tecrübelere dayanarak yeniden üretiliyor.

Peki, sizce diasporadaki bu iki dünya birbirinden uzaklaşıyor mu?

Evet birbirinden uzaklaşıyor. Bence bu sonuç ‘son kuşak’ ile ifade edilmek istenen ve Türkler ve Kürtleri aynı çatı altında toplayabilen bir siyasi ideolojinin de giderek etkisini kaybetmesinden kaynaklanıyor. İkinci kuşağı sol bir çizgi altında toplayabilecek bir örgütsel yapı diasporanın bulunduğu her ülkede yok. Avrupa’da Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu gibi kuruluşlar vardı ama onların bile ikinci kuşak üzerindeki etkisi neredeyse yok denecek kadar az. Diasporada ikinci kuşak Kürtler, aileden gelen o tarz bir siyasi gelenek de yoksa, Türkiye’deki sol hareketlerin uzantısı olan bir örgütlenmede yer almıyor. Ancak küçük çaplı koalisyonlar olabiliyor. İsveç’te Kürt hareketinin içerisinde yer alan ikinci kuşak ile Türkiye siyasetinde aktif Türk ikinci kuşak arasında neredeyse yok denecek kadar az bireysel ve örgütsel ilişkiler var. Almanya’da ise hem bireysel hem örgütsel ilişkiler bulmak mümkün. Bir de şunu göz önünde bulundurmak lazım; diasporada Kürt ikinci kuşak kendi sosyal, ekonomik ve siyasi mekânlarını Türk hegemonyasından ve asimilasyonun etkilerinden arındıracak bir ortam buluyor, bu yüzden iki grup arasındaki mesafenin açılması gayet normal.

Almanya’da Kürtlerle Türklerin aralarındaki çizgiler çok belirgin mi peki?

Aralarındaki çizgiler elbette belirgin ve bazen bu gerginlikler şiddet içeren çatışmalara da dönebiliyor. Mesela futbol maçları gibi hadiseler bunu tetikliyor. Ama sonuçta Almanya’da en büyük göçmen toplumunu oluşturan iki gruptan bahsediyoruz. Birbiriyle iletişim ve etkileşim halindeler. Evlilikler, iş ortaklıkları hâlâ oluyor. Öyle tamamen bir kutuplaşma yok. Almanya, Türkiye’nin benzer eşi gibi bu konuda. Araştırmaya başlamadan önce ben de medyadan edindiğim izlenimlerle birbirine düşmanlık besleyen iki grupla karşılaşacağımı düşünmüştüm, yani çatışmaların sürekli basına yansıması ve aşırı-milliyetçi grupların varlığı gibi ama sonuçta edindiğim izlenim siyasi görüşlere göre değişen tavırlar ve genelde karmaşık ilişki ağlarının hüküm sürdüğü şeklinde oldu. Asıl sürpriz iki grubun neredeyse tamamen birbirinden izole olduğu İsveç’ti bana göre.

İsveç ve Almanya'daki bu iki diasporanın ortaklaştıkları duygular neler?

İsveç’te din veya göçmen olma gibi aidiyetlerin de iki grubu aynı çatı altında toplamaya yetmediğini gördüm. Örneğin bir mülakatçım şöyle demişti: ‘İsveç’te ırkçılığı Türk asimilasyonuna tercih ederim.’ Bence bu genel olarak ikinci kuşak Kürtlerin İsveç’teki tutumunu özetliyor. Almanya’da ise göçmen hakları konusunda yapılan etkinliklerde Kürtlerin destek verdiğini görebiliyoruz, özellikle siyasi angajmanı olmayan derneklerin faaliyetlerini Kürtler destekleyebiliyor ama Kürt derneklerinin göçmen haklarıyla ilgili yaptığı aktivitelere Türk sol geleneğinden gelenler dışında destek veren Türk diaspora örgüt veya üyelerine rastlamadım. Her mülakatçımın ortak dile getirdiği belki de en önemli şey ise Türkiye’de olan bitenin dalgalar halinde diasporaya yansıdığı.

Sizce ikinci kuşaklara nasıl bir miras kalıyor? Bu toplulukları gelecekte neler bekliyor?

Diasporada Türk grupların birçok sorunu var, örneğin hâlâ Almanya’da eşit yurttaşlık haklarının olduğunu söyleyemeyiz. Vatandaşlık almak zor, siyasilerin söylemlerinde halen bir dışlama mevcut, İslamofobi yaygınlaşıyor, Avrupa genelinde aşırı sağ güç kazanıyor vesaire. Bunlar hem Türkleri hem Kürtleri etkiliyor. Diasporada hem Türkleri hem de Kürtleri yaşadıkları ülkelerde eşit vatandaşlık şartları için çetrefilli bir mücadele bekliyor. Ama Türk-Kürt sorunu bağlamında şu söylenebilir. Her Avrupa ülkesinin Türk-Kürt sorunu ayrı çünkü bu ülkeler öncelikle bu iki gruba farklı mekânlar sunuyor, Türkiye ile ilişkileri farklı boyutlarda.

Bunun dışında, Türkler ve Kürtler arasındaki algısal etnik eşitsizlikler diaspora mekânlarında yeniden üretilebiliyor. Türkiye’de Kürtler çoğunluk-azınlık söylemi içerisinde bir boyutta değerlendirilirken, diasporada Kürtler devletsiz diaspora; Türkler ise bir devlete bağlı diaspora kategorisine giriyor. Kürtler için Türkiye sınırlarının dışına çıkmış olmak baskı, asimilasyon ve sömürüden tamamen kurtuluşu sembolize etmiyor, yeni gittikleri ülkelerde de devletsiz bir halk olmanın zorluklarını çekiyorlar. Çeşitli Avrupa ülkelerinde Kürt hareketinin kriminalize edilmesi, Türkiye’nin Avrupa ülkelerine Kürt diasporasının faaliyetlerini kısıtlamak için baskılar yapması gibi faktörler var. Kürt kimliğinin İsveç’te resmen tanınırken, Almanya’da tanınmıyor olması buna bir örnek. Kürtlerin dezavantajlı konuma düşürülmesi ulus-ötesi alanda da farklı boyutlarda devam ediyor.

İkinci kuşak Kürtler artık kendi durumlarını Türkiye ile kıyaslamıyor. Yani bu kuşaklara ‘çok şükür Türkiye’de değiliz’ gibi bir düşünceyi dayatmak saçma olur. Onlar “Ben Almanya’da doğdum ve ne bir Almanla ne de bir Türkle eşit vatandaşlık haklarına sahibim, bu nasıl bir düzen?” diye soruyor. Dolayısıyla ikinci kuşağın önündeki Türk-Kürt sorunu Türkiye’dekinden beslenen bir dinamik olsa da Avrupa’da yeniden üretilmiş farklı bir sorun. Kökünü Türkiye’den alan iki halk arasındaki bu egemenlik sorunu diasporada da kendini gösteriyor.

Kategoriler

Güncel Gündem

Etiketler

Bahar Başer