Türkiye’nin Mandela ayıbı

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler’de öğretim üyesi olan ve Afrika üzerine çalışmalarıyla tanınan Barış Ünlü’yle, geçen hafta hayatını kaybeden Nelson Mandela’nın mücadelesine Afrika’nın ve Batı’nın bakışını ve Mandela’dan sonraki Güney Afrika’yı konuştuk. Ünlü, 2008-2012 yılları arasında Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdür Yardımcılığı görevinde bulundu.

 “Türkiye dünyanın ne kadar dışında olduğunu, ne kadar taşralı olduğunu, Mandela’nın cenazesine Cumhurbaşkanı ve Başbakan seviyesinde katılmayarak gösterdi.”

SEVAG BEŞİKTAŞLIYAN
besiktasliyan@agos.com.tr,

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler’de öğretim üyesi olan ve Afrika üzerine çalışmalarıyla tanınan Barış Ünlü’yle, geçen hafta hayatını kaybeden Nelson Mandela’nın mücadelesine Afrika’nın ve Batı’nın bakışını ve Mandela’dan sonraki Güney Afrika’yı konuştuk. Ünlü, halen Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdür Yardımcılığı görevini sürdürüyor. 

  • Nelson Mandela mücadelesinde dünyada hangi ülkelerden destek gördü? Sonrasında Afrikalı devletlere Mandela aktif destek veriyor mu?

Mandela ve ANC (Afrika Ulusal Kongresi) birçok Afrika ülkesinden, Küba’dan ve Doğu Bloku’ndan çok destek gördü. Mandela ve ANC de, bildiğim kadarıyla, bu ülkelere her zaman sadık kaldı. Mandela’nın Libya’nın eski ldieri Muammer Kaddafi ve Küba lideri Fidel Castro’yla yakın ilişkileri vardı. Bu yüzden Batı tarafından çok eleştirildi. Aynı şekilde Filistin davasına da hep destek verdi. Bu da İsrail devletinin hiç hoşuna gitmedi.  

  • Peki, Batı’nın Mandela’ya biraz da ‘ikiyüzlü’ denilebilecek sempatisi hakkında neler diyebilirsiniz?

Bunun birkaç nedeni olabilir. Birincisi, ırkçı Apartheid rejimi sonrasında ANC ve Mandela Batı karşıtı bir politika izlemedi. Kurtuluş hareketinin 1950’lerden beri programında olan, madenleri kamulaştırma sözünü tutmadı. Dolayısıyla bu anlamda bir gerginlik zaten yoktu. Ama unutulmamalı ki, Batı devletlerinin hepsi Apartheid sürerken Beyaz iktidarını desteklediler. Mandela 1980’lerin sonlarında bile Reagan ve Thatcher için bir teröristti. İkincisi ki, bence bu daha önemlidir, Mandela’yı sevmek zorundaydılar. Mandela öylesine büyük ve görkemli bir ahlaki portre çizmiştir ve dünya çapında öylesine sevilmiştir ki, onu sevmeyen ve bunu belli eden herkes epey bir kötü gözükür. Demek istediğim, sevmeseniz bile seviyormuş gibi yapmak zorundasınız. Tabii bu sempatide, Mandela’nın ölümünün ABD’nin ilk siyah başkanı Barack Obama’nın dönemine denk gelmesi de etkili olmuş olabilir. Ayrıca, Mandela’nın hep anlatmaya çalıştığı gibi, ‘kötüler’ de sevebilir. Ama beni Batı’nın sempatisinden ziyade, Türkiye’nin kayıtsızlığı ilgilendiriyor. Batılı liderler, içinde yaşadıkları dünyanın merkezinde oldukları için, o dünyanın duygularını göz ardı edemezler. Bu dünyanın bir parçası onlar. Ancak Türkiye o dünyanın ne kadar dışında olduğunu, o dünyada ne kadar taşralı olduğunu, Mandela’nın cenazesine Cumhurbaşkanı ve Başbakan seviyesinde katılmayarak gösterdi. Ayrıca TV kanallarımız da cenazeyi canlı yayınlamadılar bildiğim kadarıyla. Bu büyük bir cahillik ve taşralılık bana göre. Türkiye, köy muhtarının ve köy erkeklerinin bütün gün çay içip lak lak ettikleri, kendi küçük dünyalarında sürekli dedikodu yaptıkları ve kavga ettikleri büyük bir köy kahvesi gibi.

  • Mandela’nın yazdığı kitaplar var mı?

Sırasıyla Robben Adası, Pollsmoor ve Victor Verster cezaevlerinde takvim yapraklarına not aldığı, çoğu sıradan gündelik olaylar ve haberleri içeren bir defteri var. Hastalık notları, ölüm haberleri, okuduğu kitaplar, ziyaretçileri vs. Daha önemlisi 1970’li yıllarda Robben’de, Ahmed Kathrada gibi yoldaşlarının büyük yardımıyla başladığı otobiyografisidir. Cezaevinden çıktıktan sonra ‘Long Walk to Freedom’ (Özgürlüğe Uzun Yürüyüş) adıyla yayımlanan müthiş bir kitap bu. Bildiğim kadarıyla Türkçede yok. Umarım birileri iyi bir şekilde çevirir. Türkçe’ye ‘Kendimle Konuşmalar’ adlı kitabı çevrildi. Burada bahsettiğiniz günlükler ve yine cezaevlerinde yazdığı çok güzel mektuplar var.

  • Mandela’nın devlet başkanlığını bıraktıktan sonraki tavırları nasıl okunabilir?

Mandela, başkanlıktan sonra ANC’ye desteğini sürdürdü. Yolsuzluğa adı çok bulaşsa da, halefi Jacob Zuma’nın arkasında durdu. Sebebini bilemiyorum ama muhtemelen ANC’ye olan derin bağlılığı nedeniyle, ANC’nin bölünmemesi için yapmıştır bunu. Yoksa Zuma’yı sevdiğini hiç zannetmiyorum. Mandela, Walter Sisulu ve Oliver Tambo gibi eski kuşak liderlerde ANC’ye sarsılmaz bir sadakat vardı. ANC onlar için neredeyse bir külttü. Güney Afrika’nın özgürlüğünü ve birliğini, liderlerinden ziyade, ANC’ye borçlu olduğunu düşünüyorlardı. ANC’nin çökmesi demek, çok daha kötü şeylerin olabilmesi demekti onlara göre.

  • Peki, Mandela sonrası Güney Afrika’da neler değişir?

Ölümü nedeniyle en önemli değişiklik, siyahlar arasındaki ANC’ye olan duygusal bağlılığın kısmen azalması olabilir. Siyahlar tarafından kurulan yeni siyasal partiler var. Julius Malema’nın kurduğu Ekonomik Kurtuluş Savaşçıları hareketi özellikle önemli. Malema, ANC’nin eski gençlik kolları başkanı. Yozlaşmış, popülist bir lider. Yine de uzlaşmaz görünen tavrı ve ANC’nin yarım bıraktığı ekonomik devrimi tamamlayacağı söylemi gençler arasında onu çekici kılıyor. Mamphela Ramphele’nin kurduğu Agang partisi de önemli. Ramphele, 1960’lardan bugüne önemli bir siyah kadın figürü. Desmond Tutu’nun desteğini aldı. Ancak Ramphele’nin Apartheid sonrası iş çevreleriyle ve elitlerle olan yakın ilişkileri inandırıcılığını azaltabilir. Her halükarda, bu hareketlerin kısa vadede ANC’ye alternatif olmasının pek mümkün olmadığını düşünüyorum.

Toplumsal bir patlama ise her zaman mümkün. Çok yüksek işsizlik, korkunç yoksulluk ve ANC’ye olan güven erozyonu dengeleri bozabilir. 2012’de Marikana madenci grevi sırasında yaşanan katliamın uzun erimli sonuçları mutlaka olacak. Ama unutulmamalı ki, Güney Afrika’nın kurumları ve demokrasisi birçok soruna rağmen iyi işliyor. Dünyanın en ilerici anayasalarından birine sahip. Ekonomik anlamda olmasa bile, kültürel ve siyasal olarak gerçekten de bir Gökkuşağı Ulusu’ndan söz edilebilir. Özellikle basın ve ifade özgürlüğünün Türkiye’den çok daha ileride olduğunu söyleyebilirim. Bunlarda Mandela’nın payı çok.

  • Mandela’nın Türkiye’de en çok tartışılmasına sebep olan şey, belki de Atatürk Barış Ödülü’nü reddetmesi. Mandela, bu ödülü neden reddetti?

Mandela, ödülü Kürtlere uygulanan büyük zulüm ve baskılar nedeniyle kabul etmedi. ANC, çok ciddi bir geleneği olan devrimci bir partidir. Özellikle hareket Apartheid yıllarında sürgündeyken, ANC’nin dünyanın pek çok yerindeki devrimci hareketlerle ilişki içinde olduğunu biliyoruz. Ayrıca ANC demek, biraz da 1950’lerden beri ittifak halinde olduğu Güney Afrika Komünist Partisi demek. Muhtemelen ANC ve PKK arasındaki ilişkinin tarihi de 1980’lerin ikinci yarısına kadar uzanıyor. Mandela hapisten çıktıktan sonra ANC’nin bu ilişkilerini ve devrimci hassasiyetlerini mümkün olduğunca devam ettirdi. Mandela’nın ödülü kabul etmesi, kendi kişisel ve ANC’nin örgütsel tarihini reddetmesi olurdu. O nedenle ödülü reddetti. Bugün de ANC ve Kürt hareketi arasındaki yakın ilişkiler devam ediyor. 

Kategoriler

Güncel Dünya Gündem