Dindar ya da sosyalist hiçbir erkek kadınların kıyafetine karışamaz

Hüda Kaya, 28 Şubat 1997 sürecinde, ‘başörtüsüne özgürlük’ kampanyalarına katıldığı gerekçesiyle iki kızıyla birlikte cezaevine girdi ve idamla yargılandı. Kaya, HDP’nin son kongresinde divan üyeliği yaptı ve Parti Meclisi’ne seçildi. ‘Tek referansım Kuran’dır’ diyen Hüda Kaya ile Kürt sorunu ile tanışmasından HDP’ye uzanan yolculuğunu, Gezi Direnişi’ni ve AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki gerilimi konuştuk.

“Onlar başından örtüyü çekip alanlar değil mi?’ ‘Sana küfredenler değil mi?’ gibi tepkiler geliyor. Ben onların kimliğine saygı gösterdiğim gibi onlar da benim kimliğime saygı gösterecektir. Elbette iniş çıkışlar, istemediğimiz sıkıntılar olacaktır ama bunları yine birlikte aşacağız.”

UYGAR GÜLTEKİN
uygargultekin@agos.com.tr

Hüda Kaya, 28 Şubat 1997 sürecinde, ‘başörtüsüne özgürlük’ kampanyalarına katıldığı gerekçesiyle iki kızıyla birlikte cezaevine girdi ve idamla yargılandı. Bir internet sitesi için KCK yönetimiyle röportajlar yapmak için Kandil’e yaptığı yolculukla gündeme gelen Kaya, HDP’nin son kongresinde divan üyeliği yaptı ve Parti Meclisi’ne seçildi. ‘Tek referansım Kuran’dır’ diyen Hüda Kaya ile Kürt sorunu ile tanışmasından HDP’ye uzanan yolculuğunu, Gezi Direnişi’ni ve AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki gerilimi konuştuk. 

Kürt sorunu ve Kürt siyaseti hayatınıza nasıl girdi?

1990’ların başıydı, ilk kez Diyarbakır’a gidiyordum. Başka bir ülkeye gitmiş gibisiniz. Herkes Kürtçe konuşuyor. Her yerde Kürtçe var.  Ama şehrin meydanlarına, dağlarına ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’ yazmışlar. Onları gördüğümde ben bir Türk olarak ne kadar tahrik edici olduğunu düşündüm. Nasıl dayanıyordu insanlar. Ben bir Türk olarak utandım.  Okullarda okutulan Ant da aynı şekilde. Köylerin yakıldığı, faili meçhullerin ve zoraki göçlerin yaşadığı 90’larda Kürt halkı akın akın hem Diyarbakır’a hem de diğer büyükşehirlere göç etmeye başladı. Evsiz barksız şehir meydanlarında çadırlarda yaşamak zorunda kalıyordu. Malatya’da yaşadığım günlerde mağdur durumdaki Kürtler için yardım çalışmalarımız olmuştu. Bu yardımlar  sebebi ile daha sonra yargılandım. 1998’de cezaevinde kaldığımda dağdan gelen Kürt kızlarıyla aynı koğuşlarda kaldık. Günlük sohbetlerimiz içinde onların yaşam şartlarına dair ipuçlarını gördüğümde ‘Bu zulme bende maruz kalsaydım dağa çıkardım’ dedim. Dışarı çıktıktan sonra Diyarbakır, Hakkari, Van gibi şehirlere ziyaretlerimiz oldu. Kürt siyasetiyle o dönemde bir temasım yoktu. Yıllar içinde Kürt hareketinden şahsiyetler ile tanıştım. Olayın farklı boyutlarını gördüm. Roboski’de yaşananları, Kürt gençlerinin yaşadığı sıkıntıları gördüm. Bunlar sadece Kürdün sorunu değildi elbette. 29 Ekim kutlamaları yapılıyor, her yerde Türk bayrakları. Ben utanıyorum. Sabıkalı, sicili bozuk bir cumhuriyet. Alevileri ezmiş, Kürtleri ezmiş, Ermenileri, Rumları, Yahudileri ezmiş. 28 Şubat’ta kadınlar üzerinden inanan insanları ezmiş. Olayın ne kadar vahim olduğunu zulme maruz kalınca anladım. Empati olgunlaştırdı bizi. Sadece zulmü bilmek yetmiyor, insani bir duruş ve ciddi bir muhalefet gerekiyor. 28 Şubat’ın üzerimizdeki en büyük etkisi de bu oldu. 28 Şubat’tan önce selam vermediğimiz insanlarla birlikte ‘başörtüsüne özgürlük’ diye haykırabildik.

HDP’ye giriş süreciniz nasıl gelişti?

Kurumsal olarak daha önce böyle bir seçenek yoktu. Zulme maruz kalanların, bütün kimliklerin ortak değerlerimiz üzerinden birada olabileceğimiz, kendimizi kendimiz olarak ifade edebileceğimiz, adaleti talep edenler cephesi bir hayaldi. HDP iki yıllık bir süreçte oluştu. Haberdar olduğumuzda heyecanlandık.  Bileşenlerine bakıldığında Türk ve Kürt soluna hitap eden bir duruşu vardı. Kendini aşacak, farklı bir hareket olacak denildiyse de ortaya bir pratik konulamadı ve bir açılım yapılamadı. ‘Neden HDP, bütün halkları kucaklayacak bir harekete dönüşemedi?’ dediğimizde kendimde bir mesuliyet hissetmemiştim. ‘Burada benim de olmam gerekiyor’ diye düşünmedim. Fakat yakın zamanda, içinde kendi kimliğimle var olabileceğim bir teklif gelince ciddi bir düşünme sürecinden sonra HDP’ye katılmaya karar verdim.

Karar verirken ne gibi çekinceleriniz vardı?

İki noktada çekincem vardı. Birincisi, piyasada Kuran’dan öte bir başka din algısı var. Bütün elçilerden sonra yaşanılan inanç kırılmaları maalesef Hz. Muhammed’den sonra da yaşandı. Bir kırılma, bir dönüşüm yaşandı. Dinin saltanatlaşmasından sonra, erkek egemen bir süper güce dönüşmesiyle beraber, hem halkların ötekileştirilmesi ve alt tebaa anlayışı oluşturuldu. Kadın cinsi üzerinden tekrar eski haline, köleleştirilme ve ikinci sınıf insan olarak kabul edilme zihniyeti, din söylemi içinde yer aldı. Yüzyıllardır bu tür din söylemleri, insanlara İslam diye öğretildi. Bugün maalesef Kur’an’dan kopmuş bir halk İslamı var. Bu dayatılanlar bizi Kuranî bilgiler içine yönelmemiz gerektiğine sevk etti. Kendimce insani duruşumu muhafaza etmeye çalışıyorum. Referansımız olan Kuran’dan kaynaklı, kimsenin kimseyi ötekileştirmeye hakkı olmayacağını, bir ırkın bir ırka üstünlüğünün asla olamayacağını, bunun Allah’ın elçileri tarafından aşağılanan, kabul edilmeyen bir durum olduğunu, vahiyler üzerinden yeniden diriltemeye çalışıyoruz. Kuran eksenli bir düşünce ile olgunlaşmaya  çalışıyoruz. HDP teklifinden sonra daha iyi hizmet edebilir miyim diye düşünmeye başladım.

İkinci çekincem ise cehennem ateşine dönmüş bir bölgede, insanların zaman zaman nefret dilini yükselttiği Türkiye’de artık kan akmıyor. Ölüm haberlerinin gelmemesi içimizde bir parça serinlik oluşturuyor. Bu barış  sürecinin kırılması en büyük korkumuz. Farklı inançlara ve etnik kimliklere sahip olanlar açısından, barış atmosferini nasıl yaşatabileceğimiz ve bunun pratiğinin nasıl olacağı üzerine düşündüm. Atacağım bu adımın bir ibadet olacağını düşündüm ve böyle karar verdim. HDP örneğinin Türkiye için çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Kandil’e gidip, PKK yöneticileriyle görüşmenizin bu süreçte etkisi oldu mu?

Kandil süreci olmasaydı, PKK yetkilileri ile görüşmeseydim, birbirimizi daha iyi anlama imkanı olmasaydı, bu süreçte karar vermem daha zor olabilirdi. Kürt hareketini anlamam, insanların barışa olan istekleri, ‘elimize silah almak istemiyoruz, bölgesel ayrılık istemiyoruz’ demeleri ve bunu birebir görmem bu süreçte çok etkili oldu.

HDP’de Ermeniler, LGBT bireyler, sosyalistler var. Kendinizi yalnız hissediyor musunuz?

Evet. Bu kadar zulme maruz kalmış inançlı insanlarla birbirimizi anlayarak, kendimizi daha fazla ifade edebilmeyi isterdim.

HDP içindeki diğer kesimlerle birbirinizi daha çok anlayabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. İnsanın doğasındandır. Birbirine bakan, gülümseyen insanların birbirine el kaldırması daha zordur. İnsanlar birbirlerinin gözlerine bakarak, birbirlerini daha iyi anlarlar.

Yüzde 50 kadın kotası, HDP’nin en farklı olduğu nokta.Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadın olarak eşit temsiliyetin en pratik yansıması bu. Şu anda mevcut siyasi yapıların içinde başka bir  örneği de yok.

HDP’ye girdiğiniz için çok tepki alıyor  musunuz?

Evet. ‘Onlar başından örtüyü çekip alanlar değil mi?’ ‘Sana küfredenler değil mi?’ gibi tepkiler geliyor. Ben onların kimliğine saygı gösterdiğim gibi onlar da benim kimliğime saygı gösterecektir. Elbette inişçıkışlar, istemediğimiz sıkıntılar olacaktır ama bunları yine biz birlikte aşacağız.

Kongreyi nasıl buldunuz?

Kendime göre gözlemlerim oldu. Ben kendi argümanlarımla bir Müslüman kadın olarak özgürce konuşabildim. Tabii bazı söylemler daha fazla ifade edildi. Bu bir hata değil. Aşılması gereken bir eksiklik. Keşke İslami çevreler ile ortaklıklar daha çok olsaydı. Bu önyargılar zamanla kırılacak. İslamofobik bir dil yansıyor zaman zaman. Ortak mücadele ne kadar çok artarsa, o kadar anlaşacağız.

BDP Milletvekili Levent Tüzel’in başörtüsü konusunda açıklamaları oldu. Bu sizi rahatsız etti mi?

Çok rahatsız etti. İlk gün ben bunu ifade ettim. Bir kadın olarak tercih ettiğim hayat tarzıma, kılığıma kıyafetime, benim dışımda ikinci bir şahıs, bu eş olabilir, patron olabilir, polis  veya devlet olabilir hiç kimsenin ayar çekme hakkı yoktur. Kadın olarak ne giyeceğime kendim karar veririm. Demokrat, kendi ifadesiyle laik, hatta HDP içinde bir bileşen olmasına rağmen, böyle bir sözü söylemesi, referansı ne olursa olsun, erkek egemen dilin dışa yansımasıydı. İnsanlar, kadınlara ayar çekme hakkını nerden bulur kendinde. Hele ki HDP içinde. Nasıl muhafazakâr, dindar kimlikli erkeklerin, kadınlara bir şey dikte etmesine karşı oluyorsak, sosyalist olsun laik olsun hiç kimsenin benim ne giyeceğime dair bir düşüncesi olmaz. HDP gibi bir modelin içinde bunu ifade etmesi büyük talihsizlik.  Zaman içinde anlar inşallah. Hele ki ben tek kişiyim orada. Gerçekten özür dilenmesi gereken bir durum bu. Sözle telafi edilmesi yeterli değil.

HDP kongresinde Gezi Direnişi vurgusu çok yoğundu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gezi Direnişi’nin bazen içinde, bazen de kıyısında köşesinde bulunduk. Şu bir gerçek ki gençlerin inanılmaz güzel paylaşımlarını, birileri kendi amaçları için devşirmeye çalıştılar. Çekinceler oluştu doğal olarak. Ama hem HDP’de hem de BDP’de ulusal ve Kemalist yapılara karşı hassasiyet var. Bu hassasiyetlerin olması güzel. Batı’daki gençlerin direniş ruhunu gösterebilmeleri, toprağına, ağacına, ekolojiye sahip çıkmaları, kendimiz gibi düşünmeyen insanların haklarına sahip çıkmak kadar önemli.

Hükümetin Gezi Parkı sürecindeki tavrını  nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hükümetin amacı insanları mutlu etmektir. İnsanlar bunun için oy veriyor. ‘Ben size yol yaptım mutlu olmuyor musunuz?’ ‘Ben hastane yapıyorum, dünyanın en büyük adliyelerini yapıyorum, köprü yapıyorum mutlu değil misiniz?’ diyerek insanların değerlerini yerle bir ederek, ezerek insanlar mutlu edilmez. ODTÜ’de yaşananlar ortada. Şiddeti kesinlikle tasvip etmiyorum ama polis şiddeti olmasa bunlar da olmayacak.  O ağaçları talan edeceğine bir yeraltı tüneli ile bu sorun çözülemez miydi? Neden insanların mutlu olacağı, incelikleri hesap etmiyorsunuz? Başbakan, ‘Ben size hizmet ediyorum, camiyi de ağacı da yakarım yıkarım’ diyor.  Bu çağda bunları halledebilmenin bin bir çeşit formülü vardır.

AK Parti ve Fethullah Gülen Cemaati arasında bir süredir gerilim var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cemaat gibi bir güç, siyasi dengeleri bozabilir. Cemaat’le iktidar arasında bir güç savaşı var. Öte yandan Cemaat ve AK Parti kendilerine muhalif bütün çevrelere karşı, demokratik olmayan bir yaklaşım sergiliyorlar. Bunu her boyutuyla yaşıyoruz. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi darbeci diye suçluyorlar. İktidarın da Cemaatin de özeleştiri yapması gerekir. Hizmet mi yapıyorlar, yoksa zulüm mü? Bunun muhasebesini yapmaları gerekiyor.