Bienal sona erdi ama Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’ nam-ı diğer ‘ucube’yle ilgili bir işin Antrepo No. 3’te sergilenmesi tartışması devam ediyor. ‘İnsanlık Anıtı: Yardım Eden Eller’ adlı işi yapan Hollandalı iki sanatçı Wouter Osterholt (sağda), Elke Uitentuis ve Bienal’in küratörü Fulya Erdemci konuyla ilgili olarak Agos’a konuştu.
ZEYNEP EKİM ELBAŞI
zeynepekim@agos.com.tr
20 Ekim’de sona eren 13. İstanbul Bienali kapsamında Antrepo No. 3’te, Hollandalı iki sanatçı Wouter Osterholt ve Elke Uitentuis’in ‘İnsanlık Anıtı: Yardım Eden Eller’ adlı ortak çalışması sergilendi. Sanatçılar 2011 yılında, Mehmet Aksoy’un yaptığı ve Başbakan’ın ‘ucube’ çıkışı sonrasında yıkılan, Kars’taki ‘anıt’ınkine benzer bir el heykeli yapmış ve bunu İstanbul’da el arabasıyla dolaştırmış, insanlardan aldıkları el kalıplarını minik heykellere dönüştürüp, Kars’ta, yıkılan anıtın yerine yerleştirmişlerdi. Bienal’de de bu iki sanatçının çalışmalarından fotoğraflar ve bu çalışmaları anlatan bir yayın izleyiciye sunulmuştu.
Sanatçı Tayfun Serttaş, 20 Eylül 2013 tarihinde Agos’a verdiği söyleşide, uzun süre ‘İnsanlık Anıtı’ olarak lanse edilen bu heykelin aslında Ermenistan-Türkiye dostluk anıtı olmaktan ziyade Ermenistan’a had bildirmeye yönelik yapıldığını dile getirmiş, bu heykelle ilintili bir işin Bienal’de yer almasının ise problemli bir tercih olduğu eleştirisini yöneltmişti. Serttaş’a göre Hollandalı sanatçılar bu çalışmayı Türkiye’nin çok katmanlı yapısını bilmeden ve işin kontekstinde sorulması gereken soruların hiçbiri sormadan yapmışlardı.
Tartışmalara yol açan bu işi ve işin yaratım sürecini Wouter Osterholt ve Elke Uitentuis’e, bu işin seçimi üzerine yapılan eleştirileri nasıl değerlendirdiğini ise Bienal küratörü Fulya Erdemci’ye sorduk. Sanatçılar ve küratör sorularımızı yazılı olarak yanıtladı.
Osterholt ve Uitentuis: Kendimizi ortada konumlandırdık
-
Eserinizde yıkılmış heykeline atıfta bulunduğunuz sanatçı Mehmet Aksoy; verdiği çeşitli mülakatlarda –Agos dahil-, kendisinin Türk milliyetçisi olduğunu, İttihat ve Terakki Komitesi’nin üç liderinden biri olan ve dönemin İçişleri Bakanı olarak Ermeni Soykırımı’nın baş organizatörlerinden biri olan Talat Paşa’nın anma gösterilerinde yer aldığını belirtiyor. Aksoy, Soykırım’ı reddedip bundan ‘sözde soykırım iddiaları’ diye bahsediyor. Aksoy’un; yine kendi hesabına göre ulusal basında genişçe belgelendirilen, yıkılmış ‘İnsanlık Anıtı’ heykeli, Kars Belediyesi tarafından Ermenistan’ın başkenti Yerevan’daki Dzidzernakaberd’e (Soykırım anıtı) karşı koymak ve onla mücadele etmek amacıyla yaptırılmıştır. Projeniz için yaptığınız geniş hazırlık çalışmalarında karşılaştığınız bu bilgiler göz önüne alındığında, bu arkaplan işinizi etkiledi mi?
Proje hazırlığında Türkiye’deki anıt kültürünü araştırdık. Tabii ki, Mustafa Kemal Atatürk anıtlarıyla başladık ve anıtların hikâyesini Aylin Eker’in ‘Atatürk Heykelleri’ gibi kitaplardan okuduk. Kitap, anıtların sembolize ettikleri ve yapımlarının nasıl kendi başlarına bir endüstri haline geldiğini tartışıyor. Anıtların Türkiye’de siyasi görüşleri temsil etmesi ve modern devleti şekillendirmede kullanılmış olduğunu görmek çok ilginçti. Mesela İstanbul’daki Abide-i Hürriyet Anıtı’na ve Taksim Anıtı’na baktık. Bu anıtların İstanbul’daki resmi kutlamaların ve kamusal toplanmaların odak noktasına dönüşmesiyle ilgilendik. Bu anıtların artık, mevcut AKP hükümetiyle tamamen aynı çizgide olmadığını düşünüyoruz.
Eserimiz çoğunlukla hassas siyasi çatışmalarla ilgilenirken, farklı siyasi ideolojiler arasında çatışma ortaya çıkaracak bir durum arıyorduk. Kars’taki anıt çerçevesinde dönen tartışmalardan haberdar olduk; çünkü sürekli gündemdeydi. Yıkım, Hollanda medyasının bile dikkatini çekti. Bu yıkım, Taliban’ın 2001’de Afganistan, Bamiyan’daki antik Budist heykeli yıkımıyla karşılaştırılıyordu. Proje hazırlığında, heykelin yapım nedeniyle ilgili bilgilerin yanı sıra, Recep Tayyip Erdoğan’ın yıkım kararını açıklayacak teorilerle de karşılaştık. Recep Tayyip Erdoğan neden yıkımını emretti? Bu, hükümetin, ülkenin pozisyonunu daha büyük ölçekteki İslam toplumu içinde güçlendirme çabalarından mı kaynaklanıyor? Erdoğan, bu olayı 2011 seçimlerinde milliyetçilerin oylarını kazanma için propaganda aracı olarak mı kullandı? Yıkım Azerbaycan hükümetiyle işbirliğinde bir jeopolitik girişim mi? Ermenistan hükümetine mesaj vermek için medya hüneri mi kullanmak istediler? Ya da CHP’ye katılmak üzere AKP’den istifa eden, eski belediye başkanı Naif Alibeyoğlu’yla ilgili daha kişisel bir mesele olabilir mi?
Ve tabii ki, Mehmet Aksoy’un pozisyonunu da anlamaya çalıştık. Başlangıçta sanat dünyasından neden görece bu kadar az destek geldiğini anlayamadık. Devlet bir sanat eserini sansürlerken biz kendimize “Türk sanat sahnesinden neden daha çok protesto ya da destek gelmedi?” sorusunu sorduk. Yıkım, ifade özgürlüğü ve sansür kavramlarında ciddi tartışmalara yol açabilecekken; anıtın yıkımına karşı, sanatçılar ve diğer kültürel üreticiler arasından görece az tepki vardı.
Yıkım kararını tetikleyen nedenler ne olursa olsun, bunun estetikle değil de ideolojik nedenlerle olmadığına dair çok az şüphe var. Bütün bu dedikodular ilgimizi tetikledi ve bu konuyla ilgili bir proje yapmaya karar verdik. Yurttaşların konuyla ilgili görüşlerini iletebilecekleri bir kamu platformu oluşturmak istedik. Başlangıçta, Mehmet Aksoy’un pozisyonundan çok, sıradan Türkiye vatandaşının anıtı nasıl yorumladığıyla ilgilendik. Anıtın yıkılması başka bir tartışma açmayı mümkün kıldı. Bize göre, yıkım eserin sonunu getirmedi, aksine, bir açıklık, bir devamlılık başlattı. Yabancılar olmamız, bizi mevcut siyasi ideolojiler adına bir taraf seçmek istemediğimiz bir durumda bıraktı. Biz insanların sesi aracılığıyla tartışmayı açığa çıkarmak istedik.
-
Herhangi bir şekilde, yüz yüze ya da e-maille, Mehmet Aksoy’la tanışma ya da onunla eserinizi tartışma şansını bulabildiniz mi?
Bienal’deki sergi için, anıtın orijinal elini İstanbul’ a getirme fikrimiz vardı. E-mail yoluyla Mehmet Aksoy’a sorduk ama cevaplamadı. Daha sonra editörümüz bir dergi için yaptığı mülakatta projemizi açıkladı. Bu yolla, Bienal için hazırladığımız yayına Aksoy katılmak ister mi diye sormuş olduk. Ama işimizin parçası olmak istemedi.
-
Bu işe hazırlanırken Türkiye ve Ermenistan’ın geçmiş ve şimdiki ilişkilerine ve Ermeni Soykırımı’na dair araştırmalar yaptınız mı?
2011’de 6 ayı İstanbul’da geçirdik ve Türk siyasi tarihiyle ilgili değişik kitaplar okuduk. İstanbul’daki ilk günümüzde askeri müzeyi ziyaret ettik ve tek taraflı Ermeni tartışması raporlarını gördük. ‘Ermeni Meselesi’ne adına hazırlanmış odadaki sunumla özellikle ilgilendik. Ermeni tehcirini ‘sözde soykırım’ olarak adlandırılıyor ve görüntülerde sadece Ermenilerin Türklere uyguladıkları dehşet gösteriliyordu. Bu açıkça, Türk tarihindeki karanlık sayfayı kamufle etmek için kullanılan bir propaganda malzemesiydi. Bu bize sadece Türk-Ermeni siyasi ilişkileri hakkında okuma yapmamız için daha fazla neden vermiş oldu. Dahası, Şişli ilçesindeki Abide-i Hürriyet Anıtı’ndaki araştırmalarımız sayesinde Jön Türkler ve onların Ermeni Soykırımı’na katılımları hakkında bilgi sahibi olduk.
-
İstanbul Bienali’yle ilişkiniz nasıl başladı?
Fulya Erdemci ile daha önce SKOR(Sanat ve Kamusal Alan Vakfı)’da beraber çalışmıştık ve Bienal’deki işimizle ilgili konuştuk. Bize ‘Yardımcı Eller’in siyasi boyutuyla ve onun bu Bienal’iyle ilgili fikirleriyle olan ilişkisini anlattı. Aralık 2012’de Bienal’e hazırlanmak için İstanbul’daydık. Bienal ekibi bize çok destek oldu. Çok çeşitli insanla iletişime geçmemizi sağladı; mimarlar, şehir aktivistleri, sanatçılar…
Erdemci ‘Yardım Eden Eller’i savundu
Fulya Erdemci, kamusal mekânlarda yer alan sanat yapıtlarının temel varoluş nedenlerinin, üstü örtük toplumsal ve siyasi çelişkileri ortaya çıkartarak, tartışmaya açmak olduğunu düşünüyor: “Devletin resmi ideolojisinin kentsel kamusal mekânlara kalıcı olarak nüfuz ettiği sanatsal yapılar olan anıtlar, çelişkiyi açmaktan çok üstünü örtme işlevi görüyorlar. Buradan baktığımızda, Mehmet Aksoy’un Kars’ta inşa etmeye başladığı ‘İnsanlık Anıtı’ belki de yıkılmasıyla, varlığıyla olduğundan daha önemli bir tartışmayı açtı”
Küratöre göre, Mehmet Aksoy’un bu çok tartışmalı ‘İnsanlık Anıtı’, bir taraftan resmi devlet ideolojisi içinde sürekli üstü örtülerek, yüzleşilmekten kaçınılan, ama Hrant Dink cinayetiyle birlikte şiddetlenen Ermeni soykırımı tartışmasının tekrar gündeme gelmesine neden oldu. Diğer taraftan ise anıtın TC Başbakanı tarafından ‘ucube’ olarak adlandırılarak yıkılması, devlet erkinin demokrasi tartışmaları bağlamında sorgulanmasına yol açtı.
Bu olayın anıtın örtmeyi hedeflediği tarihsel çelişkiyle, başbakanın müdahalesiyle görünür olan bugünün demokratik yapısındaki çelişkiyi üst üste bindirdiğini söyleyen Küratör, bunun da tartışmanın, anıtın çelişkiyi örtme ve bastırma hedefine karşı oluşan eleştiriyle, demokratik aygıtın aldığı yaraya odaklanan diğer bir eleştirel yaklaşım arasına sıkışmasına ve kutuplaşmasına yol açtığını tartışmanın da bu noktada sonlandığını belirtti.
'Problematiği görünür kıldı'
Erdemci, Hollandalı sanatçıların işini ise şöyle tanımlıyor: “Elke ve Wouter 2011 yılında, PİST’teki sanatçı programına katılarak İstanbul’a geldiklerinde, kendilerini bu yoğun tartışmanın içinde bularak, sanatçı programındaki çalışmalarını bu konunun araştırılmasına ayırdılar. Yıkılan heykelin montajı bekleyen son parçası olan el figürünün küçük ölçekli bir replikasını yaparak, el arabasıyla İstanbul sokaklarında dolaştırıp, karşılaştıkları vatandaşlarla röportajlar yaptılar. Bu ele ithafen, vatandaşların bu konudaki düşüncelerini elleriyle ifade etmelerini isteyerek, yaptıkları el işaretlerinin kalıplarını alıp, Kars’ta anıtın yerleştirilmesi planlanan tepede geçici alternatif bir anıt olarak sergileyerek fotoğrafladılar.”
Sanatçıların Bienal’de bu fotoğraflarla birlikte, vatandaşların bu konudaki bakış açılarını da bir yayına dönüştürerek, tartışmayı tekrar gündeme getirdiklerini vurgulayan küratör, yerel siyasi bağlamdan dolayı kutuplaşan bu tartışmanın, ancak dışarıdan bir bakış açısının mesafesi ve soğukkanlılığıyla tekrar açılabildiğini, anıt kavramıyla ve ideolojiyle ilgili çok-katmanlı soruları ortaya koymayı başardığını savundu.