Christoph Schaefer, Hamburglu bir kavramsal sanatçı. 13. İstanbul Bienali’ne, İstanbul’daki kamusal alanlar ve kentsel dönüşümle ilgili çizimleriyle katılan sanatçıyla, kamusal alanlar, kentli olmak ve Türkiyeli olmadan Türkiye hakkında sanatsal üretim yapmak üzerine konuştuk.
LORA SARI
lorasari@agos.com.tr
Christoph Schaefer, Hamburglu bir kavramsal sanatçı. 13. İstanbul Bienali’ne, İstanbul’daki kamusal alanlar ve kentsel dönüşümle ilgili çizimleriyle katılan sanatçıyla, kamusal alanlar, kentli olmak ve Türkiyeli olmadan Türkiye hakkında sanatsal üretim yapmak üzerine konuştuk.
Antrepo no.3’te, Christoph Schaefer’in, üç duvara yayılmış bir çizim serisi bulunuyor. ‘Gezi Direnişi’, ‘Yedikule Bostanları’ ve ‘Yeryüzü Sofraları’, hemen göze çarpan çizimler. Bir de, ‘Gezi Park Fiction’ adlı bir parkın fotoğraflarını görüyoruz. Burası, bildiğimiz Gezi Parkı değil, Hamburg, St. Pauli’de nehrin kenarına kurulmuş olan ‘Park Fiction’. Gezi direnişinin başlamasıyla, adının önüne ‘Gezi’ eklenmiş. Herhangi bir park değil, bir kazanımın eseri. 90’ların ortasında, parkın şu anda bulunduğu araziye toplu konutlar inşa etmeyi düşünen belediye, ‘mahalle sakinleri’nin büyük tepkisiyle karşılaşmış. Hikâyenin gerisini Schaefer’den dinliyoruz: “Belediyenin planlarını protesto etmekle kalmadık, o arazi için bir plan oluşturmaya başladık. Bunlar mimari planlar değildi; topluma geri dönüşümü olacak kamusal bir alan tasarlamak istedik. Üç yıl sonra belediye kendi planından vazgeçip, bizim geliştirdiğimiz planları uygulamaya başladı. Bir inisiyatifin birleşip, bir toplu konut projesini durdurması o dönemde rastlanmamış bir durumdu.”
Ancak planlar tasarlanırken, parkın işlevselliği üzerinde hiç durulmamış. Herkesin bir araya gelip fikir alışverişinde bulunabileceği özgür bir alana sahip olmanın, parkın peyzajından, salıncağından, bankından çok daha önemli olduğunu düşünmüşler.
“Kamusal alanlar, farklı siyasi grupların, azınlıkların bir araya gelebileceği, yeni fikirler ortaya atıp geliştirebileceği yerler olmalı. Gezi’de şu anda polis tek karar merci. Evet, park bir kazanımdır ama Gezi kamusal alan olarak görülemez” diyor Schaefer.
Türkiye’yi anlamak zor
Ağustos 2012’de Fulya Erdemci’den Bienal’e katılması için davet alan Schaefer, başlangıçta İstanbul’la ilgili bir iş üretmek konusunda isteksizmiş: “İstanbul’u, Türkiye’nin tarihini veya siyasetini benden daha iyi bilen birçok sanatçı var. Türkiye’ye dair birçok şeyi anlayamıyorum; her şey çok karışık. Kürtlerin bastırılması ve Ermeni Soykırımı hakkında net fikirlerim vardı ama hiçbir zaman bu konuların uzmanı olmadım.” Ocak ayında ‘keşif’ için İstanbul’a geldiğinde Gezi Parkı için düşünülen projelerden haberdar olmuş ve buraya yüklenen tarihsel, siyasi ve kültürel anlamların ardında yatan dinamikleri görememekten veya yanlış görmekten çekinerek, bu konuya girmemeye karar vermiş.
Schaefer, Yeryüzü Sofraları etkinliğinde karşılaştığı bir kadının “Siz hiç bir ülkede, insanların bir araya gelip bir protesto şekli olarak birlikte yemek yediğini gördünüz mü?” şeklindeki sorusu üzerine, bu kararından vazgeçmiş. Ancak, direnişin ve sonrasında yapılan protestoların siyasi içeriğiyle ilgilenmiyor Schaefer. Onu İstanbul’la ilgili iş üretmeme kararından döndüren, Gezi’de, özel hayatın bir anda kamulaşması, örneğin insanların birlikte iftar yapması, parkta yan yana uyuması olmuş: “Özel hayatların, aile veya arkadaş çevreleriyle birlikte yapılan, dışa kapalı aktivitelerin kamulaşması inanılmaz bir durumdu. Bu, ‘kamusal alan’ fikrini yeniden tanımlayacak bir olay.”
‘Haz cumhuriyeti’
Schaefer, yerlisi olmadığı bir ülkeyle ilgili iş üretme konusunda temkinli olsa da, dışarıdan bakışın farklı bir perspektif de sunabileceğini söylüyor: “Bazen dışarıdan bakmak yararlıdır. O toplumdaki içselleştirilmiş davranışları fark edip, bu konularda eleştirel işler yapabilirsiniz. Mesela İstanbul doğumlu şehir tarihçisi Maurice Cerasi, Osmanlı’nın otoriter, dikte eden ve mutlak siyasi yapısı içinde söz hakkı olmayan halkın, bu gerçekten uzaklaşmak için apolitikliği ve hedonizmi (hazcılık) benimsediğini iddia eder. Osmanlı’nın yıkılmasıyla, orduya yaslanan bir ‘Cumhuriyet’in ve ‘demokrasi’nin ‘bir gecede’ kurulması ve dayatılması, Osmanlı’daki baskıların türevlerinin sürmesi, hazcılığı ortadan kaldırmıyor. Zaten Türkiye Cumhuriyeti de tarihi boyunca kaba bir siyasi dil benimsemiş. Gezi direnişine kadar Türkiye’de çoğunluğun apolitik olması ve bu dile “dur” dememesi böyle bir arkaplana dayandırılabilir. Herkesin içselleştirdiği bir durumla ilgili en ufak bir fikir bile sizi farklı bir yere taşır.”
Şehirde de bostan olur
Schaefer, ‘City is Our Factory’ [Şehir Bizim Fabrikamızdır] başlıklı kitabında, metropollerin üretim için büyük potansiyel taşıdığını ve yerel ekonomilerin bir şehrin kalkınmasında elzem bir rolü olduğunu söylüyor. Bu çerçevede, asırlarca tarım alanı olarak kullanılan Yedikule Bostanları’nın yerine ‘sıkıcı’ bir park yapılmasına karşı çıkıyor ve bostanların işlevinin değiştirilmemesi gerektiğini savunuyor.