Gizem Yılmazer, “Normal olmamak için elimden gelen her şeyi yapacağım” diyen küçük bir çocuğun Momo’nun öyküsünü, Emile Ajar’ın (Romain Gray) unutulmaz ‘Onca Yoksulluk Varken’ini yazdı.
GİZEM YILMAZER
“Ama ben pek öyle mutluluk meraklısı değilimdir, yaşamı yeğlerim yine.”

Kitapta karakter yelpazesi epey geniş aslında. En başat karakter de 1950'li yılların II. Dünya Savaşı'ndan ve işgalden yeni çıkmış, tüm yabancılara hatta komşularına bile şüpheli gözlerle bakan renkli Paris sokakları… Fakat Emile Ajar, yazdığı bu kitapta bütün ezilmişlere kendi hikâyelerini anlatma fırsatı vererek bir Fransız olarak haklarını teslim etmiş bir bakıma. Başka bir deyişle, bu kitapta bütün “Öteki”lere yer var. Bir zamanlar boksörlük yapmış siyah bir travesti “Madam Lola” (İsminin Madam Rosa’nın ismine çok benzemesi Momo’nun kendine Madam Rosa’dan sonra en yakın gördüğü kişi olmasından ileri geliyor kanımca), Afrika’nın çeşitli yerlerinden göç etmiş Belleville Sokağı’nda kimi hamallık, kimi ateş yutma gösterileri yapan göçmenler, yaşlı, “safkan” Fransız ama mutsuz komşular, bir “kaza sonucu” doğarak ve Yahudi olarak doğduğu için dünyanın daha en baştan ona en büyük kazığı attığına kanaat getiren, şimdilerde kendisi gibi hayat kadınlarının çocuklarına aylık maaş karşılığı bakan eski bir hayat kadını Madam Rosa, Bisson’da “kendini savundukları” için çocuk doğurmaya hakkı olmayan hayat kadınları ve hatta “pezevenk”ler, Müslüman olduğu için aşağılanan bir “o... çocuğu” (bu deyim ve sokak jargonu kitapta sık sık kullanılıyor) Momo ve onunla aynı kaderi paylaşan kimi daha şanslı kimi şanssız diğer çocuklar…
Fransa’daki ırkçı ortam, Momo’nun ağzından şu sözlerle bize aktarılır kitabın başlarında: “Uzun zaman Arap olduğumu bilmedim, çünkü kimse beni aşağılamıyordu” ve şöyle devam eder Madam Rosa’nın büyümesini hiç mi hiç istemediği yaşından bilge Momo: “Bunu bana ancak okulda öğrettiler. Ama hiç dövüşmezdim, insan birini dövdü mü hep bir yanı sızlar.”
Momo, belki de ismi Momo olmasa ve Hamil isminde inanmış bir halıcı Müslüman arkadaşı olmasa, Müslüman olduğunu hatırlamayacak bir çocuk. Bunun birçok sebebi var. Birincisi, daha belleği oluşmayacak kadar küçükken bir pansiyona terk edilmiş ve onu bir Müslüman gibi yetiştirecek anne babası yanında değil. İkincisi, kitabı okuduktan sonra da üzerine basa basa diyorum ki, dünyada “onca yoksulluk varken”, “kadersiz” Yahudilikmiş, “talihsiz” Müslümanlıkmış, doğma büyüme bahtsız Afrikalı Fransızların farklı ibadet ritüelleriymiş, hiçbiri fark etmiyor. Bu yüzden dünyanın herhangi bir yerindeki ezilen küçük çocuk Momo, bir simge benim gözümde. Öyle ki, bütün ezilen çocuklar Momo'nun ona büyük gelen Madam Rosa tarafından dikilmiş paltosundan çıkmış.
Momo, bana yıllar önce çocukluğumun sonlarında okuduğum bir kitabı hatırlattı, Yahudi Şolom Aleyhem’in “Küçük Moli”sini. Yazarların böyle basit, akılda kalıcı isimleri bilinçli seçtiğini düşünüyorum ben. Momo'yu da Moli'yi de tanıyorum ben. Biri yetim bir Yahudi çocuktu, diğeri yetim bir Müslüman çocuk... Momo veya Moli, Müslüman veya Yahudi; ne önemi var? Bu isimler bile çocuğun Yahudi veya başka bir dinden olduğu belli olsun diye konulmuş isimler gibi aileler tarafından... Halbuki bir hece yalnızca aradaki fark. Ama daha büyüklere hitaben konuşuyor “Momo”, Moli'ye nazaran hayat öyküsünde. Büyüklerin dünyasından konuşuyor. Büyümek zorunda kalmış, hem de kitabın bir sayfasında tam 4 yaş birden büyüyen bir çocuk Momo. Büyüklerin dünyasını anlamak zorunda kalmış haliyle, hem yanında annesi bile yok. Annesi olmayan çocuklar çabuk büyürler...
Babası sonradan çıka gelmiş bir kaçık, raporları bile var bunu kanıtlayan ama o babasını kabul etmiyor elbette. Hem hiç babanın olmaması da müthiş bir özgürlük değil midir? Baba olarak istediğin kişiyi kendine seçebilirsin; gerçekten ilginç bir karakter olan Mösyö Hamil’i örneğin. Paris’te yalnız yaşayan bu yaşlı Müslüman, gittikçe Momo’yu korkutacak bir şekilde yaşlanmakta olsa da, hep farklı kalacaktır. En büyük ve belki de tek dostu Fransız yazar Victor Hugo olan yaşlı halıcı, bazen yaşlılıktan karıştırıp Kuran yerine onun kitaplarını okur... Kör olduğunda bile bırakmaz Mösyö Victor'u okumayı.
Böyle bir ortamda büyümek zorunda kalır Momo ama o kadar bilgiyle donanır ki… Öyle ki, Madam Rosa ölüm döşeğinde iken Doktor Katz’ı onu “kürtaj” etmesi konusunda ikna etmeye çalışırken, o kadar akılcı sözlerle yapar ki bunu, şaşırıp kalırsınız. “Halkların kendi kaderini tayin etme hakkı”ndan girer, başkaları bunu yeterince yapmışken, bari Yahudilerin bunu, birbirlerine acı çektirmemesinin gerekliliğinden, gecikmiş bir kürtajı yerine getirmesi ve onu sebze gibi yaşamaktan kurtarmasının gerektiğinden bahseden dokunaklı bir konuşma yapar.
Bu küçük çocuk neler görmüştür ki, büyüklerin kimi zaman aklından geçirdiği bu sözü küçücük yaşında ve boyunda söyleyebilmektedir: “Umarım hiçbir zaman normal olmam, Doktor Katz, bir tek namussuzlar normal olur hep. Normal olmamak için elimden gelen her şeyi yapacağım, Doktor...”