Uluslararası finans ve yatırım kuruluşu Merrill Lynch’in Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi Baş Ekonomisti Türker Hamzaoğlu, Gezi Direnişi sonrası yaşanan iç siyasi gelişmelerin, Türkiye ekonomisindeki yansımalarını, uluslararası piyasalardaki gelişmeler ışığında Agos okurları için değerlendirdi
Büyüme bu yılın tamamı için yüzde 3 civarında gerçekleşecek gibi görünüyor. Bu sürede enflasyon, Merkez Bankası tahminlerinin çok üzerine çıkarak yüzde 8,9’a yükseldi ve seneyi yüzde 8 civarında bitirmesi muhtemel
TÜRKER HAMZAOĞLU
Türkiye’nin pırıltılı yatırım hikâyesi son üç ay içerisinde hızla bozulurken, Türk hisse senetleri ve hazine bonoları gelişmekte olan ekonomiler içerisinde en çok kaybettiren yatırımlar oldu. Gezi olaylarının başında bu sayfalarda piyasalardaki keskin düşüşün sebebinin Türkiye’deki siyasi gelişmelerden ziyade, yurtdışı konjonktürdeki değişiklik olduğunu vurgulamış ve Türkiye’nin kırılganlığına dikkat çekmiştik. Makroekonomik risklerin arttığı ve risk iştahının düştüğü bu ortamda, yatırımcıların bir de politik riske katlanma direnci giderek zayıflıyor diye de uyarmıştık.
Sancılı aylar
Nitekim, geçtiğimiz iki aylık süre gelişmekte olan ülkeler için çok sancılı oldu. Türkiye de bu düşüşten payına düşeni aldı. Uluslararası yatırımcıların Türkiye’nin yatırım yapılabilir ülke statüsüne kavuştuğu Mayıs ayının ortasından itibaren Türkiye’deki pozisyonları azaltmasının ardında dört temel neden yatıyor: 1) İç siyaset, 2) Kısa vadeli ekonomik görünüm, 3) Yurtdışı konjonktür, 4) Değerlemeler.
Gezi protestoları sona erse de, bu dönemde fiyatlara giren politik risk primi tamamen geri alınmadı. Nihayetinde Türkiye önemli bir seçim sürecine yaklaşmakta ve yatırımcılar siyasi belirsizliğin ekonomik görünümü etkileyebileceğinden endişe ediyor. Bu haksız bir endişe sayılmaz. Yaşanan siyasi gerilim esnasında hükümetin AB, özel bankalar ve şirketlere yönelik açıklamaları endişe ve kafa karışıklığı yarattı. Bunun uluslararası kamuoyunda yarattığı imaj kaybı da Türkiye hakkındaki haber akışının ekseriyetle olumsuza dönmesine neden olarak yatırım iştahını vurdu. Türkiye’nin dış politika tercihleri de bu olumsuz havanın daha genele yayılmasına katkıda bulundu.
Piyasalarda yaşanan dalgalanmalara ‘faiz lobisi’ ve ‘uluslararası komplolar’ gibi hayali kavramlarla yaklaşılması ve polisiye önlemlere başvurulması, Türkiye ile birlikte tüm gelişmekte olan ekonomileri etkileyen bu şok dalgasının Türkiye’de ne ölçüde anlaşıldığının sorgulanmasına yol açtı. Ya da anlaşılsa da gereken politika tepkisinin siyaseten mümkün olup olmadığına…
Türkiye’den beklenen
Yükselen global faizler gelişmekte olan ülkeleri de bu yönde adım atmaya zorluyor. Özellikle Türkiye gibi cari açık veren ve dış finansman ihtiyacı yüksek ülkelerdeki merkez bankalarının faizleri yükselterek para birimleri üzerindeki baskıyı azaltması ve cari açıklarını dizginlemesi genel beklenti. Bu yönde adımlar da atılmaya başlandı. Her ne kadar diğer ülkelerde bu faiz kararı makro çerçeve içerisinde tartışılsa da ‘faiz lobisi’ söylemi nedeniyle Türkiye’deki para politikası gereksiz bir şekilde siyasi tartışmaların içerisine çekilmiş oldu. Bu da kur ve faiz üzerinde bir nevi politik risk primi oluşmasına neden oluyor.
Piyasalardaki kötü performansın önemli bir nedeni bozulan kısa vadeli ekonomik görünüm. İlk çeyrekte yüzde 3 büyüyen GSYH, ikinci çeyrekte yüzde 4’e doğru hızlansa da Mayıs’ın ikinci yarısı itibariyle yavaşlayarak Temmuz itibariyle yüzde 3’ün altına indi. Artan faizler ve TL’deki değer kaybının yarattığı güven kaybı ile yaz boyunca ekonomik aktivitenin yavaşlaması kuvvetle muhtemel. Büyüme bu yılın tamamı için yüzde 3 civarında gerçekleşecek gibi görünüyor. Bu sürede enflasyon Merkez Bankası tahminlerinin çok üzerine çıkarak yüzde 8,9’a yükseldi ve seneyi yüzde 8 civarında bitirmesi muhtemel. Faizlerin yükseldiği ve TL’nin değer kaybının hızlandığı bir ortamda riskler büyüme üzerinde aşağı, enflasyon üzerinde ise yukarı yönlü. Türkiye’nin 54 milyar dolarlık cari açığının geçtiğimiz yıl boyunca 48 milyar dolarlık kısmının yabancıların Türk hisse senet ve tahvil alımlarıyla finanse edildiği düşünülürse, bozulan kısa vadeli makro görünümün yeni girişlerin durmasına ve çıkışların yaşanmasına neden olması oldukça anlaşılır bir durum.
ABD’den gelen sinyal
Gelişmekte olan piyasaların baskı altına girmesinin temel nedeni, Amerikan Merkez Bankası’nın varlık alımlarını azaltacağı sinyalini vermesiyle birlikte Mayıs ayından itibaren Amerikan tahvil faizlerinin yükselmesi. Bir başka deyişle, 2008 yılından beri gelişmiş ülkelerin merkez bankaları tarafından pompalanan likidite ile son derece düşük seviyelere gerileyen global faizler yükselerek normalleşmeye başladı. Küresel dolar likiditesinin azalması ise cari açık veren ülkelerin bu kaynakları çekmek için daha yüksek bir fiyat, yani faiz ödemesi anlamına geliyor.
Fakat gelişmiş ülke ekonomilerin potansiyellerin çok altında büyüdüğü geçtiğimiz beş yıl boyunca iç taleplerine ve ucuz finansmana yüklenerek büyümüş bazı gelişmekte olan ülkeler için bu yönde adım atmanın politik bir maliyeti de var. Önümüzdeki sene seçim yaşayacak Türkiye, Hindistan, Brezilya ve Endonezya gibi ülkeleri, piyasaların normalden daha fazla cezalandırmasının ardındaki bir neden, gerekli adımların seçimler öncesinde mecbur olmadıkça atılmayacak olması.
Yatırımcıların sorusu
Türkiye’nin sadece üç ay önce hak ettiği şekilde yatırım yapılabilir ülke konumuna yükseltildiğini aklımızda tutalım. Ancak, üç ay içerisinde değerlemeler için temel bazı varsayımların da değiştiği hesaba katılmalı. 10 yıllık Amerikan tahvil faizlerinin Mayıs ayındaki yüzde 1,6’lık seviyesinden 2014 sonunda yüzde 4’e yükseldiği bir senaryoda, gelişmekte olan ekonomilerdeki değerlemelerin de daha yüksek faiz oranları üzerinden çözülmeye ihtiyacı var. Yatırımcılar, Türkiye’de faiz ve kurun hangi seviyelerde tekrar denge bulacağına cevap arıyor. Merkez Bankası bu konuda daha öngörülebilir bir çerçeve sunabilir. Ancak bunun için düşük global faiz ortamı ve gelişmekte olan ekonomilere yüksek sermaye girişleri üzerine kurulu geleneksel olmayan para politikasını geride bırakarak, yüzde 4.5 olan politika faizini kademeli olarak yüzde 7’ye doğru yükseltmesi gerekiyor.