Agos kültür-sanat servisinden Lora Sarı, 29 Temmuz gecesi, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde gerçekleşen Amerikalı soul ve R&B müzisyeni John Legend konserinden izlenimlerini yazdı.
LORA SARI
lorasari@agos.com.tr
29 Temmuz gecesi, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde 20. İstanbul Caz Festivali, Amerikalı soul ve R&B müzisyeni John Legend’ın verdiği konserle sonlandı. Gecenin sonuna doğru bir yandan konser bitmesin diye hayıflanırken, diğer yandan, hiç gösteriş yapmadan, iki saat boyunca aralıksız şarkı söyleyen ve arada piyanosunun başına geçen bu adamı izliyordum. Asıl adı John Roger Stephens olan müzisyenin, Amerikalı şair arkadaşı J. Ivy’nin onun için ‘Legend’ (efsane) soyadını uygun görmüş olmasına karşın, efsane olmak gibi bir derdi yoktu. Zaten biz de onu en çok bu yüzden seviyorduk.
John Roger Stephens, 1978’de, Afrikalı Amerikalıların sayıca az olduğu Ohio’da, işçi bir baba ile, terzilik yapan bir annenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Annesi ona evde eğitim vermeyi tercih ediyor. Kilise korolarında ilahiler söyleyerek büyüyor; üniversitede Afroamerikan Edebiyatı üzerine eğitim alırken, bir yandan da üniversitenin Caz ve Akapella grubunun müzik yönetmenliğini üstleniyor. Bu dönemde, bir arkadaşı vasıtasıyla tanıştığı, Hip Hop ve Soul müziğin önemli isimlerinden Lauryn Hill’in ‘Everything is Everything’ şarkısına piyano ile eşlik etmesi, kariyerindeki önemli basamaklardan biri olsa da, müzisyen ve yapımcı Kanye West’le çalışmaya başlaması, onu bizim tanıdığımız John Legend yapan hadise.
Legend’ın, ilk albümü ‘Get Lifted’ın adlı albümünün çıkmasının üzerinden tam dokuz sene geçti. Legend bu süre içinde, biri Hip Hop grubu The Roots’la birlikte olmak üzere, dört albüm yaptı. Daha önce Türkiye’de hiç konser vermemiş olan Legend’ı sahnede görecek olmak, onu takip eden birçok müzikseveri heyecanlandırıyordu. 29 Temmuz’da, gerçekten de, hafızalara kazınacak bir gece yaşandı Harbiye’de.
Konser biletinde başlangıç saati olarak 21.30 yazıyordu, ve Legend, tam vaktinde sahnedeydi. Bu duruma alışık olmayan seyirciler, ilk şarkı boyunca, yerlerini bulmaya çalıştılar. İlk şarkının ardından, bozuk bir aksanla “Merhaba İstanbul” diye bağırmadı; puan kapmak için böyle bir bayağılığa düşmek ona göre değildi. Kendi dilinde bize kısaca bir selam verdi, haykırışlarla karşılık bulacak olan hatır sorma kısmını da es geçti. Sayabildiğim kadarıyla 20’den fazla şarkı söyledi. Bunların arasında, eski albümlerinden ve Eylül ayında piyasaya sürülecek olan ‘Love in the Future’ albümünden şarkılar da vardı. Beni en çok mutlu eden ise, The Doors’un ‘Light my Fire’ı ve Simon and Garfunkel’ın ‘Bridge Over Troubled Water’ının yanında, Tarantino filmi ‘Django Unchained’ (Zincirsiz) için bestelediği ‘Who did that to you’yu söylemesiydi.
Konserin ilk 20 dakikası biraz gergin geçti. İyi seyirci olmanın sorumluluğunu yerine getirmedik gibi geldi bana – şarkılara gerektiği kadar eşlik etmedik, ne sesle, ne de alkışla. Fena bir yakışıklılığa sahip olmasına rağmen ‘John benimle evleeeen!” diye bağıran kızlar da yoktu etrafta. Dokuz Grammy’si olan adama yapılmazdı bu. Sönüktük, ruhsuzduk. Sanki onu da kendimizle birlikte aşağı çekiyorduk. En kötüsü, ona yaşattığımız üzüntü ve hayal kırıklığından sonra bir daha adım da atmazdı İstanbul’a. Ama işin aslı başkaydı. John Legend kendisine tapılmasını isteseydi, bunu yapmak işten bile olmazdı onun için.
Etrafımda, şarkılara sessizce kafa sallayarak eşlik eden insanlar vardı. Harbiye’de o gece koltukta oturanlar için müzik kendi başına yeterliydi, daha fazlasını aramadılar. Sahnedeki adam ise, yeri geldiğinde kalçasını küçük hareketlerle sağa sola sallıyor, dört yaşından beri başından ayrılmadığı piyanosunu çalarken kendinden geçiyordu. Bunlar hep, keyfinin yerinde olduğunun kanıtıydı.
John Legend büyük konuşmadı, büyük davranmadı. İnsani yardım alanında aktivizmiyle de tanınan Legend ne Gezi’yle, ne de barışla, savaşla, kardeşlikle ilgili mesajlar verdi. Ancak, bizim kalbimizi kazanmaya çalışmaması, bizden gelen sevgiyi reddedeceği anlamına gelmiyordu. Nitekim, konserin sonlarına doğru, o karşılıklı çekingen halden eser kalmadı. Seyirci, sorumluluğunu hakkıyla yerine getirmiş, kendisini ve onu mutlu edebilmişti. “Mükemmel bir gece geçirdim İstanbul, umarım siz de geçirmişsinizdir!” dedi.
John Legend için “En sevdiğim müzisyendir” diyen kimse var mıdır, bilmiyorum. En sevilen müzisyen veya grup meselesi zaten dönemseldir ve bu soruya asla bir isimle cevap verilemez, ama bana öyle geliyor ki, birçoğumuzun Legend’dan önce sayacağı üç-dört isim mutlaka vardır. Onu, bu açıdan, ‘herkesin sevdiği çocuk’a benzetiyorum – birine yaranmak gibi bir derdi olmayan, işinde gücünde, ama kimsenin de en yakın arkadaşı olmaya yanaşmayan o çocuk... Bize kapısını bir açsa, hepimiz sıraya gireceğiz, dostu olabilmek için. Ama biliyoruz John Legend, sen böyle daha mutlusun. (ZE)