Gezi Direnişi’ne ait fotoğraflardan oluşan ‘Direniş ve Fotoğraf’ başlıklı serginin küratörü Özcan Yaman’la, redfotoğraf kolektifi, Gezi Direnişi ve sanat hakkında konuştuk.
Lora Sarı
lorasari@agos.com.tr
Gezi Direnişi’ne ait fotoğraflardan oluşan ‘Direniş ve Fotoğraf’ başlıklı sergi 6 Temmuz’da Karşı Sanat Galerisi’nde açıldı. 25 Temmuz’a kadar sürecek olan sergide yer alan 150’ye yakın fotoğraf, redfotoğraf grubundan 32 sanatçıya ait. Serginin küratörlüğünü, redfotoğraf’ın kurucularından olan ve aynı zamanda Evrensel gazetesinde fotomuhabir olarak çalışan, bir yandan da sanat ve siyaset üzerine yazan Özcan Yaman yapıyor. 6 Temmuz’da Taksim’deki polis müdahalesi sırasında, direnişi fotoğraflamaya çalışırken yaralanan Yaman’la, redfotoğraf kolektifi, Gezi Direnişi ve sanat hakkında konuştuk.
• redfotoğraf ne zaman ve ne amaçla kuruldu, ne gibi işler yaptı?
2008 yılının 1 Mayıs’ında devletin sergilediği şiddete karşı açtığımız, ‘İşgal İstanbul’u Mayıs 2008’ başlıklı kolektif fotoğraf sergisinin ardından, sergi katılımcılarından Ufuk Koşar, Nihat Karadağ, Devrim Büyükacaroğlu, Nihal Topal, Seda Öz ve şimdi isimlerini hatırlamadığım 15-20 kişinin, çay bahçesinde, sergiyi değerlendirirken yaptıkları sohbet sonrasında kuruldu. redfotoğraf grubu belli bir sayıda fotoğrafçısı olan ve ‘sanat fotoğrafı’ yapan, kapalı bir grup değil. Fotoğraf çeken herkesin yer alabildiği, dinamik bir grup. Sergi konularımız ile konularımızın öznelerinin iç içe olmasına özen gösteriyoruz. Sergilerimizi, projeye göre, o alanda çalışan fotoğrafçıların katılımıyla gerçekleştiriyoruz. redfotoğraf’ın bir mekânı ya da belli bir adresi yoktur. Kendini fotoğrafçı olarak gören ve açtığımız projelerde yer almak isteyen herkese açıktır. Bu anlamda, nerede bir fotoğrafçı varsa orada redfotoğraf var diyebiliriz.
• Sergiden bahsedebilir misiniz? Sergiyi açmak için niçin bu tarihi seçtiniz? Sonuçta direniş hâlâ devam ediyor...
redfotoğraf, Gezi direnişleri boyunca alanda fotoğraf çalışmaları yaptı ve gündemin sıcaklığında çalışmalarının küçük bir bölümünü sergiledi. “Neden şimdi?” sorusuna gelirsek; biz de daha sonra düşünüyorduk ama iki yıldır, 7-8 Temmuz’da, İstanbul’da, bazı sanatçı arkadaşlar, muhalif galeriler ve sanatçı atölyeleri ile sokaklarda, o yılın önemli olaylarını konu alan, ‘Sanatın Eylemi’ başlıklı etkinlikler düzenliyorlardı. Bu yıl da bu etkinlikleri ‘Diren Sanat’ adıyla yaptılar. Karşı Sanat Galerisi’nin de katılmasını istediklerinde redfotoğraf olarak bize çağrı yapıldı. Biz de hem bu etkinlikte yer alma, hem de sonrasında sergiyi sürdürme kararı aldık. Bir hafta içinde sergiyi hazırladık.
• Sergide yer alan fotoğrafları nasıl seçtiniz?
Fotoğrafları, fotoğrafçının kimliğinden, tanınmışlığından çok, konuyu anlatma başarısına göre seçtik. Her katılımcının fotoğraflarına mümkün olduğunca ve birbirini tamamlayacak biçimde öncelik vermeye çalıştık. Bu, redfotoğraf’ın Gezi direnişlerine ilişkin ilk sergisi; devamı gelecek. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” sloganında olduğu gibi, biz de redfotoğraf olarak “Bu sergi bir başlangıç” diyoruz.
• Direniş, sanatı nasıl etkiledi?
“Gezi Direnişi’nde sanatın nasıl rolü oldu?” diye de sorabiliriz aslında. Gezi Direnişi ve sanat birlikte, iç içe değerlendirilebilir. Bir yandan barikat kurulurken bir yandan da sanat üretildi. Sanat, polisin orantısız saldırısı karşısında orantısız zekâ kullanımını geliştirdi. Her direnişçi aynı zamanda sanat eseri üreticisi oldu. Bir eliyle barikat kurarken diğer eliyle stencil, grafiti yapıyordu. Arka ceplerinde taşıdıkları sprey boyalarla sanat üretiyorlardı. Sanat her an ve her yerde idi. Sabah gördüğünüz, akşam bir başka oluyordu. İstiklal Caddesi’nin görüntüsü günde üç kez değişiyordu. Bu değişim tüm ülkede yaşandı. Yani sanat ‘sokakta ve şimdi’ idi. Bu durumu biz fotoğrafçılar mümkün olduğunca belgeledik. Tanıklıklarımızı fotoğrafın diliyle kaydettik. Şimdi de bu dili sergilemeye çalışıyoruz. Çektiğimiz fotoğraflar buluştukça, bir yapbozun birbirini tamamlayan parçaları gibi, tarihi oluşturuyor. Bunun için bireysel değil, kolektif çalışmaların önemine işaret ediyoruz.
• Fotoğrafçılar açısından da epey zengin bir ‘alan’ oluştu aslında...
Evet, devlet ve yöneticileri, bilinçsiz de olsa, bir çalışma alanı yarattılar ve fotoğrafçılar, bu platoda, fotoğrafın her alanına ilişkin staj yaptı. Bu durum uzun vadede daha kalıcı çalışmaları getirecek. 30 gün boyunca (ve hâlâ) savaş alanına döndürülen ülkede savaş koşullarını merak eden ve savaş muhabirliği yapmak isteyenlere “Buyurun, savaş sahneleri” dendi. Devletin Ortadoğu’da, özellikle Suriye ile çıkartılacak bir savaş için savaş muhabirleri yetiştirmek üzere böyle bir performans yaptırdığını düşüneceğiz neredeyse. Ayrıca, Gezi Parkı’nda yaşanan deneyim ve komün ortamı fotoğrafçıların sosyal yaşam üzerine tez çalışmaları olarak da değerlendirilebilir. Elde o kadar çok görüntü birikti ve arşivlendi ki, ülkenin yüz yılına damga vuracak fotoğraflar üretildi ve bunlar zamanla paylaşılıyor.
Dediğim gibi, direnişler tüm sanat alanını etkiledi. 15 günde, müzikten tiyatroya, resme, her alanda hızlı bir üretim süreci yaşandı. Sanat yaşamın içinde ve şimdi oldu. Sokaklar sanatla görünürlüklerini artırdı.
‘Gerektiğinde ölmesini de biliriz’
Bu direnişler boyunca birçok meslektaşımız yaralandı. Polisin orantısız gücünden payımızı aldık, hâlâ da alıyoruz. Polisin keyfi uygulamaları ile görev yapmamız engellenmeye çalışıldı. Saçma sapan kurallar icat etmeye çalıştılar - sarı basın kartı vs. Özellikle, istedikleri görüntülerin alınması, istemedikleri görüntülerin alınmaması için yoğun bir çaba sarf ediyorlar. Topluma dayattıkları baskı ve terörü gazetecilere de dayatmaya çalışıyorlar. Şunu düşünmüyorlar ki, bizler de bu toplumun içinde yaşıyoruz ve halkın bağımsız haber alma, gerçeği öğrenme ve görme hakkını korumak için gerektiğinde ölmesini de biliyoruz. Metin Göktepe’nin bunun bir örneği olduğunu, Hrant Dink’in bu mücadele uğruna katledildiğini ve halkların birbirine düşürülmesinde en büyük engel olarak görülen Musa Anter’in, Namık Tarancı’nın ve birçok meslektaşımızın bizlere bıraktıkları mirası kolay kolay çiğnetmeyeceğiz.