Baba Geçmişi Konuşabilir miyim?

Başbakan Erdoğan’ın ardından Kültür ve Turizm Bakanı Çelik’in de azınlıklara “dönün” çağrısında bulunması üzerine, akla şu sorular geliyor: “Azınlıklar neden Türkiye’de değiller? Neden gitmişler? Peki, dönmeleri mümkün mü?” Melike Karaosmanoğlu, bu soruların cevaplarını bugünün içinden çıkartma çabasını bağışlayan Yani Vlastos’un “Baba Konuşabilir miyim?” kitabını yazdı.

Melike Karaosmanoğlu
melike.karaosmanoglu@gmail.com

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 5 Mart’ta Yunan devlet televizyonu ERT’de dile getirdiği azınlıklara “dönün” çağrısı basında oldukça yankı uyandırdı. Her ne kadar “siyasi bir risk alıyoruz” ilavesini davetinin bir köşesine eklemiş olsa da iyiniyetli bir yaklaşım olarak değerlendirildi. Aynı çağrıyı Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, 17 Mart’ta Rusya’da yeniden dillendirdi. Ama asıl bu noktada yapılması gereken çok önemli bir şey var, bazı soruları yüksek sesle sormak:  Azınlıklar neden Türkiye’de değiller? Neden gitmişler? Peki, dönmeleri mümkün mü?

Geçtiğimiz ay İstos Yayınevi’nin Tanıklıklar serisinde bastığı “Baba Konuşabilir Miyim?” adındaki anı kitabı, sorulacak bu sorulardan oluşan bir yumak adeta. Okuyana cevapları bugünün içinden çıkartma çabasını bağışlıyor. Bu çaba, Yani Vlastos’un içtenlikli anlatımı ile yakın geçmişi hatırlatmaya başlıyor.

Bir Davet Bin Anı

Anılar daima geçmişte kalana ilişkindir. Anlatılanın gölgesi bugüne boylu boyunca uzanırken, tarihin hurufat kutusu daima “o yerde” durur. Kişinin doğduğu, adımlarıyla özgürce toprağına bastığı, taşlardan, ahşaptan, metalden, insanlardan olma şehirdir orası. Parmağıyla dünya haritası üzerinde alelade geçiverdiği bir yer değildir.

”Baba Konuşabilir Miyim?” isimli kitabında Yani Vlastos istemeden terk ettiği İstanbul’unu anlatıyor.  Tatavla’dan Tahtakale’ye, Galata’dan Çengelköy’e ailesinden başlayıp, çocukluk ve gençlik tanıklıklarını mizahtan ayırmayarak aktarıyor. Zamanla onu Atina’ya göç etmeye zorlayan koşulların ağırlığını omuzlarımızda hissetmeye başlıyoruz. Yazarın ifadesiyle “Eylül ayının bulutlu ve soğukça bir akşamı”  Rum ve Ortodoks Arnavutların evlerini taşlayanların her gün selamlaşılan mahalleli olması ya da okul aracı geç gelince nolduğunu merak etmesine “Kıbris’ta Rumlar beş kardeşimizi öldürdüler” yanıtıyla karşılık alması, resmi tarihin hep boş kalsın diye sakladığı levhasına ağır ağır işleniyor. Fakat dil otobiyografiktir ve bir toplumun nasıl çözünüp şiddeti sıradanlaştırdığını işitmeyi sağlar. Ayrıca kitapta, İstanbul Rumlarının gündelik yaşamlarına ilişkin pek çok detaya da kulak veriyoruz.  Çengelköy Rum toplumunun kilise ile olan ilişkilerinden, Paskalya tebriklerine, gençlik eğlencelerine ve derneklerine konuk oluyoruz.  Tüm bunları okurken, şimdinin Çengelköyü’nü yeniden tasvir etmeye başlıyoruz, içinden Rumca şarkıların geçtiği bir semt oluyor ve belki de kendine dönüyor.

Yazarımız ve hemşerimiz Yani Vlastos’ un futbol tutkusu, edebiyata olan düşkünlüğü, Robert Koleji’ndeki şen günleri, askerlik zamanları, iş yaşamına tutunma çabası, hatta eski tabir ile hayat gailesi derken, yıl 1979 oluyor. Anne tarafından miras aldığı Arnavut inadı, uzun bir mola istiyor ve Vlastos tıpkı diğer kaderdaşları gibi her şeyini bırakıp eşi ve kızıyla Yunanistan’a yerleşiyor.  Atina’da ilk gün kızıyla otobüse binen Yani Vlastos, “Baba konuşabilir miyim?” sorusunu işitiyor. İstanbul sokaklarında anadilini konuşması yasaklanmış çocukların “Vatandaş Türkçe Konuş”  tabelasını da yanlarına alarak göç ettiğini anlıyoruz.  Küçük kız doğduğu şehirden uzakta artık istediği kadar Rumca konuşabiliyor, ardında kalanlar ise sadece bir yüzey rengine dönüşüyor.

Görünen o ki, geçmiş bugünkü kimliği inşa eden etkenlerden biri olduğu gibi, bir kararın da sonucudur. Devletler, geçmişle halklarının anadilinde konuşmaya başlarsa, azarlanmış ve susması tembihlenmiş tüm çocuklar bunu duyacaktır. Dönüş o zamandır.

Karin Karakaşlı’nın müthiş bir şekilde “arkasından İstanbul gelen adam” olarak tanımladığı Yani Vlastos’un da dediği gibi:

“Hayatımın hemen hemen yarısını hem de en verimli yıllarını geçirdiğim İstanbul zerafeti, güzel ve çirkin, iyi ve kötü insanlarıyla kalbimdeki yerini asla kaybetmeyecektir. Ben de şair gibi yaşadığım yerlerin neresini beğenirim bilir misiniz?

İstanbul’a dönüşünü! “

 

Kategoriler

Şapgir