Şalom gazetesinden Rita Ender, Süryaniler ve basında onlarla ilgili çıkan son haberler üzerine; Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin ile bir söyleşi gerçekleştirdi.
RİTA ENDER
ritaender@gmail.com
Geçtiğimiz haftalarda basında, Süryanilerle ilgili pek çok haber yer aldı: Anaokulu açma taleplerinin reddedildiği açıklandı. Mor Gabriel Manastırı’nın içinde bulunduğu hukuk mücadelesi ve ilgili davanın son kararı anlatıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, Yeşilköy’de, bir Süryani kilisesi inşası için onay verdiği ilan edildi. Bu onayın verilmiş olması önemliydi, çünkü eğer sahiden böyle bir kilise inşa edilebilirse, bu; “Cumhuriyet tarihi açısından bir ilk” olacak: İlk defa bir kilise restore edilmeyecek; sıfırdan inşa edilecek.
Bugün İstanbul’da yaşayan 17.000 Süryani’nin yalnızca bir Kilise’si (Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi) var, bu yüzden Süryaniler başka cemaatlerin kiliselerinde ibadet ediyorlar. Fakat aslında başkalarının kiliselerinde başkalarının kurallarına, başkalarının saatlerine uydukları için ibadet özgürlüklerini tam anlamıyla yaşayamıyorlar…
Bu özgürlük, Süryaniler ve basında onlarla ilgili çıkan son haberler üzerine; Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin ile söyleştik.
- Mor Gabriel Manastırı’nın içinde bulunduğu hukuk süreci/mücadelesi ile başlayalım mı söze?
Mor Gabriel konusu bizim bütün Süryanilerin acısı, büyük bir travması çünkü dünyanın neresinde olursak olalım Mor Gabriel bizim için ikinci Kudüs sayılır. Mor Gabriel ile Mardin’deki Deyrulzafaran Manastırı’nı belirli zamanlarda mutlaka ziyaret ederiz biz. Türk asıllı birçok ruhaninin eğitim gördüğü Mor Gabriel, şu anda dünyadaki en eski manastırlardan bir tanesi. İkinci Kudüs diyorum ya; oraya gittiğimiz zaman tabii ki Türkçe deyimiyle ‘hacı’ olmayız ama orayı ziyaret ettiğimiz zaman iyi şeyler hissederiz. Mesela çoğumuz, çocuklarımızı orada vaftiz etmişizdir. Benim iki çocuğum var, ikisini de Deyrulzafaran’da vaftiz ettim. Avrupa’dan, Ortadoğu’dan oraya geliyorlar... Fakat 2008’de yapılan kadastro çalışmalar sonucunda 244 dönemlik bir parça Orman Bakanlığı’na, 274 dönümlük bir parça ise Hazine’ye bağlanmış oldu ve bu konuda verilen hukuk mücadelesinin maalesef sonuna gelindi. Yerel Mahkeme’nin iki defa direnme kararı almış olmasına rağmen, karar Yargıtay’dan geri döndü. Şu anda araziler Hazine’ye ve Orman Bakanlığı’na geçti. Şimdi Anayasa Mahkemesi’ne müracaat etme durumu söz konusu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde konu görüşülüyor. En son Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ne yapılacak onu da göreceğiz.
- Oradaki köylülerin mülkiyet iddiası da söz konusu oldu. Köylüler ile Manastır arasında daha önceden bir uyuşmazlık var mıydı, bu mu mahkemeye intikal etti?
Hayır, olayın başı kadastro çalışma. Kadastro çalışma sonucunda sınırların yeniden tespit edilmesi ile köylüler oralarda hak iddia etmeye başladı. Aşiretlerin müracaat etmesi üzerine dava başladı.
- Toplumunuzda buna karşı bir direniş var mı, insanlar nasıl tepki veriyorlar?
Direniş yok, bir eylem söz konusu değil ama yasal yollarla haklar kullanılacak. Zaten oradaki vakıf yöneticileri ile Metropolit ile sürekli iletişim halindeyiz. Sürekli konuşuyoruz, ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Ancak olayı, vakıf temsilcileri ve Metropolitlikten çok dışarıdan gelenler sahiplenmeye çalışıyorlar. Bazen konuyu olduğundan farklı şekilde anlatıyorlar, basında görüyorum. Hatırlatmak lazım; en doğruyu vakıf yöneticilerinden öğrenebiliriz.
- Basında bir yandan buna ilişkin haberler yer alırken; diğer yandan İstanbul Belediyesi’nin Süryanilere kilise inşası için arazi tahsis edeceği haberleri yer aldı…
Bu konu bizim 4-5 senedir her platformda dillendirdiğimiz bir konu. İstanbul’da Tarlabaşı’nda, 1844 yılında bir fermanla verilmiş olan küçük bir kilisemiz var, iki üç yangın geçirdi. O zamanlar İstanbul’da 40-50 aile vardı. 50’lerden sonra tüm dünyaya olduğu gibi İstanbul’a da göçler yaşandı. Süryaniler her gittikleri yerde kiliselerini kurdular, mesela Almanya’da 63 tane Süryani kilisesi kuruldu. Bunların 40 tanesi yeni yapı; yeni bina olarak yapıldı. Diğerleri ise, kardeş cemaatlerin kiliseleri satın alınarak Süryani kilisesine çevrildi. Burada bizim cemaatin yoğun olduğu bölge; Yeşilköy, Bakırköy ve Florya. Bizim orada bir arazi almamız söz konusu değil, kilisemiz bağışlarla ayakta duruyor. Yetkililere diyoruz ki; “bize bir arazi tahsis edin, biz onun üstünde kilisemizi yapalım.” 4-5 seneden beri Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Büyükşehir Belediye Başkanımız konuya hakikaten çok samimi olarak yaklaşıp ilgi gösteriyorlar. Son zamanlarda bir iki alternatif ortaya çıktı. İtalyan Katolik Mezarlığı var; onun orada hem mezarlık, hem bir şapel, hem de boş bir alan var. Şu anda zaten İtalyan Latin Katoliklerin Yeşilköy’deki kilisesini kullanıyoruz, onlarla çok iyi diyalog içindeyiz. Bu iş olursa eğer, mutlaka onların onayıyla olacak. Olursa; oradaki şapelin restorasyonunu yapacağız, mutlaka o mezarlar korunacak ve boş alanda kilise yapılacak. Tabii bunun da çok uzun ve çetrefilli bir yolu var, daha işin başlangıcındayız, ortada bir şey yok.
- İstanbul’daki Süryani nüfusu nedir?
Türkiye’deki Süryanilerin yüzde 95’i Ortodoks Süryanilerdir, Ortodoks Süryanilerin yüzde 85’i İstanbul’da yaşamaktadır. Şöyle ki, 25.000 civarında Ortodoks Süryani var, bunların 17.000’i İstanbul’da yaşıyor.
- 17.000 kişi için Tarlabaşı’ndaki kilise yetersiz olduğuna göre, Ortodoks Süryaniler ibadet etmek için Rum Ortodoksların kiliselerine mi gidiyorlar?
Hayır, genelde Latin Katoliklerin kiliseleri kullanılıyor. Moda’daki Assomption Kilisesi’ni kullanıyoruz; Samatya ve Bakırköy’de ise Dominiken cemaatinin kiliselerini kullanıyoruz.
- Oralarda tam olarak kendi geleneklerinize, kendi ritüellerinize uygun şekilde ibadet edebiliyor musunuz?
Uydurabildiğimiz kadar! Zaten sıkıntı da oradan çıkıyor. Yoksa bir kilise varken, onu kullanıyorken, neden başkasına ihtiyaç duyalım? Ritüellerimiz birbirine hiç uymuyor, tamamen farklı. Yer de yetmiyor; kullandığımız en büyük kilise 300-350 metrekare.
- Saatleri nasıl ayarlıyorsunuz?
Saat konusunda biz onlara uymak zorunda kalıyoruz, zaten temel sıkıntı orada. Moda’ya geliyoruz, biz ayini 11’de bitirmek zorundayız çünkü sonra onlar başlıyorlar. Bizim ritüellerimizde sabah ve aç karnına kiliseye gidilir. Saat 09.00’da, 09.30’da kilise biter, sonra evinize gidersiniz veya kilisenin yanındaki kültür salonunda bir şeyler içer, yersiniz. Orada bazen gençler etkinlik yaparlar. Fakat mesela Yeşilköy’de kiliseyi bize saat 11.00’da veriyorlar. 11.00’a kadar yemek yemeden durmak herkes için kolay değil; hastası var, yaşlısı var. Ciddi sıkıntılar yaşanıyor çünkü biz kadim Süryaniler olarak geleneklerimize çok bağlı bir grubuz.
- Din aslında kuraldır, disiplindir ama şu durumda kurala tam olarak uyulmamış olunuyor…
Evet. Mecburen. Onların kiliselerini kullanırken, onların koyduğu kurallara uymak zorundayız. Sıkıntı oluyor, Yeşilköy’de bir kilisemiz olursa, nispeten ihtiyaçlarımızı karşılamış olacağız.
- Başka bir ihtiyacınız, daha geçtiğimiz günlerde basında yer aldı: Bir anaokulu açma talebinde bulunmuşsunuz ve bu talep reddedilmiş. Neden reddedildiğini bize de anlatır mısınız?
Anaokulu konusu da ciddi bir sıkıntı. Biliyorsunuz, Lozan’a (Lozan Antlaşması) göre Müslüman olmayan herkes azınlık sayılır ve çıkan tüm kanunlar, yönetmelikler Lozan’a uygun olmalıdır. Lozan, ‘gayrimüslim ekalliyetler’ diyor ama uygulamada azınlık okulu kurabilecek olanların Ermeni, Rum ve Museviler olduğu söyleniyor. Bize Milli Eğitim Müdürlüğü’nden gelen yazıda şöyle diyor: “Siz azınlık değilsiniz, asli unsursunuz. Dolayısıyla çocuklarınıza yabancı dil öğretemezsiniz.” Madem azınlık değiliz o zaman neden subay olamıyoruz? Azınlık değilsem, Müslüman Türk vatandaşların haklarından yararlanmak istiyorum! Bu konuda da yasal yollara gidiyoruz. Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürü Mehmet Küçük çok ilgilendi bizimle, kendisi ile Vakıflara verdiğimiz iftar yemeğinde tanışmıştık ama onların da elleri kolları bağlı, yönetmelik bunu gösteriyor.
- Yönetmelikler iptal edilebiliyor…
Evet, Mehmet Bey’e de dedim; “istemeyerek yasal yollara gidiyoruz”, o da “çok iyi yapıyorsunuz” dedi. Yasalar ne diyorsa o. Zaten bizim yasanın dışına çıkma niyetimiz yok. Anaokulu kuracağız, orada Milli Eğitimin bütün kurallarını yerine getireceğiz, ek olarak haftanın belirli saatlerinde çocuklarımıza Süryanice eğitimi vereceğiz. Hepsi bu.
- Süryanice ne ölçüde kullanılıyor?
Çoğunluk Mardin, Midyat yöresinde yaşıyor ve Midyat’ta hemen herkes Süryanice konuşuyor. Midyat’tan gelenler de konuşuyor. Ancak eğitimini almadan bir dilin yaşaması söz konusu değil çünkü her şey hep kulaktan duyma oluyor. Ve dil, sadece konuşuluyor, yazma yok. Oysa Aramice, antik bir dil… Maalesef bu dil unutulma noktasına geliyor, biz bunu ne kadar durdurabiliriz? Başlangıç olarak, okul açılsın istiyoruz. Eminim yetkililer de durumu görecek ve bize hak verecekler.
- Süryani olmanın, Süryaniliği korumanın bir başka yolu da karışık olmayan evliliklerin olması herhalde... Bu konuda toplumda nasıl bir genel tavır var?
Biz hep öyle görünürüz, öyleyizdir de: Kapalı bir toplumuz. Tabii ki etnik kökenimizin, Süryaniliğimizin korunması, dilimizin yaşaması, kilisemizin ayakta kalması için çaba gösteriyoruz. Ve tabii ki çocuklarımızın birbiriyle evlenmelerini tercih ediyoruz. Sizde de aynı durum var, bütün küçük grupların kendini koruyabilmesi için alabildikleri ilk önlem bu. Avrupa’da da durum aynı, zor ama durum bu.
- Mardin’de Sabro Gazetesi yayınlanıyor, onun bu dile, bu kültüre nasıl bir etkisi-katkısı oluyor?
Sabro’yu, İsveç’ten gelen bir arkadaşımız maalesef bizim ısrarla karşı çıkmamıza rağmen kurdu. Biz şuna inanıyoruz: Siz eğer “Süryanileri temsil ediyorum, Süryaniler adına çıkıyorum” diyorsanız, mutlaka Süryani yetkililerin de size onay vermesi lazım. Oysa biz onun ne çizdiği çizgiyi, ne konumunu onaylıyoruz. Bizim bir dergimiz var, adı ‘İdem’, Süryanicesi; ‘Reyono’. On seneden beri, iki üç ayda bir çıkıyor ve hem vakfımızı, hem Metropolitliği temsil ediyor. Basın özgürlüğü var, tabii herkes her dilde gazete çıkartır, her türde yayın yapar ama siz eğer Süryanileri temsil ettiğinizi söylüyorsanız, “biz Süryanilerin sesiyiz” diyorsanız o zaman öncelikle bizim sıkıntılarımızın dillendirilmesi gerekiyor. Biz ülkenin bir parçasıyız, elbette ülkenin sorunu bizim sorunumuz ama ilk etapta kendi içimizdeki sorunlar dillendirilmeli. Sabro Gazetesi, Süryanilerin görüşlerini yansıtmıyor. Kaç tane Süryani yazarı var ona bakmak lazım, gazetenin içinde Süryani yazar yok. Sizin Şalom’da kaç Musevi yazar var? Agos’ta da ağırlıklı olarak Ermeni yazarlar var. Tabii ki başkaları da olacak ama “Süryani Gazetesiyim” diyorsanız, hiç olmazsa beş yazarınızın üçünün Süryani olması lazım, öyle değil mi?
(Şalom)