Son zamanlarda sık sık 'Dünyanın en güçlü kadını' sıfatıyla anılan, ancak özellikle Euro krizinden sonra aynı zamanda dünyanın belki de en çok eleştirilen lideri haline de gelen Almanya Başbakanı Angela Merkel, 17 Aralık Salı günü, 11 Türkiyeli gazeteciyle bir araya geldi. Rober Koptaş, Merkel görüşmesini yazdı.
ROBER KOPTAŞ
Son zamanlarda sık sık 'Dünyanın en güçlü kadını' sıfatıyla anılan, ancak özellikle Euro krizinden sonra aynı zamanda dünyanın belki de en çok eleştirilen lideri haline de gelen Almanya Başbakanı Angela Merkel, 18 Aralık Çarşamba günü, 11 Türkiyeli gazeteciyle bir araya geldi. 'Off the record' (Kayıt dışı) gerçekleşen görüşme samimi bir fikir alışverişi şeklinde geçti ve Merkel, Türkiye'nin önemli basın kuruluşlarının temsilcileriyle sohbet etti.
20 yıldır faaliyet gösteren Türkiye-Almanya Kültür Forumu tarafından organize edilen görüşmeye Türkiye gazetelerinin Avrupa temsilcileri katıldığı için, Türkiye'den gelen tek gazeteci oldum ve Şansölye Merkel'e sorular sorma imkânı buldum. Özellikle Türkiye-AB ilişkilerinin konuşulduğu toplantıda Merkel, Türkiye'yle ilgili olarak daha önce sürekli olarak dile getirdiği 'imtiyazlı ortaklık' önermesini artık kullanmayacağı, Türkiye konusundaki tutumunda bazı değişiklikler öngördüğü mesajını verdi, ancak AK Parti iktidarının demokratik reformları gerçekleştirmek konusundaki isteksizliğinden ötürü de kaygılı olduğunu çeşitli kereler ifade etti.
Sadece Türkiyeli gazeteciler
Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesini simgeleyen ve mekanik unsurların ağırlıkta olduğu mimarisi nedeniyle halk arasında 'çamaşır makinesi' adıyla anılan Başbakanlık binasında gerçekleşen görüşme, belli ki Şansölye Merkel için hayli önemliydi. Ülkede faaliyet gösteren uluslararası gazeteciler arasında sadece Türkiyeli meslektaş grubunun böyle bir görüşmeye davet edildiği bilgisi bile, 3 milyon Türkiyeli göçmenin yaşadığı Almanya için Türkiye ile ilişkilerin ne kadar özel bir boyut taşıdığını gösteriyor.
Dışarıdan bakarken sahiden de soğuk bir mimariye sahip olan ve çamaşır makinesi nitelemesini hak ettiğini düşündüren Başbakanlık binası, içeriden bakıldığında, dünyaca ünlü ressamların duvarları süsleyen eserleriyle kayda değer bir koleksiyon sunuyor; dört bir yana gösterişsiz bir şekilde dağıtılan Noel süsleriyle de insana sıcaklık duygusu geçiriyordu. Yapı, her halükarda, bizim zevksiz ve haddinden fazla resmi kamu binaları düşünüldüğünde, pekâlâ rafine bir güzelliğe sahip. Zaten geniş bir araziye yayılan ve içine Federal Parlamento'yu da alan bu devlet kompleksi, mimari güzelliğinden ya da ihtişamından çok, camın ağırlıkta olduğu dış yüzeyleriyle verdiği 'şeffaflık' mesajıyla öne çıkıyor.
Ortadoğu ve Kafkasya'da sessiz Avrupa'da lider
Konuşması sırasında Suriye'de yaşanan savaş ve bunun Türkiye'ye yansımaları, Almanya’nın Türkiye-İsrail arasındaki gerilime dair endişeleri, AB'de yaşanan ve birliğin geleceğini de şekillendirecek olan ekonomik kriz gibi konulara değinen Merkel, AB dışı konularda, Almanya'nın II. Dünya Savaşı sonrasında gelenekselleşen suya sabuna dokunmama politikasının dışına çıkmaya niyetli olmadığını gösterdi.
AB krizi ise Almanya için bir dış sorun değil şüphesiz. Gerek birliğin ve Euro bölgesinin devamı yönünde gösterilen çaba, gerek krizdeki ülkeleri kurtaracak ekonomik önlemler için kendi halkını ikna etmek zorunda olması, Merkel'i, Ortadoğu'daki veya misal Kafkasya'daki gelişmeler konusundaki sessizliğinin aksine, AB krizi konusunda yüksek sesli bir lider haline getiriyor. Araştırmalarda onu hem dünyanın en güçlü kadını, ama aynı zamanda en çok öfke toplayan lideri olarak gösteren şey de, tam da, bu dengeyi kurabilmek için 'kılı kırk yarması gereken' lider olma zorunluluğundan ileri geliyor.
Almanya'da önümüzdeki sonbahar seçimler var ve iki dönemdir görev yapan Şansölye bir kez daha halkından oy isteyecek. Bunun için de, ülke içinde beklenen vergi kısıtlamalarını bir türlü gerçekleştirmezken nasıl olup da Euro krizi nedeniyle Yunanistan ve İspanya gibi iflas bayrağını çekmeye hazır Avrupa ülkelerine milyarlarca Euro yardımda bulunması gerektiğini seçmenlerine anlatabilmesi gerekiyor. Merkel, bu zorluklara rağmen, Euro'ya inanan ve para birliğinin bozulmaması için gerekenleri yapacağını vurgulayan bir lider olarak konuştu sohbet sırasında. Bu arada, Berlin'de geçirdiğim 2 günde çevremdeki herkese sorarak yaptığım mütevazı kamuoyu yoklamasının da, seçimlerde şansının hayli yüksek olduğunu gösterdiğini söyleyeyim.
Daha ılımlı bir dönem
Sabık Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile ortak yanlarını vurgulamak için 'Merkozy' diye anılan ve AB'yi katılıma kapalı, tekçi bir birlik halinde tutma politikalarının mimarı olarak da görülen Angela Merkel, Fransız partnerinin seçimi kaybetmesinin ve halefinin Türkiye'ye karşı daha ılımlı sosyalist Hollande olmasının ardından, Türkiye konusunda önümüzdeki dönemde biraz daha farklı bir ton tutturacak gibi görünüyor. 31 Ekim'de Başbakan Erdoğan'ın Berlin'deki Türkiye Büyükelçiliği açılışı vesilesiyle yaptığı ziyaret sırasında buzları eritmeye yönelik bazı küçük adımların atıldığı da anlaşılıyor. Merkel, Erdoğan'ın geçmişte Almanya'daki Türkiyelilerin asimile edilmesinden çekindiği yönündeki açıklamalarının aksine, bu son ziyarette 'Kant'ı da, Hegel'i de okuyun, Almanya kültürünü özümseyin' demiş olmasını çok önemli gördüğünü vurguladı.
Almanya başbakanı, Türkiyeli göçmenlerin ülkeye uyumuyla ilgili sorunların geçmişe nazaran çok daha iyi bir noktaya vardığını vurgularken, istatistiklere de başvurdu ve göçmenler arasında üniversiteye gitme oranı başta olmak üzere verilerin, bu konuda iyimser olmasını sağladığını vurguladı. Neo Nazi cinayetlerini 'utanç verici' olarak niteleyen Merkel, yeni kuşak göçmenlerin Almanya kültürüyle ebeveynlerine kıyasla çok daha içli dışlı olmalarının verdiği rahatlıkla, Türkiyeli bir dedenin kendisine, 'Erdoğan'ın dediği gibi Kant ve Hegel okuyacak kadar ileri gitmedim ama torunuma Grimm masalları okuyorum' dediğini anlattı keyifle. Şansölye, Türkiyeli göçmenleri asimile etmek gibi bir niyetlerinin asla olmadığını kesin bir dille vurgularken, aksine, çift kültürden beslenmiş olmayı, korunması gereken bir zenginlik olarak gördüğüne işaret etti.
İmtiyazlı ortaklık önerisinin sonu mu?
Görüşmenin en dikkat çekici bölümü, 'Geçmişte Türkiye'ye AB üyeliği değil imtiyazlı ortaklık önerdiniz, yeni zamanlarda bu tavrınız sürecek mi?' sorusuna verdiği uzun yanıttı. Merkel özetle, Almanya'nın geçmişte Türkiye'yle müzakerelerin başlaması yönünde kararı olduğunu ve ahde vefa esasıyla hareket edecekleri; üyelik sürecini tıkamaya yönelik adımlar atmayacakları; yeni müzakere fasıllarının açılmasını destekleyecekleri; dolayısıyla imtiyazlı ortaklık seçeneğini masadan kaldırmaya hazır oldukları mesajı verdi. Bu, en azından söylemsel düzeyde, çok önemli bir değişiklik olarak görünüyor.
Ancak, AB'nin 2014-2020 dönemi bütçesinin Türkiye'nin üyelik ihtimalinin söz konusu olmadığı gerçeğiyle hazırlandığı hesaba katılırsa, Merkel'in, üyeliğin zaten teknik olarak 2023'ten önce mümkün olmadığı, o zamana kadar da köprünün altından çok sular atacağı bilinciyle, hesaplı kitaplı ama meyve vermeyecek bir yumuşamaya gittiği de söylenebilir. Her halükarda bu tavır değişikliği, Türkiye-AB ilişkilerinde, son birkaç yılda oluşan buzların önümüzdeki dönemde erimeye başlayacağını gösteriyor. Merkel'in görüşmede sıklıkla Türkiye'deki reform sürecinin durmasından kaygılı olduğunu vurgulaması da, Türkiye'nin demokratikleşme ve şeffaflık konularında AB standartlarını yakalamasını teşvik eden ve gerektiğinde bunu daha yüksek sesle dile getiren yeni politikanın bir işareti sayılabilir.
Merkel, Türkiye'nin demokratikleşmesi için dış baskıların yeterli olmayacağını, asıl iç dinamiklerin önemli olduğunun farkında, bu konuda gördüğü sorunları dile getirmeye önem veren, ancak Türkiye demokratik bir atılım yapsın diye ona sürekli şeker uzatmayacak bir lider portresi çizdi. Müzakere sürecinin bir çıkmaz sokak olmadığına ısrarla vurgu yapması, Merkozy'den farklı olarak Merkel'in, Türkiye-AB ilişkilerinde, eleştirel olsa da yapıcı ve mümkün mertebe teşvik edici olacağını düşündürdü.
Almanya'nın 1915 borcu
Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği hakkındaki görüşleri dışında, Merkel'e, Almanya'nın muazzam geçmişle yüzleşme deneyimi konusunda Türkiye'ye bir örnek teşkil edebileceğini, ama Ermeni soykırımı konusunda Almanya'nın o günkü Osmanlı yönetimiyle işbirliği içinde olması konusunda daha eleştirel bir tavır geliştirilmesi gerekip gerekmediğini sordum. Görüşmenin off the record gerçekleşmesi nedeniyle yanıtını yazamayacak olsam da, Merkel'in bu işbirliği hakkında, neredeyse Bütün Almanlar gibi, pek bir şey bilmediğini söyleyebilirim. Sorum da zaten, kendisinin dikkatini bu tarihsel gerçekliğe ve sorumluluğa çekmek amacını taşıyordu ve Şansölye'nin bu konuyu zihninde bir kenara 'not ettiği' izlenimi edindim. Umarım yanılmıyorumdur, zira Ermeni sorunu konusunda geçmişin yeniden anımsanması Türkiye için olduğu gibi, İttihatçılarla silah arkadaşlığı yapan Alman devleti için de bir borç.