Bursa’nın Yıldırım ilçesinde çıkan Kürt-Türk çatışmasını durduran kişi, 2004’te asker oğlunu Güneydoğu’da kaybeden Emrullah Atasever’di. Atasever’e hem çatışmalarda oynadığı uzlaştırıcı rolü sorduk, hem de gerginliğin hâlâ sürdüğü mahalleleri gezdik.
Fotoğraflar: Berge Arabian
Yavuz Selim mahallesinin Muşlu sakinleri Cevat Yıldız,
İlhami Akın, Kerem Akdeniz, Sultan Umuç “Erzurumlu
çok bu mahallede, bizleri çok sevmezler ama sorun da
çıkmaz” diyor.
BERİL ESKİ
berileski@agos.com.tr
Bursa’nın Yıldırım ilçesinde çok değil, birkaç hafta önce, cezaevlerinde açlık grevlerinin yaşandığı günlerde Kürtler ve Türkler arasında çatışmalar çıktı. Olayların sıcaklığıyla gelişmelere yer veren basın, kısa bir sürede yaşananları unuttu. Biz ise, ülkenin batısında Türk-Kürt gerginliğinin dinamiklerini dahi iyi ve yakından anlamak üzere, ortalığın biraz olsun sakinleşmesini bekleyip Yıldırım’ın yolunu tuttuk ve gördük ki, yöre ahalisinin çoğunluğu, “Burada bir sorun yok, politikacılar ortalığı karıştırıyor” dese de, ilçede bir arada yaşam ve komşuluk ilişkileri, son derece hassas, her an sarsılmaya hazır dengeler üzerinde duruyor. Böyle bir ortamda adalet temelli birlikte yaşamı hayal etmekse maalesef hiç de kolay değil. Yıldırım’da yaşanan Türk-Kürt gerginliği sırasında olayları durdurmaya çalışan kişi, 2004’te asker oğlunu Güneydoğu’daki çatışmalarda kaybeden Emrullah Atasever’di. Atasever’e hem çatışmalarda oynadığı uzlaştırıcı rolü sorduk, hem de hikâyesini dinledik.
Mahalleye girdiğimizde sokaklar sakin, kahveler doluydu. Herkesin yüzünde şüpheci bir ifade vardı, insanlar daha çok orada ne aradığımızı anlamaya çalışıyorlardı. Sorduğumuz sorulara hep sözlerini tartarak cevap veriyorlardı. Belli ki tek bir kıvılcımın huzuru bozabileceğinden endişeliydiler.
‘Biz etle kemik olmuşuz’
Mahallenin eski sakinlerinden Emrullah Atasever, yöreye yabancı olduğumuzu anlar anlamaz bizi mahalledeki kahvelerden birine buyur etti. Hemen önümüze çaylar geldi. “Bugün hava güzel, nasıl herkes sıcaktan mutluysa, yarın hava soğuduğunda herkes bu soğuktan da etkilenecek. Siyaset de aynen böyle. Burada yaşananlar buydu” diye anlatmaya başladı Atasever, mahalledeki temkinli halden ve huzuru koruma çabasından payını almış bir şekilde.
Oğlu Timur’u Güneydoğu’daki çatışmalarda kaybeden Emrullah Atasever, Yıldırım’da yaşanan Türk-Kürt gerginliği sırasında yatıştırıcı rolüyle öne çıktı. |
Yandaki dükkânı işaret eden Atasever, anlatmaya devam etti: “O dükkânın sahipleri Kürt. Ama o bizim bir kardeşimiz. Birinci katında kendi oturuyor, ikinci katında Diyarbakırlı oturuyor. Altındaki dükkânın kiracıları Bingöllü. Üçü birlikte yaşıyorlar ve hiçbir sorunları yok.” Atasever, geçmişten bugüne Yozgatlısı, Zonguldaklısı, Erzurumlusu yan yana yaşadıklarını söyledi ve ekledi: “Biz bu ülkede etle tırnak değil, etle kemik olmuşuz. Tırnağımız uzadığında kesip atıyoruz ama kemiğimizi, etimizi atamıyoruz. Ona göre davranmamız lazım.”
‘Benim çocuğum öldü diye başkasının çocuğu da mı ölsün?’
Atasever’e şehirde gerginliğin tırmandığı o günlerde neler yaşadığını sorduk: “Açlık grevine destek için eylem yapan BDP’liler, AKP binasına çelenk koymak istediler. Onlar her zaman bu mahallenin içinden yürürler. Zaten parti binaları da mahallenin sonunda. Biz onları dikkate almazdık, burada bir şey olmaz, biz onları tanıyoruz derdik. Ateşin üzerine gazla, benzinle gidilmez. Benim çocuğum şehit olduysa başkasının da burada çocuğunun ölmesi veya başkasının olayı karıştırıp daha çok büyütmesinin hiçbir anlamı yok. Polis nezaretinde tartışma çıkmış ve polis onları geri püskürtmüş. Evlerine dönerken sağa sola saldırmaya başlamışlar. Arabaları taşlamışlar, camları kırmışlar. Buradaki halk da tepki göstermiş.
Polisin müdahale ettiği akşam, düşünün ki ben bir şehit babasıyım, biber gazı yemiş 16-17 yaşlarında bir çocuk birinci kattan aşağıya indi, gözlerini ovuşturuyor, kusmaya gelmiş. Kucağıma düştü, elinde taş. Kucakladım. Dedim ki ‘Oğlum, gözlerini elinle silme, gözlerin daha çok yanmasın.’ Düşünün, kucağıma düşüyor, beni göremiyor. Ben eğer vicdan sahibi biri olmasam, o acıyı içimde tutmasam, o taşı elinden alıp kafasına vururdum. Ama ben böyle yapmadım. Peşinden biri daha, 15-16 yaşlarında, aynı şekilde kucağıma düştü, aynı şeyi ona da söyledim. Bizim içimizde bir art niyet yok. Biz kardeşliğimizi bozmayı hiç düşünmedik. Hiç kimsenin buna gücü yetmez. Biz bu düşünceyle insanların önüne kalkan olduk. Dört akşam ekmek yemedik. Sokaktaki insanın çocuğu da benim çocuğum.”
Bu acılar unutturulamaz
Atasever, 2004 yılında büyük oğlu Timur’u askerlik yaparken kaybettikten sonra, ailenin hayatı bir daha eskisi gibi olmamış. “Önceden televizyon açılırdı, çocuklar bazı programları izlerdi” diyen Atasever, artık müzikli programları izlemeyi bıraktıklarını söyledi. Haberleri izlemekse artık Atasever ailesine zul gelir olmuş: “Haber saatlerinde televizyonu açmamaya çalışıyoruz. Haberlerde başka şehitler görünce, trafik kazalarında ölenleri görünce, yemekteysek yemeği bırakıp kalkıyorum. ‘Niye kalktın?’ diye soruyor çocuklar, ‘Ellerimi yıkayıp döneceğim’ diyorum. Üzüntümü belli etmek istemiyorum.”
Acılı baba Atasever, ne kadar yıl geçerse geçsin, aynı olaylar tekrar ettikçe, orada biri öldükçe acısının tazelendiğinden dert yanıyor. Ve ne yaparsa yapsın, bu acıyı unutamayacağını ifade ediyor: “Hrant Dink vuruldu, kaç yıl oldu, her birimiz bunu aklımızdan geçiriyoruz, niye böyle bir insan vurulsun? Sebep neydi? O insanı yakınlarına unutturabilirler mi? Unutturamazlar. Ne ederlerse etsinler. Bir başka yerde, başka biri vurulduğunda, o acı aynı dakikada kalbimize iniyor.”
Yukarı mahallede dengeler hassas
Atasever’in evinden ayrıldıktan sonra çatışmaların çıktığı Yavuz Selim Mahallesi sokaklarına doğru yürüdük. Yoldan geçenlere ve kahvede oturanlara sora sora, Ulus mahallesine vardık ve mahalledeki durumu anlamaya çalıştık. ‘Yukarı mahalle’ olarak anılan Yavuz Selim’in Kürt kimliğiyle var olmaya izin vermeyen, milliyetçi bir yapısı olduğunu, ‘Aşağı mahalle’ olarak anılan Ulus’un ise çok daha politize olduğunu gözlemledik. Ve bu gergin yan yanalığın bir portresini çizmeye çalıştık.
‘Kürdüm, bir dilim var, o da Türkçe’
Erzurumlu Erdal Altınkaynak, 1982’den beri Yavuz Selim mahallesinde yaşayan bir Kürt. Ancak Altınkaynak, ısrarla kendisinin Kürtlükle işi olmadığını söylüyor:
“Bizim burada kesinlikle bir ayrım yoktur. Bazı çıkarcı kuruluşlar bu meseleyi aramıza soktular, sanki biz insan ayrımcılığı yapıyoruz. Ama burada herkes hısım akrabadır, birbirlerine kız vermiş, birbirlerinden kız almıştır. Hepsi de birbiriyle ticaret yapar. Ben de Kürdüm. Ama dağdakiler veya Meclis’teki kendini bilmez insanlar benim hakkımı savunamazlar. Kürt siyaseti diye bir şey yok ablacım. Bunu savunanlar Çanakkale’ye gitsinler, oradaki şehitliklere baksınlar kimler sırt sırta yatıyor. Birileri çıkmış kendi akıllarınca toprak istiyor. Bunlar zengin kesimlerin çıkar sağlamak için cahil insanları kendi askeri gibi öne sürüyorlar. Ben vergi mükellefiyim, benim işyerim var, Kürtçe de biliyorum ama benim Kürtlükle işim olmaz. Benim bir dilim var o da Türkçedir. Ben Türk’üm. Tek bayrağım var o da Türk bayrağı. 1994’ten beri kendi dükkânım var, o zamandan beri Kürt olduğum için diye hiçbir engelle karşılaşmadım. Türkiye’de böyle bir şey yok. Hakmış! Herkesten çok benim hakkım var ki zaten. Arabam, evim, elektriğim, suyum var. Ne hakkı arıyorlar, belli değil.”
Halk anlaşıyor, Meclis’tekiler anlaşamıyor
Cevat Yıldız, sorularımızı Muşlu arkadaşlarıyla birlikte yanıtladı. Yıldız, bu mahallede nefes alabildiklerini, Bursa’nın başka yerinde böyle rahat edemediklerini söylüyor: “Biz hepimiz Muşluyuz. 20-30 sene var bu mahalledeyiz. Biz dilediğimizce Kürtçe konuşuruz, bu mahallede hiç sorun çıkmaz. Ben Çarşamba mahallesinde oturuyorum, çocuklarım bu mahallede oturur. Gerçekten kötü şeyler olsa, bırakır mıyım çocuklarımı burada? Kendini bilmeyen gençlerin çıkardığı olaylar hep bunlar. Mahalleyi kötülemek istiyorlar, oysa tertemiz bir yer burası. Tamam, herkes herkesi istemiyor ama kimse de başkasına bir şey yapmıyor. Mesela Erzurumlu çok bu mahallede, Muşluları pek sevmezler. Ama bak görüyorsun, biz Muşluyuz ve Erzurumlunun kahvesinde oturuyoruz. Hoşlanmayan bize selam vermez, başka masaya oturur ama o da sorun yaratmaz. Ha yanımıza gelirse, çayını da kahvesini de söyleriz. Bursa’nın dört bir yanını gezeriz ama yine moralimizi bu mahallede buluruz. Asıl dert Meclis’te. Onlar anlaşamıyorlar. Yoksa halk anlaşıyor, bak. Meclis’tekiler anlaşsaydı burada da olay çıkmazdı.”
‘Kuva-i Milliye ruhuyla savunduk canımızı’
Erzurumlu İspir kahvesi, tam da olayların çıktığı noktada. Kahvedekilerle görüştüğümde ne isim veriyorlar, ne fotoğraf. Hatta kahvenin adını yazmama bile zor razı oluyorlar. Milliyetçiliğin yoğun olarak hissedildiği bu kahvede, bastırılmaya çalışılan öfke sesleri yükseltiyor. Konuşanlardan biri mahallede düzenin geri gelmediğini, selamlaşma ve ikramın durgunlaştığını söylüyor.
Bir diğeri “Yavuz Selim Bursa’nın en delikanlı, en babayiğit mahallesidir. Bu bölgenin merkezidir. Senelerdir burada barış var diye mahallemizi özellikle hedef seçtiler. Birliğimiz göz kamaştırdı” diyor. Mahallenin kimsenin tekelinde olmadığını, olamayacağını söylüyor. Çatışmalar sırasında polisin müdahale etmediğinden yakınan bu kişi, mecburiyetten canlarını kurtarmak için ‘Kuva-i Milliye ruhuyla kendilerini koruduklarını’ anlatıyor.
Gençler iki tarafın arasına sıkışmış
Aşağı mahalleye doğru ilerledikçe binalar giderek bakımsızlaştı, kötü kokular başladı. Sokakta 15-17 yaşlarında birkaç çocuğa rastladık. Onlara neler yaşandığını sorunca, birbirlerinin lafını keserek konuşmaya, iki mahallenin sıkışmışlığı arasındaki hislerini paylaşmaya başladılar. Kürt oldukları için hakarete uğradıklarını söyleyen gençler, artık yukarı mahalledekilere kendi tabirleriyle “kıl oluyorlar”, oradan gelenleri taşlıyorlar. Hem yukarı mahalleden, hem BDP’den, hem de gazetecilerden illallah eden gençler, yukarı mahallenin Kürt kimliklerine küfrederek, BDP’nin de ‘heval’ diyerek kendilerini şiddete teşvik ettiğinden yakınıyorlar.
Gençlere göre ilk suçlu polis. Çünkü her iki mahallede de suç olduğu halde, sadece onların arkadaşları tutuklanmış. “Biz hata ettik, elimize taş aldık, cahiliz ama onlar da bıçakla geldiler, niye serbest bırakıldılar” diye soruyorlar.
İçlerinden biriyse, kentsel dönüşüm nedeniyle TOKİ’nin geleceğini, mahallelerini yıkacağını anlatıyor. Ona göre bu mahalleyi yalnız bırakmak için yukarı mahalleyle aralarına nifak sokulmuş ki mahallelerini yıkmak daha kolay olsun.
Hrant Dink cinayeti çözülseydi
Türk-Kürt sorunu da kalmazdı
Fahrettin Çimen, (52)
Devlet neden Hrant Dink’in katilini bulamadı? Yaz buraya, altına imzamı atmak istiyorum. (Defterime yazıyorum ve altını imzalıyor). Ne olursa olsun insandır, Ermeni’yse ne fark eder? Vatandaş bu cinayetin çözülmesini istiyor. O cinayeti çözselerdi, Türk-Kürt sorunu da kalmazdı.
Soykırım diyorsan, dedem anlatırdı bana, asıl soykırımı Ermeniler yapmış. E tabii, biz de onlara yapmışız. Ama ben anlamıyorum, siyasetle bunun ne alakası var. Tarih çözsün bu işi. Oy toplayacağız diye kullanıyorlar bu mevzuyu. Eskiden millet siyaset bilmezdi, böyle şeyler de konuşulmazdı. Şimdi insanlar siyasetten anlıyor ya, herkesi kandırıyorlar. Ama 1915’te bir haksızlık olmuştur, o ayrı.