Dünyaya bakış açımızı şekillendiren muhtemelen en büyük faktör deneyimlerimizdir. Başka bir deyişle medyadan sızan Türk dizileri, Hollywood filmleri ve Édith Piaf’lar bizim dünya görüşümüzü, dirensek de direnmesek de, yerel değerler ve “Batı” üzerine kuruyor ve “ötekileri,” az ama çok, bu görüşlerimiz üzerinden kurguluyoruz. Bu durumu kırmanın en pratik yoluysa doğrudan ötekini deneyimlemek. Bunun en keyifli örneklerinden bazıları da 'sefalet'le özdeşleştirdiğimiz Pakistan ve Hindistan'ın popüler müziklerinde gizli... Sertan Şentürk yazdı…
Sertan Şentürk
sertansenturk@gmail.com
Dünyaya bakış açımızı belirleyen en geniş faktör muhtemelen deneyimlerimizdir. Kendimizi ne kadar çeşidin ortasında bulursak, dünyaya ve bizden farklı olanlara o kadar açık oluruz. Şansımıza, kitle iletişim araçlarının tarihteki en ulaşılabilir zamanlarında yaşıyoruz ve bazı yerlere ulaşamasak bile oraların kültürlerini tecrübe etme şansı yakalıyoruz (demeyi çok isterdim)... Maalesef, teoride ideal duran “bilgiye ulaşımdaki eşitlik,” pratikte “bize sunulanın daha eşit olması” olarak şekilleniyor. Başka bir deyişle medyadan DVD oynatıcılarımıza ve mp3 çalarlarımıza sızan Türk dizileri, Hollywood filmleri ve Édith Piaf’lar bizim dünya görüşümüzü, dirensek de direnmesek de, yerel değerler ve “Batı” üzerine kuruyor ve “ötekileri,” az ama çok, bu görüşlerimiz üzerinden kurgulamamıza yol açıyor.
Batı ile ilgili tarafını kabaca
Pakistan: Coke Studio
Coke Studio, Pakistan’da 2008’den beri kesintisiz yayınlanan bir müzik programı. Program, çekirdek bir müzik kadrosu ile konuk müzisyenlerin etkileşimlerini ve bu etkileşimlerin ortaya çıkardığı müzikleri gösteriyor. Programın bu kadar başarılı olmasını sağlayan belki de en büyük etken ise performansların beslendiği kaynakların çeşitliliği: çoğunlukla Pakistan’ın (yeri geldiğinde ise Afganistan ve Hindistan’ın) farklı yörelerinden, farklı kültürlerin ve farklı dillerdeki müziklerinin pop, rock, hip-hop gibi çağdaş türlerle harmanlandıği performanslarda, Sufi gazellerinin, Afgan halk türkülerinin funk ve blues geçişleriyle icra edilmiş özgün yorumlarıyla karşılaşıyoruz. Bununla birlikte, Michael Jackson’dan Barış Manço’ya kadar, daha “uzak” ülkelerin müziklerinin yorumlarını da duyabiliyoruz; uzaklık kavramının beynimizde yarattığımız bir algı olduğunu hatırlatırcasına...
Coke Studio’daki müzisyenler yalınlaştırılmış ve bir nevi boşaltılmış bir çeşitlilik arayışında değiller; aksine özgünlük arayışları içerisinde kaliteli müzik yapma isteği ve bunun getirdiği müzikal bir mücadele ile de karşılaşıyoruz. Provalarda ve sahne arkasında müzisyenlerin notalar, akorlar, ritmik öğeler üzerine yaptıkları fikir alışverişleri ve doğaçlamaları izledikçe tek seferde kaydedilen son performansın son derece kaliteli olmasına şaşırmıyorsunuz. Öte yandan Pakistan müziğinin hayli karmaşık aksak ritimlerine tüm müzisyenlerin oldukça doğal hakimiyetleri “en iyi benim” diyen müzisyenlere (özellikle aksak ritim olarak kıt olan bir kültürden gelen Batılı müzisyenlere) bile parmak ısırtacak cinsten. Kısacası, bizlere güzel müziklerin ne yörelerle, ne kültürlerle, ne de başka herhangi bir farklılıkla sınırlanamayacağını aksine bu farklılıkların müziği ne denli özgün ve özgür kılabileceğini gösteren bir program Coke Studio...
Hindistan: The Dewarists
Hindistan’dan gelen örneğimiz ise nispeten yeni bir program olan The Dewarists. Coke Studio’daki gibi, The Dewarists de farklı tarzlarda üreten, müzisyenlerin bir araya gelerek müzik yapması üzerine kurulu bir program. Öte yandan Dewarists’te müzik tüm bu arayışın son bulduğu nokta değil. Onlara göre asıl önemli olan o müziğe ulaşmak için katedilen yollar; çünkü deneyimler çoğunlukla varılan nokta değil katedilen yollardadır. Ve varış noktası müzik olunca, ne güzel ki, kendimizi asla yola başladığımız zamanki hedefimizde bulamayız.
İkinci sezonuna yeni başlayan The Dewarists, Coke Studio ile kıyaslandığında, var olan müzikleri yorumlamaya değil yeni müzikler yaratmaya odaklanıyor. Programın sunuculuğunu da yapan Amerikalı-Hintli Monica Dogra’yı saymazsak (ki o da şu ana kadar sadece üç parçaya katkıda bulundu), çekirdek bir kadrosu olmadığı için dinlediğimizi müzikler doğrudan müzisyenlerin arka planları, fikirleri ve birbirleri ile etkileşimlerden var oluyor. Bununla bütün bölümler “stüdyoya kapanma” düşüncesinin aksine, Hindistan’ın farklı yöreleri ele alınıyor. Program Goa’nın uçsuz bucaksız plajlarından Racasthan’ın çöllerine, Mumbai’ın organize kaosundan Himalayalar’ın eteklerine seyrederken, bizler de müzisyenlerin bu değişken manzaralardan nasıl etkilendiğini izliyor ve bunların müziğe nasıl yansıdığını duyuyoruz.
The Dewarist’teki müzisyenlerin müzikten sonra buluştukları en büyük payda ise kendilerini yaşamak istedikleri yaşamlarına, herkese rağmen savundukları hayat görüşlerine ve dolayısıyla yapmak istedikleri müziklere adamış olmaları. “Düşük” bir kasta ait olduğu için müzik yapmasına izin verilmeyen, hayatını çalıştığı finans şirketine adadığını farkeden, ailesi için mühendislik okumuş, yurtdışında büyürken çatlağını bulamamış, kimseden destek alamayınca elindeki avucundaki her şeyi müzik yapmaya yatıran, politik görüşleri sebebiyle marjinalize edilmiş insanların hikayesi Dewarists. Ve bu “Dewarist”lerin tamamı tüm yaşadıklarına rağmen arayışlarından vazgeçmemiş; takdir edilmemelerine, en yakınlarının bile keskin baskılarına maruz kalmalarına rağmen, tutkuları için geleceği zorlamış ve hâlâ zorlayan “gerçek” insanlar.
Coke Studio ve The Dewarists bir saatten kısa bölümlerinde, bizlere gitarların ya da sitarların, akorların ya da nağmelerin, “swing”lerin ya da dini müziklerin, yani genel olarak tüm dillerin, kültürlerin kökenlerine çok da ait olmadığını, aksine hepimizin bir hazinesi olduğunu hatırlatıyor. Bu sayede de bizlere zihnimize hapsettiğimiz dünyaların ne kadar küçük ve eksik olduğunu gösteriyor. Peki bizlerin, bu müzisyenlerin hikâyelerinden çeşitlilik dışında öğrenebileceğimiz başka bir şeyler yok mu? Bence var, öncelikle de cesaret. Samimi olmak gerekirse kaçımız bulunduğu toplum, ekonomik durum veya başka incir çekirdeklerinden dolayı hep yapmayı arzuladıklarını ve yaşamak istediği hayatı kovalayabiliyor? Veya sıkıntının çoğunun dışarıdan değil de aslında içimizden, korkularımızdan kaynaklandığının farkında? Bu dediğimi ister masalcılıkla suçlayın, isterse çocuksu bir heves… Fakat, eğer sahiden de yaşayacak bir tane ömrümüz varsa, Dewaristlerin dediği gibi:
Şapgir'de bu hafta;