“Kimsenin güvercin tedirginliğinde yaşamadığı bir ülkeyi hak ediyoruz”

19 Mart’taki şafak operasyonundaki listede adının geçtiğini öğrenen İstanbul Planlama Ajansı Başkanı Buğra Gökçe, kendi iradesiyle ifade vermeye emniyete gitti, 23 Mart’ta adliye koridorlarında tutuklandığı söylenen ilk isimler arasında yer aldı. 2 haftayı aşkın süredir Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Gökçe, Agos’un sorularını yanıtladı, neden tutuklandığını, hakkındaki suçlamaları anlattı.

19 Mart sabahı Türkiye, en büyük kentinin belediye başkanının kapısına polislerin dayandığı haberiyle uyandı. 2019 ve 2024 yerel seçimlerinde açık ara oy farkıyla üç defa belediye başkanlığına seçilen Ekrem İmamoğlu, şafak operasyonuyla gözaltına alınmıştı. Ancak kapısı çalınan yalnızca İmamoğlu değildi. Gözaltı listesinde tam tamına 106 kişi daha vardı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yönetim kadrosundaki birçok isim ve ilçe belediye başkanları bu listeye dahildi. 

İçlerinde dikkat çeken isimlerden birisi de İstanbul Planlama Ajansı Başkanı Buğra Gökçe idi. Buğra Gökçe’nin bir bürokrat olarak yakından tanınmasının birinci sebebi ise İstanbul’un enflasyon oranlarından kamuoyunu haber etmesiydi. 

Bürokrasi kariyerine 1996 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde başlayan Gökçe, daha sonra Çankaya Belediyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde üst düzey çeşitli görevlerde bulundu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle mesaisi 2022 yılında başladı. Genel Sekreter Yardımcısı olarak göreve başlayan Gökçe, ayrıca 2023 yılında İETT Genel Müdürü olarak da atanmıştı. 2024 yerel seçimlerinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı için yarışa katılmak isteyen Gökçe, genel sekreter yardımcılığı görevinden istifa etse de seçimi Cemil Tugay’ın kazanmasının ardından İstanbul Planlama Ajansı’nın başkanı olarak atandı. 

Gökçe’nin adaylık süreci ve sonrasında İPA’daki başkanlığı boyunca kamuoyunu onu yakından tanıdı. 19 Mart’taki şafak operasyonundaki listede adının geçtiğini öğrenen Gökçe, kendi iradesiyle ifade vermeye emniyete gitti, 23 Mart’ta adliye koridorlarında tutuklandığı söylenen ilk isimler arasında yer aldı. 

2 haftayı aşkın süredir Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Gökçe, Agos’un sorularını yanıtladı, neden tutuklandığını, hakkındaki suçlamaları anlattı. 

İBB operasyonu kapsamında neden hedefteydiniz ?

Operasyonun amacı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığını engellemekti. Görüyoruz ki önseçim süreci başlayınca ardı arkasına gelen içeriği boş davalar veya idari eylemlerle Sayın İmamoğlu’nun adaylığına bir bariyer konulmak istendi. Diploma iptali ve arkasından gelen gözaltı ve tutuklama süreci net bir şekilde iktidarın amacını ortaya koyuyor. Bu süreçte Sayın İmamoğlu’nun çevresindeki “kurmay heyeti” diyebileceğimiz yakın çalışma arkadaşları ile birlikte ben de hedef oldum. Zaten savcılık ifadesinde tarafıma sorulan 7 sorunun 6’sında İzmir’de İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterliği görevini yürütüyordum. 1 eylemde ise kanuna uygun bir şekilde açık ihale kararı vermiştim. Yani teşekkür etmeleri gerekirken, bu eylemi tarafıma sordular. Dosyanın içeriğine baktığımızda ise hiçbir arkadaşım için değil tutuklama, gözaltı kararı bile alacak bir şey yok. 2019 - 2024 döneminde 1030 kez teftiş ve incelemeye konu olmuş, hiçbir usulsüzlük veya yolsuzluk bulunmamış bir Belediye Başkanı ve çalışma arkadaşlarına verilen bu kararlar bütünüyle hukuksuz. Dolayısıyla siyasi hedeflere ulaşmak için yargı erkinin araçsallaştırıldığı, adaletsiz bir manzara ile karşı karşıyayız. Bu ilk kez de olmuyor. Daha önce farklı davalarda gördüğümüz uygulama tekrar ediyor. Ancak bu dönem artık bitecek. Milletimiz çok açık bir şekilde adalet ve özgürlük istediği gösteriyor. Hiç kimsenin güvercin tedirginliği içerisinde yaşamadığı bir ülkeyi hak ediyoruz. Adaletin siyasi amaçlara kurban edilmediği, haklının güçlü olduğu bir Türkiye istiyoruz. Buraya da ulaşacağız.

İPA’da açıkladığınız enflasyon rakamları, ekonomik veriler, sizi birçok iktidar yanlısı kurum ve kişinin hedefine koydu. Tutuklanma süreçlerinizde bunların etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

Gazetecilik mesleğini bir partinin siyasi amaç ve hedefleri doğrultusunda propaganda yapmak için kullanan aparatlar var. O aparatların açıklamasına göre evet, temel suçum kamuoyuyla bilimsel veriler paylaşmakmış. Gerçekleri söylediğim için tutuklandım. Bu da şaşırtıcı değil. Otoriter / totaliter rejimler gerçeği sevmez. Gerçeğe bir saygısı da yoktur. Otoriter / totaliter rejimler “anlatıyı yönlendirmek” ister. Fikir özgürlüğünü, toplantı ve gösteri özgürlüğünü yasaklamasının altında yatan ana sebep kamuoyundaki anlatıyı belirleme, hakikat üzerinde tekel kurma talebidir. Tek taraflı bir anlatı ve propaganda ile toplum üzerindeki hakimiyetlerini kalıcı hale getirmek, düşünce ve zihin üzerinde de tahakküm kurmak isterler. Bireyi kontrol etmenin yolu, düşünceyi kontrol etmekten geçer.

Ancak bu çaba hiçbir zaman başarıya ulaşamaz. Bir iktidar ne yaparsa yapsın fiziki gerçekleri değiştiremez. Bu yolla ancak kendi kendisine bir kötülük yapar. Gerçekleri görme ve anlama kabiliyetini kaybeder. Göremediği sorunlar da büyür, halkta mutsuzluk artar ve değişim isteği yükselir. Halbuki sarayın dışında insanlar bir hayat yaşıyor. 4 kişilik bir ailenin İstanbul’da yaşam maliyeti 87 bin liraya çıkmış durumda. Ortalama kira asgari ücret kadar. Asgari ücretli bir çalışan açlık sınırının altında gelire sahip. Uzun yıllardır biriken sorunlar var. Demokrasi işlemediği, kurum ve kurallar erozyona uğradığı için toplum sorunlarını iktidara aktaramıyor. Kamu kurumlarında partizanlık artıyor. Gençler ne sorunlarını ifade edebiliyor, ne geçinebiliyor ne de bir gelecek hayali kuruyor. Her 100 gençten 70’i “Fırsat bulursam yurtdışında yaşamak isterim” diyorsa bir şey değil her şey yanlış demektir.

Bugün Ekrem İmamoğlu ve bizlerin tutuklanmasının bir sebebi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde yapılan hizmet ve uygulamaların AKP’nin ürettiği sanal gerçekliği kırması, anlatıyı yok etmesi, toplumun gerçekliğini de ortaya çıkarmasıdır. Bu dönemde ortaya konulan hizmetler yalnız farklı bir yerel yönetim anlayışının değil farklı bir yönetim anlayışının da mümkün olduğunu ortaya koydu. Aynı anda 10 farklı metro projesini yaparken, bir yandan da sosyal yaralara temas ettik, Kent Lokantaları örneğin kaynakların millet için kullanılabileceğinin bir örneğiydi. Sadece belli sayıda AKP’li Belediye Başkanı’na ayrılmış Florya’daki arazi ve villaların İPA’ya verilmesi ve İstanbul’a hizmet etmeye başlaması yine aynı şekilde millete ait olan kaynakların millete dönüştürülmesinin bir başka örneği oldu. AKP’nin anlatısı da bu uygulamalarla kırıldı.

AKP’nin gerçekte kamu kaynak ve imkanlarını bir avuç zümrenin yararına kullanan, 86 milyona ait kaynakları heba eden bir yönetim pratiği olduğu, oluşan kontrast ile ortaya çıktı. Halk CHP’li belediyelerin pratiği üzerinden daha iyi bir yönetim talep ettikçe de AKP panik oldu. Çünkü Erdoğan’ın artık Türkiye’ye sunabileceği bir hayal, bir model yok. Halbuki Sayın İmamoğlu şahsında biz yeni bir hayal, yeni bir model sunuyoruz. Erdoğan da bu yarışı kazanamayacağını biliyor. Bunu bildiği için de faul yaparak iktidarda kalmaya çalışıyor. Halbuki şunu anlaması lazım, hakim olan da hakem olan da millet. Faul yaptığını herkes görüyor. Neticede maçın sonucunu millet belirleyecek. Sandık geldiği anda da Cumhuriyet tarihimizdeki bu anomi, bu parantez bitecek.

İBB’de görevde olmadığınız döneme dair suçlamalarla karşılaştınız. Emniyet, savcılık ve hakim sorgunuzda suçlamaları düşürecek ifadeler verdiğiniz halde tutuklusunuz? Tüm bu operasyonun hedefi neydi ? Siz neden tutuklandınız ?

Eğer bu yargılamalar hukuki bir zeminde olsaydı, yargı bağımsız ve tarafsız olsaydı değil tutuklanmak şu an başta başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu olmak üzere hepimiz özgürdük. Sadece biz değil Tayfun Kahraman da özgürdü, Selahattin Demirtaş da özgürdü, Osman Kavala da özgürdü, Ümit Özdağ da özgürdü. Neden tutukluyuz sorusunun cevabı, esasında, neden Türkiye’de gıda enflasyonu dünya rekoru kırıyor, neden insanlar ay sonunu getiremiyor, neden bizim şehirlerimizin afet direnci yüksek değil, neden 7 şiddetindeki bir depremde 50 bin vatandaşımız hayatını kaybediyor, neden Hrant Dink’in katillerinin gerçek failleri bulunmuyor, neden Uğur Mumcu cinayeti hala aydınlatılmıyor, neden Çorlu Tren Kazası’nda bir tane yetkili sorumlu çıkmıyor gibi soruların cevabıyla aynı. Türkiye akla, bilime, demokrasinin temel ilkelerine aykırı şekilde yönetiliyor. Tanzimat’tan beri bu topraklarda en azından bir kanun devleti vardır. Bu bile ortadan kalkmış, gerçek manada bir keyfi yönetim rejimi kurulmuş durumda. Kimsenin can ve mal güvenliği yok. Hiçbir bakan “ben görevimi iyi yaparsam, işimi iyi başarırsam görevde kalırım” diyemiyor. Onlar da korkuyor. Korktukları için açıklama yarışına giriyor. Kendi sadakatlerini otoriteye ispatlamaya çalışıyor. İş insanları, sanatçılar, yazarlar hedef gösteriliyor, işsiz bırakılıyor, ifadeleri nedeniyle gözaltına alınıyor.

Keyfi yönetim aynı zamanda bir baskı rejimidir. Keyfi yönetmek için hukuku yok etmeniz de yetmez, hukuku yok edenler eliyle insanlar üzerinde korkunç bir baskı da üretmeniz gerekir. Bunun bedeli var mıdır? Vardır. Biz de bugün bu bedeli ödüyoruz. Başkaları da başka şekillerde bedel ödüyor. Ancak şunun altını çizmem lazım. Eskisinden çok daha inançlı, çok daha azimli ve kararlıyız. Bu ülkenin insanları korkmadan yaşamayı hak ediyor. 86 milyon korkmadan konuşacak, korkmadan çalışacak, korkmadan haklarını kullanacak. Efendim “Anayasada bu hak yazıyor ama kullanırsam başıma bir şey gelir mi?” Gelmeyecek. Efendim “Hükümeti eleştirirsem kapıma maliyet müfettişleri dayanır mı?” Dayanmayacak. Bu ülkenin sokakları biber gazı değil özgürlük kokacak. Bu ülkenin yargısına vatandaşların hepsi inanacak. Hakimler, savcılar talimat almayacak, evrensel kriterlerde yargı hizmetini sunacak. Türkiye’nin kaynakları bir küçücük zümreye değil 86 milyon için harcanacak. Kamuya akıl, bilim ve liyakat hakim olacak. Çünkü bundan başka yol yok. Çok net söylüyorum başaracağız. Bugün Silivri müstakbel Cumhurbaşkanı’nın çalışma ofisidir. Gün sayıyoruz. Çalışmaya devam ediyoruz. Kavuşacağız.

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında