Ermenistan-Türkiye “normalleşme” süreci, karmaşık seyri nedeniyle hiçbir zaman kolay bir süreç olmadı ve her zaman ilerleme ve gerilemelerle dolu bir süreç olageldi. Ancak son dönemde yaşanan iki gelişme, normalleşme sürecinin başarıya ulaşması için yeni bir iyimserlik havası ve gerçek bir ivme sağladı. Her ne kadar bu iki gelişmenin zamanlaması daha ziyade bir tesadüf olsa da, birbirleriyle ilintili olup her biri ayrı bir önem taşıyor.Paşinyan'ın son açıklamalar bile ülke içinde kayda değer bir öfke ya da tepkiye yol açmadı. Başbakanın sözlerine yönelik olumsuz tepkiler büyük ölçüde bir grup Ermeni tarihçi ve siyasi muhalif grup arasında yoğunlaştı, ancak kamuoyunda ciddi bir tepkiyi tetiklemedi. Ermenistan- Azerbaycan anlaşmasının temel zayıflığı ise, herhangi bir uluslararası gözetimin ve uluslararası garantinin olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu da herhangi bir imza töreninin “ertesi günü” dahi ortada bir risk olduğu anlamına gelmektedir.
Bu iki gelişmeden ilki, Ermenistan hükümetinin Türkiye'den bir grup önde gelen gazeteciyi davet etmesi ve ağırlamasıydı. Ziyaret Ermeni tarafınca, Ermenistan'ın Türkiye medyasındaki imajını şekillendirmeye ve geliştirmeye yönelik daha geniş bir girişimin parçası olarak düzenlendi.
Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, kendisini ziyaret eden Türkiye’den gelen gazetecilerle yaptığı görüşmede, hem Türkiye ile ilişkiler hem de Ermenistan'ın Azerbaycan ile savaş sonrası müzakereleri de dahil olmak üzere hükümetinin daha geniş kapsamlı konulara ilişkin politika ve perspektifleri hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Bu uzun toplantı esnasında Ermenistan Başbakanı, özellikle Ermeni soykırımı meselesine ilişkin görüş ve tutumuyla ilgili samimi ve zaman zaman tartışmalı yorumlarda bulundu.
Ermenistan Başbakanı, Soykırım anlatısına meydan okuyor
Paşinyan özellikle “Resmi pozisyonumuz Ermeni soykırımının uluslararası alanda tanınmasının bugün dış politika önceliklerimiz arasında yer almadığı yönündedir” diyerek Soykırım konusunun uzun zamandır Türkiye ile yapılan görüşmelerde yer almadığını vurguladı. Üçüncü ülkelerde soykırımın tanınması için yürütülen kampanyaların etkilerine de değinen Başbakan Paşinyan “Uzak bir ülkenin parlamentosu veya hükümeti bir karar aldığında, biz bu karardan büyük bir ilham alıyoruz. Bizim gerçekliğimizde durum budur ve bunda gizli bir şey yok. Ancak bu tür kararlar alındığında ve o kararın getirdiği coşku ya da sevinç kaybolduğunda, bir sonraki anda şu soru ortaya çıkıyor: Bu karar bizim yakın çevremizle olan ilişkilerimiz açısından bize ne sağlıyor? Yakın çevremizde gerginlikler yaşadığımızda, bu gerginlikler ülkemizde, bölgemizde istikrar, barış vb. konulara ne ölçüde katkı sağlıyor?" dedi.
Bu yorumların doğrudan ifade ediliş biçiminin ötesinde, Paşinyan'ın bu konudaki pozisyonu yeni değil. Zira bu görüşmedeki açıklamalar, Ermenilerin 1915'te “ne olduğunu anlamaları” ve uluslararası soykırımı tanıma çabalarının arkasındaki motivasyonu kavramaları gerektiğini savunan, Ocak 2025’te yaptığı konuşma dahil, Paşinyan’ın önceki demeçlerini yansıtır nitelikte.
Ancak bu son açıklamalar bile ülke içinde kayda değer bir öfke ya da tepkiye yol açmadı. Başbakanın sözlerine yönelik olumsuz tepkiler büyük ölçüde bir grup Ermeni tarihçi ve siyasi muhalif grup arasında yoğunlaştı, ancak kamuoyunda ciddi bir tepkiyi tetiklemedi.
Ermenistan-Azerbaycan “Barış Anlaşması”nda kaydedilen önemli ilerleme
Ancak Ermenistan ve Türkiye arasındaki ilerlemenin itici gücü olması sebebiyle daha da büyük önem taşıyan ikinci bir gelişme yaşandı. Bu kayda değer gelişme, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki ikili barış anlaşması taslağının metni üzerinde bir anlaşmaya varıldığının aniden duyurulmasıydı.
Ermenistan ve Azerbaycan arasında ikili bir barış anlaşması üzerinde anlaşmaya varıldığının aniden duyurulması göründüğünden daha az şaşırtıcı. Esasında hem Ermeni hem de Azeri taraflar bir süredir bu anlaşma üzerinde hassas ve zorlu müzakereler yürütüyordu. Daha önce hedeflenen iki tarihin hiçbir ilerleme kaydedilmeden geçmesinin ardından, bu son atılım, metnin üzerinde anlaşmaya varılamamış iki maddesinin de nihai olarak çözüme kavuşturulmasıyla gerçekleşti.
Dahası, bu anlaşma iki nedenden ötürü gerçek bir atılım olarak değerlendirilebilir. Öncelikle, olumlu anlamda diplomasinin silah gücüne tercih edilmesinin bir teyidi niteliğindedir ve Azerbaycan tarafının Ermenistan'a yönelik önceki tehdit söylemini azaltma ve gerilimi düşürme yönünde bir hamlesi olarak görülebilir.
Bu anlaşmanın önemli bir atılım olmasının ikinci bir nedeni de, Ermenistan ve Azerbaycan için aynı derecede zorlu bir konu olan sınırların belirlenmesine ilişkin yakın zamanda yeniden başlayan paralel görüşmeleri takip etmesi. Diğer taraftan, özellikle Azerbaycan'ın Eylül 2023'te Ermeni nüfusu silah zoruyla sürmesinin ardından Karabağ'ı geri almayı başarmış olması sebebiyle, bu anlaşmanın Dağlık Karabağ meselesiyle pek de bir ilgisi bulunmuyor.
Aynı zamanda, bu anlaşmanın temel zayıflığı, herhangi bir uluslararası gözetimin ve uluslararası garantinin olmamasından kaynaklanmakta. Bu da herhangi bir imza töreninin “ertesi günü” dahi ortada bir risk olduğu anlamına gelmektedir. Gerek anlaşma metninin hazırlığı gerekse bu süreçteki görüşmeler kapalı ve gizli ortamlarda yürütüldüğü için yeni anlaşmanın ayrıntılarına ilişkin çok az şey bilinmiyor. Ancak, genel itibariyle, anlaşma metninin karşılıklı olarak toprak taleplerinin reddedilmesine dayalı olarak ülkeler arasındaki ilişkilerin “normalleşmesini” öngördüğü bildiriliyor.
Ancak burada dikkat çekici olan husus, anlaşma metninde neyin eksik olduğu. Daha spesifik olmak gerekirse, Dağlık Karabağ'a gerçek veya güçlü anlamda herhangi bir atıfta bulunulmaması, Ermenistan'ın mevcut durumdaki kayıpları ve zayıflığına dair bir gerçek gösterge. Daha ziyade, Ermenistan'ın Karabağ'a ilişkin uluslararası hukuki talep ve davalardan vazgeçme yönünde verdiği taviz, Karabağ meselesinin daha da zayıfladığına ve Azerbaycan'ın Karabağ'ı güç kullanarak geri alma konusundaki askeri zaferinin fiilen onaylandığına işaret etmekte.
Ermenistan ve Türkiye için sırada ne var?
Bu aşamada varılan anlaşma ne kadar önemli olursa olsun, asıl sınavın barış anlaşmasının şartlarının hayata geçirilmesinde yattığı da bir o kadar açıktır. Söz konusu barış anlaşmasının Azerbaycan için yeterli bir zafer olup olmayacağı ya da Azerbaycan'dan Ermenistan'a yönelik tehditlerin devam edip etmeyeceği yanıtsız kalan kilit sorular. Sınırların belirlenmesi, karayolu ve demiryolu bağlantılarının yeniden tesis edilmesi gibi hassas meseleler çözüme kavuşturulmadığı için bir sonraki sınama adımı olarak muhtemelen Azerbaycan bu konulardaki maksimalist taleplerine odaklanacaktır. Her ne kadar gerilimin devam edeceğine dair gerçekçi tahminler olsa bile, bu anlaşma savaş sonrası Güney Kafkasya'da bir dönüm noktası olabilir.
Anlaşma aynı zamanda Ankara'ya Yerevan ile kendi “normalleşmesini” gerçekleştirmesi için yeni bir fırsat sunuyor. Ermenistan ve Azerbaycan arasında kaydedilen bu ilerleme sadece Erdoğan hükümetinin sürece devam etmek için aradığı “siyasi kılıf” niteliği taşımıyor, aynı zamanda Ankara'nın Ermenistan sınırını kapalı tutmaya devam etmesi ve Yerevan ile diplomatik ilişkileri reddetmesi için her türlü gerekçeyi ortadan kaldırıyor.
(Richard Giragosian, Ermenistan'ın başkenti Yerevan’da bağımsız bir düşünce kuruluşu olan Bölgesel Araştırmalar Merkezi'nin –RSC- Direktörüdür.)