Bir süredir 100. yıla ilişkin bir değerlendirme/yaklaşım kitabı okuyorum ve kitabı bitirdiğimde bunu Agos okurlarıyla da paylaşmak istedim. Erdoğan Aydın'ın yazdığı, SRC Kitap'tan çıkan "Yanlış İliklenen Düğme".
Egemen tarih yazınının pek çok temel konusunda önemli kritiklere imza atmış olan Erdoğan Aydın, “Yanlış İliklenen Düğme” ismiyle yayınlanan yeni kitabında Cumhuriyet’in kuruluş sürecine ilişkin oldukça kapsamlı bir 100. Yıl muhasebesi gerçekleştirmiş. Ancak kapsamından çok ilgimi çeken şey, diğer 100. Yıl analizlerinden ayrımla durduğu yer. Her kimlikten emekçi sınıflar yanında Kürtleri, Çerkesleri, Hıristiyanları ve Alevileri kapsamak üzere, deyim uygunsa “kimsesizlerin” hak ve özgürlüklerini esas almak üzere bütüncül bir adalet savunusu geliştirmiş bir çalışma örneği karşısındayız.
Yazar, bu savunu halini, “Bu kitap, resmî tarih yazımınca yapılagelen büyük haksızlığı gidermeye, yani tarihte görünmez kılınanların hak ettikleri gibi görünür kılınmasını, iftiraya uğramış olanların da savunulmasını amaçlıyor. Bu bağlamda hem tarih bilincimizin bütünlüklü hale gelmesini hem de bugüne kadar ne denli manipülatif tarih yazımları okutulduğumuz gerçeğini aydınlatmaya çalışıyor” diyerek, tarih yazımı alanına da yansıtmış.
1920 "koşulları"
Bu özgülde Tarihin, adeta demokratik bir cumhuriyet hayalinden geriye bakarak, geçen 100 yılımız ve bugünümüzün niçin bu denli sorunlu olduğunun tarihsel nedenlerini belirginleştirmek arayışıyla okunması örneği karşısındayız. Bu kapsamda yazar, kendisi yanında okuru da uyararak ilerliyor:
“Cumhuriyet’i demokrasi ölçeğinde sorgulamanın anakronik olacağı, çünkü o koşullarda bunun imkânsız olduğu şeklindeki yaygın iddia, tüm sorgulamalarımda kulağımıza küpe olsun. Çünkü bu iddianın kendisi olgulardan ve ciddiyetten uzak olsa da inananlarının yaygınlığı nedeniyle ciddiye alınmayı gerektiriyor.”
Gerçekten de “Yanlış İliklenen Düğme”nin temel iddia ve özgünlüklerinden biri, 1920 koşullarında demokrasinin büyük imkânlarına ilişkin olgusal verileri önümüze koymasıdır. “Demokratik Cumhuriyetin İmkânları ve Tasfiyesi” başlıklı bölümde, neredeyse 400 sayfa boyunca ve farklı başlıklar altında bu yargısının kanıtlarını ortaya koyuyor. Bu bağlamda kitap, “O dönemde pekâlâ uygulanabilir olan demokrasinin tasfiye edilmiş olmasının, zorunluluklardan değil, egemen tercihlerin sonucu olarak şekillendiğini, yani ilk düğmenin egemen iradenin tercihiyle yanlış iliklendiğini gösteriyor. Kuruluş döneminde yapılan bu tercihlerin, “gericiliğin tasfiyesi için zorunlu bir otoriterlik” olmadığını, aksine otokratik bir yönetim (ve tabii hızlandırılmış bir sermaye birikimi) için yapıldığını belirginleştiriyor.”
Devletin kendi milleti ve ülkesi

“Gayrimüslim halkların tasfiyesi sonrasında Alevi, Kürt, Çerkes, Arap vd. renkleri de Sünnileştirme ve Türkleştirme baskısıyla yok etmek, emekçilere ise kendilerini savunma imkânı vermemek eksenli bu bir’leştirme ve modernleştirme hali, yani Talat Paşa/Ziya Gökalp ekibinin yarım kalmış işlerinin tamamlanma süreci, 'devletin kendi milleti ve ülkesini' yaratma hali karşısındayız.”
Kuşkusuz bu noktada kitabın, hem Ermenilere hem de Alevilere özel bir bölüm açılmaması anlamında eksikliği de vurgulanmalı. Bununla birlikte kitabın önümüze koyduğu programatik bakışın, Ermenileri, Rumları, Süryani ve Yahudi halkını, keza hala ağır bir asimilasyon cenderesi altında olan Alevi halkı da emekçiler ve Kürtler gibi kucaklayan bir mantık bütünlüğü sergiliyor.
Emeğin hakları
Kuruluş dönemini sorgulayıcı bir yerden irdeleyen diğer kitaplardan ayrımla “Yanlış İliklenen Düğme”, emeğin hakları konusunda çok özel bir hassasiyet sergilemiş. Yazarın hayat karşısındaki duruşunun yansıması olmalı, herhangi bir liberal-demokrat sorgulama kitabından ayrımla Cumhuriyetin emek karşısındaki negatif tutumunun belirginleştirilmesine “Emek ile Sermaye Arasında Cumhuriyet” ana başlığı altında geniş (s.400-511) bir bölüm ayırmış. 1) Rejimin Emek Karşıtı Kurumsallaştırılması, 2) Cumhuriyet Sol Siyasete Nasıl Davrandı?, 3) Mustafa Suphilerin Katlinin Neden ve Sorumluluğu” alt başlıkları altında emek ve siyasal örgütlerinin Cumhuriyet’e giden süreçte nasıl bir felakete uğratıldığının çarpıcı bir çetelesi çıkarılmış. Bu kapsamda emek haklarının tasfiyesi ve toprak reformunun geçiştirilmesiyle sergilenen egemen sınıf kararlılığıyla, sonraki 100 yıllık toplumsal muhafazakârlığın gücü arasında da neden sonuç ilişkisine dikkat çeken E. Aydın, olgular eşliğinde ayrıntılandıracağı gibi şöyle yazacaktı:
“Sultanın egemenliği ve İngiliz işgali koşullarında bile kutlanabilen 1 Mayıs’ın, yapılabilen grevin, sendikalaşmanın, mitingin, sosyalist partileşmenin Cumhuriyet sonrasında yasaklanacak olması ise tam bir ironi örneğiydi. Ancak daha en baştan kendine emek karşıtı bir güvenlik çemberi kurarken sermayeye teşvik üretme hassasiyeti zirvede bir kurumlaşmaya gidilecekti. Yani sözde 'kulluktan vatandaşlığa geçmiştik' ama en basit vatandaşlık haklarımızı kullanamaz hale gelmiştik. Kendine sosyal dayanak arayışından, örneğin emekçilerin bir cumhuriyete geçmiş olma özgüveni ve aidiyet hissi edinmelerini hissettirmekten, toprak reformuyla köylünün yerel egemenlerinden ve feodal değerlerden bağımsızlaşıp yüzünü Cumhuriyet’e dönmesini sağlama duyarlılığından uzak durulacak, dolayısıyla gerçek bir cumhuriyete dönüşebilmek için gerekli toplumsal katkı da alınamayacaktı.”
Kürtler ve diğerleri
Kitabın bir diğer temel irdeleme alanını da, Kürtlerin, Milli Mücadele’nin ilk kurumlaşabilme ve kazanılabilmesini sağlayan kardeşlik taahhüdünden emperyalistlerle paylaşılma ve inkârına uzanan çarpıcı hikâyesi ve bunun Türkiye’yi demokrasisizliğe ve toplumsal zehirlenmeye mahkûm etmesi oluşturuyor. Bu bağlamda gerçekten de “kimsesizlerin kimsesi olma zorunluluğundan uzak, ama halkın kontrolü, güdülmesi ve söz dinlemeyince de tenkil edilmesi eksenli bir ‘Cumhuriyet’imiz olacaktı.”
“Kardeşlikten İnkâra Cumhuriyet’in Kürt Politikaları” başlığı altında irdelenen Kürt sorunu, “1) Millî Mücadele, Kürtlere Eşitlik Vaadiyle Biçimleniyor, 2) Öz kardeşlikten Emperyalizmle Paylaşıma ve İnkâra Geçiş, 3) 1925 İsyanının Asli Nedeni ve Niteliği” başlıkları altında irdelenecek ve “4) Şeyh Sait Üzerinden Yeni Türkiye’nin Şekillendirilişi” başlığı altında da Şeyh Sait’in Takrir-i Sükûn rejimine geçiş için nasıl araçsallaştırıldığının çarpıcı hikâyesi anlatılacaktı.
Atatürk'ün Cumhuriyeti
Kitabın önemli vurgularından bir diğeri de Cumhuriyet öncesi başlayan otokratik kurumlaşmanın, Cumhuriyet’in ilanı ile anayasal niteliğe yükseltilmesinin gösterilmesi oluyor. Yinelenen örneklerle gösterdiği gibi, “bu Cumhuriyet, Vahdeddin veya Sultan Reşad’ın aklından bile geçiremeyeceği, ancak Fatih, Yavuz, Kanuni, II. Mahmud ve II. Abdülhamid gibi sultanlarla kıyaslanabilir düzeyde, tüm iktidarın tek elde toplanacağı ve kendini denetlettirmeyeceği otokratik bir karakterde şekillenecekti. Bu anlamda ‘herkesin’ olmakla belirlenen cumhuriyet standardından temel ayrımla, herkesin değil, ‘Atatürk’ün cumhuriyeti’ olacaktı.”
Gerçek bir Cumhuriyet programına yönelmek gerek
Girişinde yaptığı özetlemede şöyle diyor E. Aydın:
“Ayrıntılara girildikçe görülecektir ki bize ezberletilenlerin aksine, 'ilericiler ve gericiler' eksenli bir indirgemecilikle anlaşılamayacak bir tarihsel gerçeklik karşısındayız. Bu bağlamda bizi, Atatürkçülerin dışındakilerin 'gericiliğine', 'hainliğine' vb. koşullayan yaklaşımlar tarihsel gerçeklik değil, toplumun güdülmesi için yapılan kurgular oluyor. Dolayısıyla Cumhuriyet’i demokrasi ekseninde irdelediğimiz oranda, bizi gerçek bir cumhuriyet ve doğru bir laiklik kavrayışından uzaklaştıran ezberlerimizden de özgürleşebileceğimizi göreceğiz. Bu kitap tam da bunu yapmaya çalışıyor. Bunu başardığı oranda demokrasinin imkân ve dinamiklerinin, hızlandırılmış bir kapitalist modernleştirme programına nasıl kurban edildiğini gösteriyor. Bu bağlamda yüzyıl sonra geldiğimiz ve mevcut Cumhuriyet’in kısmi kazanımlarını bile tasfiye eden yeni statükonun aşılmasını, onun kuruluş konseptine geri dönüşte arayan ulusalcı yaklaşımlardan temel ayrımla, hayat bizden devrimci bir açılım, yani demokratik, gerçekten laik ve sosyal bir cumhuriyet programına yönelmemizi bekliyor.”
Kitabın demokratik bir tarih bilinci oluşturmasındaki etkisini anayasa yapım ve değişimine ilişkin bölümlerinde de göreceğiz. Nitekim “yerelci, çoğulcu, özerklikçi (dolayısıyla milletin) 1921 Anayasası, güç dengelerinin tek elde toplanmasına bağlı olarak merkeziyetçi ve tek kimlikçi (Atatürk’ün) 1924 Anayasası’yla değiştirilecekti” şeklinde belirttiği yargısını, ilgili bölümlerde anayasaların kıyaslamalı irdelenmesiyle belirginleştirecekti.
Resmi tarih yazımın üzerimizdeki etkileri
E. Aydın’ın kendini de sorgulayarak ilerleyen entelektüel tarihi açısından yakaladığım ilginç bir saptamayı da burada aktarmadan geçmeyeyim:
“Bu noktada itiraf etmeliyim ki 100. yıl muhasebesi için çalışmaya başladığımda, kitapta görülecek olan netlikten yoksundum; öyle ki bu denli derin bir eleştiriye yöneleceğimi de düşünmemiştim. Emek ve Kürt Sorunu konusunda kafam burada ifade ettiğim şekilde net olsa da, siyasal tarihin şekillenişinde Kemalizm’in, “ortamını kuşatan gericiliği gerileterek ülkeyi ileriye taşıdığı” fikrine daha yakındım. Geçmiş analizlerimde de görülebileceği gibi saltanatın ve hilafetin tasfiye edilip Cumhuriyet’in kuruluşunun da bu bağlamda doğru algılanabileceği eğilimindeydim. Ancak çalışmam ilerledikçe bu fikrim değişti. Ayrıntılı gerekçelendirmelerimde de görüleceği gibi, eski yargılarımın, dönemin gerçekliği değil, resmî tarih yazımının üzerimdeki etkileri olduğunu gördüm. Dolayısıyla bu çalışma beni de netleştirip ileriye taşıyan işleviyle benim açımdan da özel bir öneme sahip.”
Fikret Başkaya'nın değerlendirmesi
Kitaba ilişkin irdelememi, 90’ların başında “Paradigmanın İflası” kitabıyla düşünsel ezberlerimizi çürütüp, Cumhuriyet’e ilişkin algımızı yeniden yapılandıran düşünürlerden Fikret Başkaya’nın değerlendirmesiyle bitireyim:
“Yetkin bir tarihçi ve sosyal analist olan Erdoğan Aydın, elinizdeki bu kitapta, ‘milli mücadele’ dönemi ve akabinde yaratılan Türkiye’nin harika bir tahlilini yapıyor. Bu tahlili, Cumhuriyet’in “kimsesizlere” karşı nasıl kurumlaştığının çarpıcı bilgisiyle tamamlıyor. Resmî tarihin tevatürlerini birer birer ifşa ediyor… Tek parti-tek adam iktidarına giden yolun taşlarının nasıl döşendiğini gösteriyor… Türkiye’nin yüzyıldır niçin demokratikleşemediği sorununu aydınlatıyor. Bu kitabı büyük zevk alarak okudum ve doğrusu çok şey öğrendim. Tartışmasız bu güne kadar yazılmış en kapsayıcı resmî tarih eleştirisi demek de mümkün…”
KİTAP KÜNYE
Yanlış İliklenen Düğme: Geçmişle Gelecek Arasında Cumhuriyet, Erdoğan Aydın, SRC Kitap, 680 sayfa