İnanç Özgürlüğü Girişimi'nin yayımladığı "Türkiye'de İnanma(ma) Hakkı" raporuna göre, Türkiye’de inanma, inanmama veya "ana akımdan" farklı inançlara veya görüşlere sahip olma özgürlüğü ciddi müdahaleye uğruyor.
Norveç Helsinki Komitesi, İnanç Özgürlüğü Girişimi, "Farklı Boyutlarıyla Türkiye'de İnanma(ma) Hakkı: İnsan Odaklı Bir Değerlendirme" isimli yeni raporunu yayımladı. Rapor, Türkiye'de inanma, inanmama veya "ana akımdan" farklı inançlara sahip olma özgürlüklerine dair incelemede bulunuyor.
Dr. Mine Yıldırım, Rümeysa Çamdereli ve Prof. Dr. Tolga Şirin'in kaleme aldığı rapor; inanma(ma) hakkına dair genel bir değerlendirmenin yanı sıra eğitim sisteminde inama(ma) hakkını ele alıyor. Ayrıca, zorlamaya tabi tutulmama hakkını ve inanç özgürlüğü ile ifade özgürlüğü kesişiminde ortaya çıkan meseleleri inceliyor.
Rapora göre, Türkiye'nin uluslararası insan hakları yükümlülükleri ve ulusal mevzuat düşünce, vicdan, din veya inanç özgürlüğü için kapsamlı koruma gerektiriyor. Ancak "ana akımdan" farklı inançlara sahip olan veya inanmayan kişiler, hayatın birçok alanında insan haklarına yönelik ciddi müdahalelerle karşılaşabiliyor.
Raporda öne çıkan bulgular
İnanma(ma) özgürlüğü: Ateizm ve agnostisizm gibi görüşleri benimseyen, ana akım dinsel öğretiden farklı inanan veya İslam’dan farklı bir dine geçen kişiler; ayrımcılık, damgalanma, toplumsal baskı veya insan haklarına yönelik engellemelere maruz kalabiliyor. Nüfus kayıtlarındaki din hanesi dinini açıklamama hakkını ihlal ediyor. Askerlik hizmetine karşı vicdani ret hakkı tanınmıyor ve bu durum vicdani retçilerin düşünce, din veya inanç özgürlüğünün yanı sıra birçok insan hakkına müdahale oluşturuyor. Ateistlerin öldükten sonra yakılmaya dair talepleri yasal bir engel olmamasına rağmen fiilen engelleniyor. Anayasal güvencelere rağmen Ateizm Derneği'nin gösteri ve yürüyüş yapma özgürlüğünün engellenmesi ve dernek üyelerine yönelik sistematik davalar, inanmayanlara yönelik baskının çarpıcı bir örneğini oluşturuyor. Laiklik ilkesi Anayasa'da güçlü bir şekilde tesis edilse de devlet hem İslam hem de diğer din veya inançlarla ilgili konulara yaygın bir şekilde ve derinlemesine müdahil oluyor.
Eğitimde inanma(ma) özgürlüğü: Milli eğitim sisteminde belirli bir dini merkeze alan uygulamalar, inanmayanların veya eğitim sisteminde sunulan dinî öğretilerden farklı inananların inanç özgürlüğüne müdahale oluşturuyor. Bu uygulamalar karşısında isteğe bağlı muafiyet hakkı sağlanmıyor. Çocuğun düşünce, vicdan ve din veya inanç özgürlüğü ve ebeveynler ile yasal vasilerin çocuklarını kendi felsefi veya dinî görüşlerine göre yetiştirme hakkı, bu bağlamda öne çıkıyor. Zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi, din veya inanç özgürlüğünün sistematik bir şekilde ihlal edilmesine neden oluyor. Kamu kaynakları ağırlıklı olarak İslam dini odaklı eğitim öğretim faaliyetlerine ayrılıyor ve böylece devletin tüm dinler ve inançlar karşısında eşitlik ve tarafsızlık ilkelerini gözetme yükümlülüğü zedeleniyor.
Zorlamaya tabi tutulmama özgürlüğü: Kişinin kendi tercihiyle bir din veya inanca sahip olma ya da bunu benimseme özgürlüğünü zedeleyecek bir zorlamaya tabi tutulmama özgürlüğü mutlak bir hak. Buna karşın kamu kurumları, aile ve din veya inanç grupları içinde müdahaleye uğrayabiliyor. Bu konuda özellikle kadınlar, çocuklar ve gençler gibi kırılgan gruplara mensup kişilerin tanıklıkları dikkat çekiyor. Zorlamayla sonuçlanan dinî baskı ve şiddet vakalarının yaygınlığı; toplum ve kurumlarda bireysel iradeye saygının geliştirilmesi, hesap verebilirlik, şeffaflık ve zorlamaya zemin hazırlayan ortamların düzenlenmesi ile denetimi konusunda yapısal eksiklere işaret ediyor.
İfade özgürlüğü ve inanç özgürlüğü: Dine ve uygulamada İslam dinine veya onunla ilişkili kurumlara yönelik eleştirel söylemin suç sayılması din veya inanç özgürlüğü ve ifade özgürlüğü kesişiminde hayati bir müdahale alanı oluşturuyor. Her türlü dinsel eleştiri; kolaylıkla soruşturma, kovuşturma ve hatta cezaya tabi olabiliyor. Özellikle TCK 216 (3)'ün uygulanma pratikleri ve RTÜK kararları dine dair eleştirilerin ifade edilmesi için caydırıcı bir etki yaratıyor.
Neler yapılmalı?
Raporda, ele alınan ihlallerin önüne geçilebilmesi için insan hakları standartlarıyla uyumlu ve çok yönlü bir yaklaşım gerektiği vurgulanıyor. Bu doğrultuda bazı somut öneriler şöyle:
-Din veya inanç ile ifade özgürlüklerine yönelik ulusal mevzuat ve uygulama, uluslararası insan hakları hukukuna uygun hâle getirilmeli.
-Ana akım dinsel öğretiden ve uygulamalardan farklı veya din dışı görüşleri benimseyen kişilerin din veya inanç özgürlüğünü korumak için gerekli tedbirler alınmalı.
-Kamu kurumlarında, ailede, din veya inanç topluluklarında ve işyerlerinde yaşanan din veya inanç özgürlüğüne dair sorunlarla mücadele etmek amacıyla ilgili tüm alanlarda önlemler geliştirilmeli.
-Askerlik hizmetine karşı vicdani ret hakkı, uluslararası insan hakları hukukuna uygun bir şekilde tanınmalı.
-Nüfus kayıtlarındaki din alanı kaldırılmalı.
-Belediyeler, kişilerin öldükten sonra yakılma taleplerinin yerine getirilmesi için gerekli adımları atmalı.
-Eğitim sisteminde çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü destekleyecek düzenlemeler yapılmalı.
-Din veya inanç topluluklarının faaliyetlerini şeffaflıkla yürütmelerine imkân tanıyacak tüzel kişilik statüsüne sahip olmaları sağlanmalı.
-Dinî baskı, zorlama ve şiddetle mücadele etmek için yasal düzenlemeler, denetimler ve güvenlik önlemleri güçlendirilmeli. Ayrıca erişilebilir ihbar mekanizmaları ve çok boyutlu mağdur destek hizmetleri sunulmalı. Özellikle kadınlar, çocuklar ve gençler gibi daha kırılgan grupların korunması için çok yönlü tedbirler alınmalı.
-İfade özgürlüğüne yönelik önemli bir müdahale aracı olan TCK 216, ifade özgürlüğünü korumak amacıyla gözden geçirilmeli; Devlet Memurları Kanunu ve Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'a ifade özgürlüğü güvencelerini içeren eklemeler yapılmalı.
Raporun tamamına BURADAN erişilebilir.