Mardin, turizm piyasasına çokkültürlülük sloganıyla girmiş olsa da, biraz olsun yakından bir bakış, bu ambalajın yaldızlarının kolayca döküldüğünü gösteriyor. Mor Gabriel Manastırı’na reva görülen muamele, bunun en yakın örneği.
ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr
Mardin, turizm piyasasına çokkültürlülük sloganıyla girmiş olsa da, biraz yakından bir bakış, bu ambalajın yaldızlarının kolayca döküldüğünü gösteriyor. Türk, Kürt, Arap, Süryani nüfusun yan yana yaşadığı kent, Anadolu’nun pek çok şehrine kıyasla gerçekten kozmopolit sayılsa da, bu birlikteliğin hayli hassas bir denge üzerine kurulu olması, çizilen resmin gerçeği pek yansıtmadığını açık ediyor.
Mardin’de halen yaşayan az sayıda Süryani’nin karşı karşıya kaldığı sorunlar, bu durumun en somut örneği. Mor Gabriel Manastırı’na açılan davalar, 1615 yıldır aynı yerde olan bir manastırı “işgalcilik”le suçlayan kararlar, yerel güç odakları olan ağaların, korucuların ve politikacıların gösterdiği tutumlar; siyasi iktidarın sorunun çözümü için adım atmaktan kaçınması, vaziyetin pek de iç açıcı olmadığını gösteriyor.
Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği Mardin Konferansı sayesinde yaptığımız Mardin ziyaretini fırsat bilip, Tur Abdin Metropoliti Mor Samuel Aktaş’ın misafiri olduk. Rahatsızlığına rağmen bizi ağırlayan ve zaman ayırıp bilgilendirme inceliğini gösteren Mor Samuel, bir hayli huzursuz, ancak baskılara boyun eğmeme konusunda kararlıydı.
Mor Gabriel Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün ve din adamlarıyla sohbetimizden çıkan sonuç, Süryani cemaatinin, açılan davaları, yöredeki Süryani varlığına karşı topyekûn bir taciz olarak gördüğü.
Mor Gabriel’le ilgili üç dava halen sürüyor. Bunlardan ilki, yöredeki üç köy ile olan arazi itilafına dayanıyor. İkinci dava, Kadastro çalışmaları sırasında manastır arazisinin ormanlık alan ve hazine arazisi olarak belirlenmesi ve manastırın işgalci durumuna düşmesi sonucunda açıldı. Üçüncü dava ise, manastırın 1990’lı yılların karmaşık ortamından korunmak için ördüğü duvar nedeniyle, vakfın başkanı Kuryakos Ergun aleyhine açılan ceza davası.
Mor Gabriel’e karşı yürütülen bu yargı kampanyası, komşu köylerin ahalisinden ağalara, korucubaşlarından bürokratlara, mahkemelere, oradan Ankara’ya, siyasilere ve Yargıtay’a kadar uzanan bir çıkar silsilesinin marifeti. Bu silsileye kısaca devlet politikası da diyebiliriz.
23. dönemde AK Parti milletvekili olan Süleyman Çelebi ve aşireti, Mor Gabriel arazisi üzerine yürütülen hukuk savaşında önemli rol oynuyor. Çelebi, son seçimde AK Parti’den aday gösterilmeyince, aşiretine BDP’ye oy verdirtti. Mor Gabriel’i korumak anlamında önemli bir rol üstlenebilecek BDP’nin bu konuda neden pek ses çıkartmadığını da, bu ilişki açıklıyor sanırız.
“Çokkültürlü Mardin” zurnasının zırt dediği yer Süryaniler. Son 150 yılda yörede Hıristiyanlar sistemli baskıların ve katliamların mağduru oldular. 1915’te, Ermenicesiyle Yeğern, Süryanicesiyle Seyfo, Arapçasıyla Firman günlerinde, on binlerce Mardinli Hıristiyan katledildi. Bugün sayıları 2 bin civarındaki Süryani’ye karşı yürütülen sistemli taciz politikası, zihniyetin pek değişmediğini gösteriyor. Zaten bu yüzden, bütün o gürültülü “Süryaniler Avrupa’dan Mardin’e dönüyor” kampanyalarına rağmen, geri dönenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Bütün bu şartlar altında da, Vakfın düzenlediği konferansa Mardin Artuklu Üniversitesi’nin neden teveccüh göstermediği daha iyi anlaşılıyor. Kurulan Kürt ve Süryani kürsüleriyle iktidarın halkla ilişkiler çalışmalarının önemli bir odağı olan üniversitenin, eğer bu adımları gerçekten samimi olsaydı, Mardin yöresinin tarihi ve toplumsal yapısının tartışıldığı bir konferansa el vermemesi düşünülemezdi. Ama işte, dedik ya, yakından bakınca yaldızlar kolayca dökülüyor. Bu anlamda, üniversite, Mardin’deki havayı yansıtıyor. Görüntü güzel ama makyaj kolayca akıyor.