Eyüp’te sünnet / lensler konuşabilseydi

Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.

Eyüp Meydanı’nda yaklaşık 700’e yakın çocuk olacaktı. Fotoğrafçı arkadaşlarım öyle söylemişti. İstanbul’a benden çok daha sonra gelmiş olmalarına rağmen, şehirde ne zaman ne olacağını benden çok daha iyi bilir, benden çok daha önce öğrenirlerdi. Toronto’da yaşarken, düzenlenecek sokak şenliklerinden, festivallerden, gece nöbeti eylemlerinden ve protesto gösterilerinden haberdar olmak için sokak ilanlarına ve afişlerine hep dikkat ederdim. Orada fotoğraf konularımı bu şekilde buluyordum. Fakat İstanbul’da, insanların hiç çaba sarf etmeden olan biteni takip etmesini ve insanlarla temasını sağlayan bir mecra vardı sanki. Yeni arkadaşlarımın bana hiçbir şeyi haber vermediğini düşünür, kıskançlıkla karışık bir öfke duyardım. Ne zaman bir açılışı ya da fotoğrafçıların bir araya geldiği bir buluşmayı kaçırdığımın farkına varsam üzülürdüm. Örneğin, yabancı bir fotoğrafçı İstanbul’a gelecek ya da şehirden ayrılacak olduğunda, bunu nasıl olup da benden başka herkesin bildiğini merak ederdim. Her gün telefonlaştıklarını, birbirlerine e-mail attıklarını düşünürdüm. Ta ki, bir arkadaşım bana birbirlerinden Facebook aracılığıyla haberdar olduklarını söyleyene kadar… Dışlanmadığımı ancak o zaman anlayıp rahatladım.

İşte o gün de, Facebook sayesinde yine bir ‘mucize’ oldu. Fatih Belediyesi, her yıl, yüzlerce yoksul ailenin çocuklarının sünnet töreni masraflarını karşılıyormuş. Hatta bazıları, çocukların özel kıyafetlerinin parasını bile belediyenin ödediğini söylüyordu. Eyüp Meydanı’nda önce dinî tören, ardından da büyük bir kutlama yapılacaktı. Biz de üç fotoğrafçı, kalkıp gittik. Yolda, parıltılı beyaz kostümler giymiş, tüylü şapkalar takmış, ellerinde parlak asalar tutan yüzlerce çocuğun oluşturacağı sahneyi gözlerimin önüne getirebiliyordum. Heyecan içindeydim, iyi fotoğraflar çekeceğim bir gün olacağını tahmin ediyordum, çünkü İstanbul’a ilk kez geldiğim 2007 yılında da, Yeni Camii’nin önünde birkaç sünnet çocuğu görmüştüm. Nitekim, meydana vardığımızda müthiş bir sahneyle karşılaştık. Tören henüz başlamamıştı; meydan ana-babalar, sünnet kıyafetleri giymiş çocuklar ve kardeşleriyle dolup taşıyordu. Hemen fotoğraf çekmeye başladım. Ana-babalarının tepeden tırnağa giydirip, zorla birtakım sosyal ortamlara getirdiği, can sıkıntısı içinde bekleyen çocukları gözlemlediniz mi hiç? Yaratıcılıkları asıl öyle (/tam böyle) zamanlarda ortaya çıkar. Ana-babaları onları uslu durmaya zorlarken, onlar oyunlar uydurmaya, eğlenmek için diğer çocuklarla birlikte gülünç yaramazlıklar yapmaya başlarlar. Çocuk çocuktur, eğlence ister. Onları izlemeye bayılırım. Sonsuz bir hayal güçleri vardır. O gün de, sünnet çocuklarının ellerindeki asaları nasıl binbir türlü oyuncağa dönüştürdüklerini görseniz şaşardınız. Harika bir gün olmuştu. Yüzlerce çocuk, imamın hepsi için dua okumasının ardından parkta piknik yapmış, sonra da tüm aileler Boğaziçi’nde tekne turuna çıkarılmıştı. Tabii, gittikleri her yerde peşlerindeydim. Çocuklar bir süre sonra poz vermeyi bırakmışlardı. Yeni bir eğlenceye ihtiyaçları vardı, o yüzden beni ve elimdeki fotoğraf makinesini unutmuşlardı. Ben de sıkı çalışmış, art arda bir sürü kare çekmiştim. Bir fotoğrafçı başka ne ister ki... Eve giderken, “İmamın duası bana da değdi” diye düşünüyordum.

İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz



Yazar Hakkında