Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Ve işte, helikoptere benzeyen, plastikten yapılmış, uçan oyuncaklar! Çocukken kim bilir kaç tanesi geçmiştir elimden… Nasıl da severdim o oyuncağı! Elime biri geçti mi, hiç ara vermeden, saatlerce oynayabilirdim. İki parçadan oluşurdu. Etrafına bir ip sarılmış, döner bir tutamağı vardı; bir de, onun tepesine takılan, pervane gibi, yuvarlak bir parça. Kollarınızı yukarı kaldırır, bir elinizle oyuncağı sıkıca tutar, diğer elinizle de ipi var gücünüzle çekerdiniz. Üst kısım dönerek fırlar, on-on beş saniye, şanslıysanız yarım dakikaya yakın uçardı. Sihirli bir şeydi. Neredeyse bütün bir gün, ip kopuncaya ya da üst kısmı sokaktaki evlere çarpa çarpa bozulup işlemez oluncaya kadar oynardınız. Şansınız yaver gitmezse, pervane komşu evlerden birinin çatısına ya da avlusuna düşerdi. İşte o zaman cesaretinizi toplayıp komşunun kapısını çalmanız, içeri girip pervaneyi aramanıza izin vermeleri için yalvarmanız gerekirdi. Bazı komşular iyi yürekliydi, çocuğun her zaman çocuk olduğunu, topunun ya da oyuncağının çatıya kaçabileceğini bilirlerdi. Ama bazıları da, oyuncağınızı kaybettiniz diye, yüzünüze “aptal çocuk” der gibi bakardı. O sert bakışların karşısında ezilip büzülür, utançtan yerin dibine girerdiniz. Ne hikmetse, tüm bunlar hep öğleden sonraları olurdu. Mahalle sakinlerinin çoğu, her gün öğleden sonra şekerleme yapardı; bense her zaman sokaktaydım, en yakın arkadaşlarım Hrayr ve Bedig’le birlikte oyun oynardım. Tabii, babamın, beni yemekten sonra zorla öğle uykusuna yatırdığı günler hariç... Küçücüktüm ama oyuncağım evlerinin çatısına, topum avlularına kaçınca, komşuları uyandıracak kadar da cesurdum. Her neyse, bu ‘oyuncak helikopter’ dediğim şeyler çabuk bozulurdu. Çok ucuz malzemeden üretilir, çok ucuza satılırlardı. Bakkalda her renginden olurdu. Almaya gücün yeterse, birkaç saat cenneti yaşardın.
O gün, Çingenelerin Kırkpınar’daki pikniğinde baloncuyu gördüğümde, bir an için o cennete döndüm. Çocukluğum olduğu gibi gözümün önüne geldi. Adamın koltuğunun altında taşıdığı balonlar, envaiçeşit renkleriyle muhteşemdi. Fakat elindeki o bir deste plastik halka, mazide kalmış bir zamanın iziydi benim için. Yalnızca adamın sattığı oyuncaklar değildi bana bunu hissettiren; daha ziyade, kendi görünümüydü. Tıraşsız yüzü, duruşu, kıyafetleri, bakışlarıyla, memleketim Kamışlı’daki sokak satıcılarından biriydi adeta. El arabasıyla kahke satan Tultsug (Çelimsiz) Hagop olabilirdi mesela, ya da kafasında dengede tuttuğu kocaman tepsisiyle, simitçi Kıtto (Cüce) Dawud…
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz